Kâfirin gücü haklılığından, Müslümanın zayıflığı haksızlığından gelmez.
Küfür ehli, bütün varlık ve gayretini dünya hayatının imarına ve ihyasına adamıştır. Dünyada ebedî kalacaklarmış gibi, hayatlarını planlı, düzenli ve sıkı ittifaklar kurarak sürdürmektedirler. Kurdukları medeniyetler; ölüm ötesi hakikati göz ardı eden, yalnız dünya refahını esas alan sistemlerdir. Bu sistemlerde bireylerin özgürlük alanları, toplumların refahı; haz, eğlence ve çıkar merkezli kanunlarla muhafaza edilir. Ve bu kanunlar, ittifak halinde oldukları çıkar odaklarının menfaatini kutsallaştırır.
Lakin neticesi; üzüntü, mutsuzluk ve korkudan müteşekkil bir dünyadır. Ömürlerinin sonuna yaklaşan her biri, "Peki bundan sonra ne olacak?" sorusunun önünde suskun kalır. Bireyselliği yücelterek "biz" olma bilincini körelten bu anlayış, insanı ölüm gerçeğiyle yüzleştiğinde ebedî yalnızlık veya yokluk dehşetiyle baş başa bırakır.
Kurdukları medeniyetler ise; görünürde ihtişamlı, gerçekte ise harçsız örülmüş duvarlar gibidir: İlk sarsıntıda çatlar, menfaat çatışmalarıyla paramparça olurlar.
Menfaatlerinin kaybı ihtimali veya can güvenliklerinin tehdit altında olması endişesiyle, sürekli bir alarm hâlinde yaşarlar. Ve bu hayat, onların dünya zevkini dahi zehir eder.
Bu sebeple bir hikmet sahibi şöyle demiştir: "Zahiri parlıyor, bâtını ise içten içe yakıyor."
Öyleyse; Maddi imkânlarla, zahiri güçlerle batı(l)a galebe çalmak, bugün daha da zordur. Çünkü onlar, her çağda olduğu gibi bugün de ittifak hâlindedirler ve menfaatlerine hizmet eden bir düzeni korumak için birbirlerine kenetlenmişlerdir.
Oysa Müslümanların ordularının sahibi Allah’tır. Müminler, sahiplerinin Allah olduğuna imanla, teslimiyetle ve tevekkülle sarıldıklarında; zaferi verecek olan yalnızca O’dur. Galibiyet de, mağlubiyet de O’nun dilemesiyle olur.
Zafer; sadece bir oku hedefe ulaştırmak, bir mermiyi isabet ettirmek değildir. Zafer; acz içinde dahi, şehadet makamına veya gazilik şerefine erişmekle tahakkuk eder.
Bu hakikati idrak eden müminler için hedef bellidir: Önce zaferin sahibi olan Allah’a tam bir teslimiyet, sonra da zafere, rahmete ve zaferin şanını taşıyacak liyakate erişmek için ruhen, kalben ve fiilen hazırlanmak.
Aksi hâlde; telef olmak, heder olmak, yitip gitmek kaçınılmaz olur.
Son Söz: Zaferin Liyakati;
Zafer, yalnızca cesaretle değil; imanla, ihlasla ve sadakatle kazanılır. Ve zaferin kapısını açacak olan anahtar; kendi nefsiyle savaşan, kalbini Allah’a teslim edenlerin elindedir.
Allah'ın yardımı ve zaferi yakındır. "Yardım ve zafer yalnız Allah katındandır." | Âl-i İmrân, 126
YORUMLAR