MÜBAREK AY TAŞI ADANA'DAYDI
Orada, kendince görev alan biri de zaman ilerledikçe
"Kamer Dede" veya "Derviş Sam Amca" olur muydu?
Kim bilir?
1970 YILINDA BİR SABAH
O gece Adanalının gözüne uyku girmedi. Birçok kesimin "nur" olarak nitelediği AY'dan getirtilmiş olan taş, Belediyenin Şehir Tiyatroları fuayesinde sergilenmişti..(*)
Hava Kuvvetlerine ait özel bir uçak, Ay Taşı'nı İzmir'den almış ve Adana'ya getirmişti. Gece Amerikan Konsolosluğunda muhafaza edilen Ay Taşı, sabah, Vali Ömer Lütfi Hancıoğlu, Amerikan Konsolosluğu, şehrin ileri gelenleri ve halkın yoğun ilgisi altında yapılan bir törenle, etrafı kordonla çevrili kavanoz bir cam içerisinde üç ayaklı bir sehpaya konuluyordu.
O gün ilk ve ortaokullar tatil edilmiş, öğrenciler, öğretmenleri nezaretinde akın akın fuayeyi doldurmuşlardı.
Öğrenciler mutlaka Ay Taşı hakkında öğretmenlerine bir şeyler sormuşlardır, öğretmen de uzay mekiğinde doğmuş bir astronotun oğlu gibi cevap vermiştir. Canım öğretmenlerim, öğrencilerin sorularına muhatap olmak inanın kolay değildir. Zamanın behrinde altı ay tedek öğretmenlik yaptım, o tarihten beri, öğretmenlere dünyanın en yetenekli insanları olarak bakarım.
Bu arada ABD'lilerin Ay'dan getirdikleri taş için İstiklal Marşı okundu mu bilmiyorum?
Taş yerine konur konmaz ziyaretçi akını başladı.
Adana ve çevre illerde bulunan Amerikalılar da Adana'ya gelmiş ülkelerinin başarısından dolayı gururla taşı seyrettiler.
Okullardan bölük bölük öğrenciler, sırayla geldiler.
Adana'da bir anda bir şenlik havası oluştu.
Adanalı ve çevre illerden gelenler;
"Bu "Ay Taşı" ne ola ki? Neye benzer? Hakikaten taş mıdır?" diye fuayeye akın akın koştular.
Kimisi hayranlıkla izlerken, kimi de;
"Ulan kimi kandırıyor bunlar? Nur'dan taş olur mu? Bulmuşlar parlak bir kömür, Ay Taşı diyorlar... Tövbe... Tövbe..."
Taştan medet umanlar da az değildi.
Taşın önüne gelince Fatiha okuyup, çocuğunun veya annesinin derdine şifa arayanlar da az değildi.
Bazıları görevlilere yalvarıyordu...
"Ne olur izin verin, annemi getireceğim... Bu taşa el sürsün... İnmesine iyi gelir diyorlar..."
Her şeyden şüphe edenler, şöyle burunlarını kıvırıp;
"Hiç Ay Taşına benzemiyor... Cık..."
Zannedersin ki, yedi düvel sülaleden astronot, hayatının yarısı, gezegenlerde geçiyor... "Gördüğü Antep, yediği pekmez..." bir görüşte o maddenin Ay Taşı olmadığını anlıyor.
TAŞTAN MUCİZE BEKLEYENLER
“Bu kadar uzun yoldan gelen Ay Taşı, belediye fuayesinde yerini aldı. O Fuayede o güne kadar neler neler sergilenmedi ki, ama hiç biri Ay Taşı kadar ilgi çekmemiştir. Gökyüzünü aydınlatan kandillerden biri, yüzyıllardır evrenin derinliğini, sonsuzluğunu kavrayamamış olanlar için gök kubbesinin sonunda idi; ay.
Yüzyıllar önce gökyüzüne tapmış olan Türk toplumu, Ay’dan gelen taşa bir başka gözle bakacağı şüphesizdi…” (2)
Gerçenten de binlerce yıldır, (İnancına göre) Tanrısından bir şey dileyen, iki ellerini gökyüzüne uzatırdı. İşte bu taş o gökyüzünden bir parça…
Bu nedenle, bir kutsallık yüklenmiş olan Ay taşına bir çok insan korkulu gözlerle bakmıştı.
