Bedel Ödemeden mi? Eski Türk filmleri bize ne çok şey anlatırmış meğer! Sevdiğine kavuşmak için bin bir sıkıntı içinde gurbete giden delikanlı, büyük şehirde inşaatlarda çalışır, kuruş kuruş biriktirip sevdiceğine kavuşma hayalleri kurar. Parasını bir dolandırıcıya kaptırır, ancak kaldığı yerden devam ederek, yeniden biriktirmeye çalışır, yeniden, yeniden, yeniden... kavuşma arzusu, duyduğu aşk, ona başka çıkış yolları aratır, nihayetinde fani bir kızcağıza kavuşma hayaliyle.. Kim bilir bu sahne kaç milyon kez yaşandı? Ama o kavuşma sahnesini yaşamak için bedel ödemeye değerdi! Sonu cennete çıkan, içinden bir daha çıkmayacağın, üzüntü, keder, sıkıntının olmayacağı bir yere gitmek için, kendisi gurbet olan, az bir süre kalacağın dünyanın inşasında çalışarak, tüm sevdiklerinin önden gittiği sılaya kavuşma projesi, dişini sıkıp bedel ödemeye değmez mi? Bu senaryoda her aktöre düşen roller olduğunu kabul etmelisin. Senin rolün birinci derece çevrendekilerle olan sorumlulukların, onlarla olan sağlıklı ilişkilerin ve film çekimleri bittiğindeki alacağın takdirdir. Bilmem kaç asırdır ihmal ettiğimiz insana yatırımın bedelini, bizim bir uzvumuz olan Gazzeliler canlarıyla ödüyorlar! Dün kurtuluş savaşımızda ve öncesi, Balkanlar, Arap yarımadası ve Anadolu Müslümanları canlarıyla ödemek zorunda kaldı. Bir Arnavut bana, “Bize Müslümanlığı getirmeseydiniz Sırplarla sorun yaşamazdık!” dedi! Mademki dedelerimizin (ki, onları anlamaktan aciziz) 650 yıllık kurdukları devlet(leriyle) ile övünüyoruz, o halde tarih ve cibilli bağımız bize kavrayamadığımız bir görev yüklüyor. Reddetme, inkâr etme yolları da kapalı üstelik! Mecburi istikamet, tarihi sorumluluklarımız, dinimizi, değerlerimizi, milletimizi ve bizden medet bekleyen milletleri ihya etmemizden geçiyor; Kaçış yok, yoksa Gazze’den sonra hedefte biz varız! |
YORUMLAR