KOZAN’DA “KÜLAHLILAR” TARİKATI ÇÖKERTİLDİ…
Kafasının içini dolduramadığı için dışını süsleyenlerin kısa tarihi…
“Eskiden insanlar, kollarıyla iş yapıp şapkalarıyla selam veriyorlardı;
Daha sonra kollarıyla selam verip şapkalarıyla iş yapmaya başladılar;
Şimdi mi? Şimdi de Allah’ı anarak selam verip, parti rozetleriyle iş yapıyorlar.”
Kollar Çalışır; Şapka sömürür…
Kol ile baş arasındaki ilişki kurulması, insanlaşma sürecinin ilk basamağıdır. Yani, canlı, başıyla düşünüp koluyla iş yapmak suretiyle, hayvandan ayrılmaya başlamıştır. Mesela insan, ağaçtaki meyveye bakmış ve kafasını işleterek ön ayaklarıyla onu koparmayı başardığı için yürümeye de başlamıştır. Ama zürafa, kafayı işletmeyi bilmediğinden meyveyi yemek için başını uzatmış, ha bire uzatmış ve uzun boylu bir hayvan olarak kalmıştır.
İnsanlık, saf ve masum olduğu altın çağlarda başı ile selam verip kolları ile iş yapıyordu. Sonra da bir şekilde, başlık, kask, fes vesaire icat edilince durum değişmedi. Bu kez başındaki şapka ile selam verip kollarıyla iş yapmaya devam etti.
Şapkanın çıkış amacı insanları, sıcaktan, soğuktan, havadan düşmesi muhtemel parçalardan vesaire korumak içindi. Şimdi ise, siyasal bir düşünceye yakınlaşmak veya uzaklaşmak, saf belli etme gibi ihtiyaçlar için de kullanılıyor.
Ne olacak fesliler?
Şapka, kazanç kapısı olarak keşfedilince, kol boşta kalıyor.
Bu sefer kol, ayıbı örten bir uzva dönüşüyor.
İnsanlar şeytan ile arasındaki mesafeyi azalttıkça, çalışmadan nasıl geçineceklerini öğrenmeye başladılar. İşte dünyada kirlilik çağı, kolların göstermelik samimiyetle açılması ile başlamış oldu. Açıkgözler, şapkayla iş yapmanın daha karlı olduğunu öğrenmeye başladı.
Her dönem, kendi yalaka ve şapka şeklini üretir. Ama bu dönemin, Sanat, kültür, bilim şapkası olmadığı için yarını da olmayacaktır.
Konumuza devam edelim:
Şapka, kazanç kapısı olarak keşfedilince, kol boşta kalıyor. Bu sefer kol, ayıbı örten bir uzva dönüşüyor. Bir tanıdığını görünce iki yana açılıyor, kucaklar gibi hareketler yapıyor, havaya kalkarak bir sağa bir sola salınıyor, parmaklar devreye giriyor, kolun ucunda yapılan her parmak işareti ayrı bir anlam ve mesajla yükleniyor… Vesselam…
İMPARATORLUK ÇÖKERTEN KEŞİŞ ŞAPKALARI
Böylelikle, kollarıyla çalışanlar, sadece kendilerini değil,
şapkalarıyla çalışanları da beslemek zorunda kalmışlardır.
O zaman insanlar, kollarıyla ve şapkalarıyla iş yapanlar diye ikiye ayrılmış; Kollarıyla iş yapanlar, kafalarını örtme ihtiyacı hissetmemiş. Ama şapkalarıyla iş yapanlar ne iş yaptıklarını şapkalarıyla göstermeye başlamışlar…
Fes, sarık, kavuk, külah, türban, sekiz köşeliden başlayarak devam edip gitmiştir.
Kafaya takılan her aksesuar, bir iş kolunu simgelemiştir. Bazı şapkalar öylesine ünlenmiş ki, bir atölye veya fabrika kadar para kazanır olmuşlar.
Kollarıyla iş yapanlar fabrika, şapkalarıyla iş yapanlar da tarikat kurmuş. Zamanla da fabrikalar, tarikatlar için çalışmaya başlamış.
Böylelikle, kollarıyla çalışanlar, sadece kendilerini değil, şapkalarıyla çalışanları da beslemek zorunda kalmışlardır.
Roma imparatorluğu, kollarıyla iş yapan insanların manastırlara çekilip, keşiş şapkalarıyla iş yapmaları yüzünden yıkılmıştır. Bunu tarihçi Edward Gibbon anlatmaktadır.
Esasında günümüze de benziyor, şimdi bir imam şapkası mı daha çok para kazanıyor yoksa bir öğretmen şapkası mı?
Kimya, Makine, çevre gibi mühendislik şapkalarının para etmediği bir toplumda Diyanet’in bütçesi devasa boyutlarda ise…
Cümlenin gerisini siz getirin.
