Dijital Dönem ve İlim
Yazar: Hüseyin Acarlar
Türkiye’de okur yazara cahil dememek gibi bir adabı muaşeret vardır. Ancak, “Enformatik cehalet”, “dijital cehalet” sorunlarımızı aşmak gibi de önümüzde devasa bir engel var.
Daha da önemli ve büyük olan sorun, herkesin her şey hakkında diskur (vaaz) çektiği sanal âlemi tanımlama ve anlamlandırma sorunumuz var.
Bu bir yana Türkiye aydını - diğer müteradifleriyle - bizi kısır, baskıcı ve yüzeysel politik reçetelerden, dar entelektüalizm kalıplarından çıkaracak yeni bir ilmî metodolojiye ihtiyaç duyduğumuzu görmezden geliyor.
Hâlihazırda kadim geleneğin tecrübesiyle çağı anlamlandıracak ve evrensel anlamda öncülüğünü yapacak bir misyonu üstlenme cehdine olan ihtiyaç, lazım değil elzem durumunda ve cehalet pik yapıyor.
Herkesin kendi neşvünden sirayet ettiklerini yankılayıp durduğu düşünsel kısır döngü alanına dönüşen bir mecra bizden çok şeyler alıp götürüyor.
Artık bilen ve bilmeyenin aynı platformda söz hakkına sahip olduğu düşüncesi her türlü etiksizliği de beraberinde getiriyor. Google Hocaefendinin nur topu müritleri ortalığı kasıp kavuruyor. Bu ayağa sıkmadan öte kafaya taammüden sıkma cürmüne itiraz bedel ve cesaret gerektiriyor.
Burada öncü kuvvet, çoğu kez okur yazar olup, diskur potansiyeli yüksek popülarite peşinde farfaracı sınıfıdır.
Farfaracılar işe ilim adamlarını ya görmezden gelme, ya yok etme, ya da itibardan düşürme gibi manevralarla başlıyor. İkinci aşamada; Üçüncü sınıf aydın takımına yağ yakılıp ulul azm noktasına taşımayla masum imamlar akidesince dokunulmazlık ihdas ediliyor.
Farfaracılar, günün sonunda da her türlü gücü izafe ettikleriyle birlikte bizatihi İslami müktesebata ihanet cürmünü işliyorlar. İlim adamları ilmen lütuftur. Ulemayı üçüncü sınıf aydın takımına kurban etmek peygamberin mirasına ihanettir ve belaya parlak çekmektir.
İşin özeti şu:
İslam dünyası 9.Yüzyıldaki meydan okumasını kazandı. İkinci önemli meydan okumayı modern batı medeniyeti ile karşılaşma süreci içinde yaşadı. Ve İslam dünyası batının akıl kartı karşısında kaybetti.
Modern dönemde âlimler tarafından klasik dönemin ortaya çıkışını sağlayan ilmî dinamizme benzer bir atılımda oluşmadı. Bunda önceki metinlerin yeterli olduğu yanılgısı kadar, o metinler üzerinden muhakemesiz kuru kuruya mukallid tedrisatın yani şerh ve haşiyeciliğin katkısı oldukça yüksek. Bunun yanı sıra Goethe’nin klasik dönemden modern döneme geçişi görme basireti maalesef bizim ulemada oluşmadı. Dönemin uleması Batının teknik üstünlüğü ele geçirmesiyle üretim ve işleyiş paralelinde toplumsal dönüşümleri iyi okuyamadı.
Modern dönem sürecinde batının tekniği ve doğunun düşünsel yapısını uzlaştırarak kaostan çıkılabileceği zannedildi. Bu sentezci /eklektik yaklaşımın Osmanlı dönemi düşünce tarzını ve eserlerini de büyük ölçüde etkilediği söylenebilir. İbn-i Haldun sonrası İslam düşüncesi ciddî bir dokümanter ve yorumcu tahlile tâbi tutulmadı. Ebû Hanife fıkhının, Gazali ahlakının, Taftazani kelamının, İbni Arabî tasavvufunun aynı oranda etkili olduğu Osmanlı kültür ortamında oluşan bu diri geleneği geliştirerek devam etme yerine 9. Yüzyıla takılıp kalma, ilmiyye, kalemiyye ve seyfiyenin çözülmesini beraberinde getirdi.
Cumhuriyet dönemi, kaybedileni arama ya da kaybedilen şeyin ne olduğu noktasındaki tartışmalarla bir yüzyılı devirdi. Hoş hala yüzyıl geriden gelen abiler sosyal medyada kılıc kalkan oynamaya devam ediyor ve bunu günü cihd ve tebliğ sanıyor.
Orta sahada top dolaştırmaktan öte ciddiyetle düşünsel meselelere eğilmek ilmi formasyon kadar cesaret gerektirir. Kendi formunda çalışmak bütünüyle kabili düşünsel dona meydan okumadır.
Kuşak çatışmaları bugün için çatışma olmaktan çıkmış geleneğin, asırların oluşan örfünün kesintiye uğradığı bir mecraya dönüşüyor. Yeni kuşak eski kuşağın duygu atmosferinden kopuk düşüncelerinden kopuk, bilgisinden kopuk yeni anlam diyarlarında transhümanizm dönemine kurban edilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Geleneğin tutarlılık ve süreklilik arz eden unsurlarının yeni bir iletişim dili olan sosyal medya araçlarıyla ulaştıracak yeni metodolojiye ihtiyaç var. Klasik bilgiye ulaşabilen, okuyabilen ulemanın İslami paradigmayı tekrar zaman ve mekan boyutları içinde yorumlayabilme, cehd ile aktarabilme ve bu çerçevede modernist paradigma ve onun getirdiği evrensel bunalım olan transhümanizmle hesaplaşma, mücadele zorunluluğu var. Ve tabiki mu’ min vasfına mazhar olanların bilgiçlik duvarını aşması; “ görmedim, duymadım, bilmiyorum, enel hak benim” duruşundan vaz geçmesi gerekiyor.Göz bu dünyada bir kendine âmadır. Ah bilinse! Ne kadar trajikomik bir durum olduğunu ifadeye paragraflar nakıs kakır.
Bu itibarla İbni Rüşd'ün “Allah'ın iradesi ancak nübüvvet yoluyla anlaşılabilir” şeklinde ifade ettiği nübüvvet anlayışı Platon’un “Cumhuriyet”ine yazdığı şerhte en temel farklılık gibi tevhidi şirkten arındırılarak anlaşılabilir.
Bunun için temel parametre “La ilahe” diye başlar.
Bunun içindir ki, E. Rosenthal'in “Bir Müslüman ile Helen'i (Grek, Yunan, pagan, müşrik) dinî düşüncede ayıran temel fark vahiy ile mit arasındaki farktır” şeklindeki görüşü hakikatin temelden ayrımını ifade eder. Dışarda mitolojik din anlayışının bütün hayatını kuşattığı farfaracıların dar dünyalarına kurban edilemeyecek bir nesil var.
Ve ulemanın omzunda büyük bir yük.
Ve önümüzde aşmamız gereken dijital cehalet.
04/09/2020
Hüseyin Acarlar
YORUMLAR