“Genç bir kadın, dört yaşlarındaki kız çocuğunu kucağına alıp, dudaklarının ucundan bir şeyler mırıldanarak dua ediyordu… Ona yaklaşıp ne için dua ettiğini sordum:
‘Çocuğum beş yaşına bastı, hala konuşamıyor. Belki dili açılır diye buraya getirdim’ dedi.”
Yahu, taş daha geleli bir gün olmamış neredeyse mübarek bir türbe olacak. Oysa neil Armstrong’un ayakları dibinde kürekle topladığı taş…
Görevlileribn başında bir üşüşme oldu. Gelenler, onlardan yalvar yakar bir ey ler istiyorlardı:
“Ne olursunuz, anemin inmesi var, taşa bir sürünsün!”
“Babamın gözleri açılmıyor, taşa bir üfürsün…”
“Oğlumun bahtı kapalı, yalvarırım bir kere öpsün..”
Bir tarafta bunlar olurken, diğer yanda öfkeli biri kendi kendine biraz da bağırarak söyleniyordu:
“Tövbe tövbe… Bu soytarılığa nasıl izin verilir? Kim izin veriyor? Ay ateştir, dokunulmaz.kaldırım taşından bir parça kırıp, bu cahilleri kandırıyorlar. Hepimizin başına taş yağacak…”
Olabilir, gökyüzünde ışık olarak parlayan Ay’dan kparılmış bir taş, böyle kömür karası gibi siyah olur muydu? İşte Ay’ın bir Nur olduğunu düşünenler, Ay gibi bir mübareke de hakaret edildiğine inanıyorlardı.
Mucize bekleyenlerin yakarışı ile, bu kepazeliğe son verilmesini isteyenlerin şikayeti belediye fuayesini doldurmuştu.
Ay Taşı bir el biçiminde ayak üzerine oturtulmuşyumurta büyüklüğünde bir taş kömürünü andırır bir parça üzerine cam kavanoz geçirilmiş. Çevresi halatla ayrılmış bir çember içerisinde sergileniyordu.
VE ABD PROPAGANDASI
Sergi boyunca devemlı açık olan hoparlörden Ay Taşı açıklamalar yapılıyor ve ABD’nin bilim ve teknolojide gelmiş olan seviye anlatılıyordu. Ay Taşı’ndan ne kadar söz edilirse, ABD’nin uygarlık yolunda attığı adımlar ve dünyanın liderliği konularında bilgiler veriliyordu. Bir gözü Ay Taşı’nda olanların beyinlerine ABD’nin büyüklüğü ve yenilmezliği şırınga ediliyordu.
Eh, parayı veren düdüğü çalar, uzaya giden taşı sergiler… Bu böyle…
O dönemde İnönü / Demirel Ay’a gitti de taşı biz mi sergilemedik…
Uzay okulları açtılar da biz mi okumadık?
“Urfa’da Oxford vardı da İbrahim Tatlıses mi okumadı?”
SORU VE MERAK
Bir soru: yeni bir olay karşısında (bilgisizce de olsa) herkesin düşüncesine göre davranıp özgürce ifade etmesi mi daha iyidir, yoksa söylenmiş olan bir şeye (doğru da olsa) herkesin bilinçsizce inanması mı?
Bu soruyu herkesin arada bir kendisine sormasında yarar vardır elbette.
Bir merak: O taş orada uzun müddet kalıp ta Fatiha okunup medet umulunca ileride "ziyaret" ya da "türbe" olur muydu?
Bir kişinin çevresinde mum satması ile zamanla o alan, "Kamer Dede" veya "Şıh Sam Amca" ya da “Biden Dede” olur muydu?
Kim bilir?
(*) 25 Şubat 1970 Tarihli Yeni Adana gazetesindeki haber.
(*) 27 Şubat 1970 tarihli Yeni Adana Gazetesi
YORUMLAR