Demek neymiş, bazı şapkalar devletleri çökertebilirmiş…
KOZAN’DA KÜLAHLILAR TARİKATI
Biraz da tersinden bakalım:
Bir gün, Adana Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve ilgili kuruluşlara ihbarlar yağar:
“Kozan’da bir tarikat kurulmuştur. Bu tarikatın kurucuları başlarına külah geçirerek ayin yapmaktadırlar…”
Daha daha önemlisi de “Üstelik bunlar yağmur duası yapmaktadır!” diye de özellikle belirtilmiştir. .
İstihbarat teşkilatı, mahalle ispiyoncuları, koca karı dedikoducuları, inzibat ve zaptiyeler teyakkuza geçer, konu araştırılır. Dönemin yapısına uygun, simitçi veya baloncu kılığında emniyet kuvvetleri devreye girer.
Kimdir bu Külahlılar? Nerede ve nasıl ayin yapıyorlar? Kozan’ı neden merkez olarak seçmişlerdir? Başka ilçe veya vilayetlerde teşkilatları var mı?
Üstelik bu “Külahlılar Tarikatı” yine bu zaman ki memlekette kuraklık var ve yağmur yağdırma ayinleri yapmaktadırlar. Felaket bir durum (!)
Neredeyse ordu teyakkuza girecek… Öyle ya, bu Külahlılar tarikatı “Her zamankinden fazla birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz bir zamanda” fiiliyata başlarsa nic’olur halimiz?
Devletimizin yoğun çalışma ve tetkikatları neticesinde mesele anlaşılıyor. O günkü (5 Mayıs 1930 Tarihli Yeni Adana ) gazeteden aynen naklediyorum:
Ve Tarikatın Foyası!
Oysa duadan sonra yağmur yağmıştı…
“Geçenlerde Kozan’dan Adana’ya yazılan bir mektupta, güya kuraklık dolayısıyla bir takım kimselerin, külah giyerek dervişler gibi zikretmiş olduğundan ve bunun da hükümete aksetmiş bulunduğundan bahsediliyordu.
Hakikatten çok uzak şekilde gösterilmiş olan meselenin aslı bir tekkecilik değil, bir kır alemi meselesinden çıkmış basit bir komedidir.
Mamure’de memleketini düşmandan temizlemek için şehit düşen ve hali hazırda ismi bir kazamıza (Saimbeyli) verilen Saim Bey’in biraderi Cemal Efendi, bu komedyanın baş aktörü olmuş. Esasen yaradılışı bu gibi güldürücü işlere müsait olan Cemal Efendi, bir Cuma Günü birkaç arkadaşı ile bir bağa gidiyorlar. Böyle bir kır âleminin icap ettirdiği ve varsa onu yapıyorlar.
Bu sırada içlerinden birisi;
“Yahu” diyor “kuraklık var. Allah mürai softaların değil bizim akşamcıların duasını kabul eder. Biz yağmur duası edelim, Cemal Efendi’de başkanlık (imamlık) etsin.”
Kafaları iyice dumanlanmış olan cemaat, tam dua edecek başkanı buldukları için pür neşe harekete geliyorlar.
Bağ evinin penceresinde cam vazifesi gören mukavvalar sökülerek külah yapılıyor ve Cemal Efendi’nin başına giydiriliyor.
Tesadüfe bakın ki o sırada bağa yakın yoldan birkaç develik bir kervan geçmektedir. Kervanbaşı, o da eğlence olsun diye:
“Yahu gelin bu duayı, develerin üstünde yapalım.”
Bu herkesin hoşuna gidiyor. Her biri uygun bir deveye atlıyor ve duaya başlıyorlar. Bağ evine eğlenmeye gelenlerle, devecinin ahalisi al sana büyük bir cemaat!
“Allahım! Allahım! Yağmur Yağdır. Yoksa kafaları daha çok çekeriz.”
Tesadüf bu ya, biraz sonra yağmur da yağıyor. Ve akşama doğru bu eğlenti cemiyeti de mutlu bir şekilde evlerine dönüyorlar.”
İşte ertesi gün, şaka konuşmaları ile başlayan “Tarikat” kelimesi birkaç gün içinde ağzından ateşler çıkaran bir canavar tarikatına dönüşüyor.
*
Benim canım memleketimin insanı, “düğünlerde çok eğlenir, cenazelerde çok ağlar.”
Kayıtsız şartsız tarikat düşmanlığı, fabrikalar için ne kadar zarar verici ise; tarikatlar için de fabrika düşmanlığı o denli zarardır.
*
Günümüzde baş ile kol arasındaki ilişki masumiyetini kaybetmiş ve namusu kirlenmiştir.
Bu bir değişimdir; ilerleme mi gerileme mi o yoruma açıktır.
Kaplumbağayı geçen hindi, horozdan geri kalır. O zaman ne deriz, hindi kaplumbağadan ileri, horozdan geridir.
YORUMLAR