Mustafa ALTINSOY
ÇAĞDAŞ BİR TEBLİĞCİ: MAHMUT TOPTAŞ
Bugüne kadar pek çok kitabını okuduğunuz hocalar, akademisyenler, üst düzey insanlar ve ünlü kişililerle tanıştıkça bazılarıyla irtibatınızı artırmak, bazılarını da ise tanıdıkça uzaklaşmak istersiniz. Bazı tanınmış şahsiyetlerden kitaplarını tanışmanın ardından bıraktım. Mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştım.
Mahmut Toptaş Hoca’mız birinci gruptaki irtibatımızın artırılması gereken kıymetli hocalarımızdan birisidir. Aşağıda kendi anlatımıyla kısa hayat hikâyesini eklediğim Hoca’mızla 1983 yılında üniversite 3. sınıfta tanışıklığımız ve irtibatımız hâlâ sıcak bir şekilde devam etmektedir.
Mahmut Toptaş Hoca’mızı tavsiye üzerine fakültedeki arkadaşlara sohbet yapması için davet etmiştik. Anlatış tarzı, mimikleri, jestleri, olaylara olumlu yaklaşımı, gelecekle ilgili ümitli söylemleri ve çok güzel mantık kullanmasından dolayı arkadaşların çok hoşuna gitmişti. Kendisine devamlı gelmesi teklif edince kırmadılar, büyük bir özveriyle yıllarca her cuma gelerek bizim fakültedeki arkadaşlarımızdan nasibi olanların istifade etmelerini sağladılar.
Hoca’mız, bizim fakültedeki arkadaşlardan başka haftanın belli gün ve farklı saatlerinde siyasal, hukuk ve tıp fakültesindekilere periyodik sohbetler yapıyordu. Yorulmak nedir bilmeden 80’li yıllarda çeşitli fikir akımları içinde bocalayan gençleri sohbetleriyle yoğurarak bugünkü Türkiye’yi yöneten insanların fikir temellerini atıyordu. O yıllarda verilen emeklerle yoğrulan arkadaşların çoğu şu anda Türkiye’yi yöneten önemli kadrolarda görev yapıyorlar.
Mahmut Toptaş Hoca ile İlgili Hatıralar
İstanbul Hukuk mezunu eski milletvekillerinden İsmail Durak Ünlü: “Ben Mahmut Toptaş Hoca’yı İlim Yayma Yurdunda bir sohbette dinledim. Konuşma üslubu, tarzı, vermiş olduğu misaller, kullandığı mantık çok hoşuma gittiği için hukuk fakültesi öğrencileriyle haftalık sohbetlere başladık. Ondan sonra da Siyasal Bilgiler, Tıp ve Teknik Eğitim fakülteleri öğrencileri de yıllar süren periyodik sohbetlere başlayarak Hoca’dan istifade ettiler.”
Avukat yazar Hüseyin Yürük: “Öğrencilik dönemimizin popüler dindar şahıslarından biri de Mahmut Toptaş Hoca idi. Hoca Şehzadebaşı’ndaki Behram Çavuş Camii’nde Hukuk Fakültesi öğrencilerine sohbet ediyordu. Daha sonra İlim Yayma Vakfı salonunda Mecelle seminerleri başlatmıştı. Her hafta çarşamba akşamları İslam Hukuku’nun inceliklerini esprili bir dille gelen dinleyicilere anlatırdı.
O günlerde radikal cereyanlar çok yaygındı. Hukuk Fakültesi öğrencileri bu radikal tesirlerin altında fakülteyi bırakıyorlardı. Mahmut Hoca çok ikna edici delillerle ve tatlı bir üslupla bu anlamda kafası karışık öğrenciler için tespit ve analizler yapıyordu.
Hoca genel itibarıyla temel dini, fıkhi bilgiler vermekle beraber, mesela; hukukçu arkadaşlara Osmanlı'nın son döneminde yazılmış olan en iyi kanun kitabı sayılan Mecelle’den örnekler vererek dersler yapardı. Kuşatıcı ve sevimli üslubuyla bir dönemin öğrencileri üzerinde Mahmut Hoca’nın çok emeği vardır.
Bir sohbetinde Hasan Ali Yücel’den Allah’ı inkâr edenler için şöyle bir mısra nakletmişti:
“Zâten, yoksan nedir bu inkâr?
İnkâr edenin içinde ikrâr.”
28 Şubat sürecinin aktörlerinden Fadime Şahin, Mahmut Hoca’yı telefonla aramış. “Hocam ben yeni örtündüm, namaza başladım. Ailem bana baskı yapıyor. Psikolojik sorunum var. Sizinle görüşmek istiyorum.” demiş. Hoca kendine has üslubuyla “Gızım, ben hocayım, derdini baban ve annene anlat.” diyerek tuzaktan kendini korumuş.
Teknik Eğitim Fakültesi 1985 yılı mezunu İş adamı Orhan Güner: Bir dönem, haftalık sohbetçi hoca bulma görevini yapıyordum. Mahmut Hoca bize 40 Hadis sohbeti yapacaktı. Üsküdar’a davet ettim. Hoca’mız dedi ki “Hoca talebenin ayağına gitmez, ilim öğrenecek öğrenci hocanın ayağına gelir; eğer benim derslerimi istiyorsanız siz geleceksiniz.” dedi. Bunun üzerine Büyükşehir belediye binasının yanındaki küçük camide hâlâ tadı damağımızdaki o feyizli sohbetlerine her hafta 150 kişi civarı arkadaşımızı derse götürürdük.
İstanbul Hukuk’a 1986 girişli Avukat Ziya Er: Bir sohbetinde daha önce Amerika’da tahsil görmüş ve o dönemde muhafazakâr basında yazılar yazan çok popüler bir isim ile ilgili bir soru sorulmuştu. Soru bu ünlü yazarın samimiyetini sorgulayan bir soruydu.
Mahmut Hoca cevap verirken dedi ki; “Sizin arkadaş gurubunuzdan birisi Amerika’da tahsil görüp Türkiye’ye dönse, birinizin üst düzey bir devlet görevine getirilmesi söz konusu olsa, Amerika, o Amerika’da tahsil gören arkadaşınızı tercih eder.”
Biz gençlere erken yaşlarda evlenmelerini, geçim sıkıntısını düşünüp evlenmeyi ertelememelerini tavsiye ederdi. Muhafazakâr gençlerin muhafazakâr kızlarla evlenmesini tavsiye ederdi. “Cazibesine kapılıp açık saçık bir kızla evlenirsiniz, siz ona çarşaf giydireceğim derken o size başka bir şey giydiriverir.” derdi. Ayrıca karşı cinslerin arkadaşlık konusunda pek ileri gitmesini doğru bulmaz, kendi üslubuyla “Din kardeşiyiz derken bir bakmışsınız don kardeşi olmuşsunuz.” derdi.
Doktor Selahattin Semiz: “Biz 80’li yıllarda Cerrahpaşa Tıp’ta okurken öğrenciler arasında çeşitli ideolojik gruplar dışında o dönem yaygın olan “cumasızlar, mezhepsizler” gibi akımlar da vardı. Biz tavsiye üzerine Mahmut Toptaş Hoca’ya gittik. Hoca’m biz tıpta okuyoruz. Hem dinimizi öğrenmek istiyoruz hem de radikal ve farklı görüştekilerin sorularıyla ilgili sohbet yapmanızı istiyoruz dedik.
Dedi ki “Ben öyle radikallere, cumasızlara cevapla uğraşmam. Onlar İslami çizginin biraz ifrat tarafındalar, Kur’an ve Sünneti okumaya devam ederlerse, “Orta ümmet” olmaya namzet insanlar onlar. Size akaid ve fıkıh dersleri verir hakikati anlatırım. Hoca, akaid ve fıkıh dersleri verirken kullandığı mantık ve üslubu ile sorduğumuz sorulara verdiği çok güzel cevaplar ile yıllar sonra doktor olacak arkadaşların temel İslami fikirlerinin oturmasına vesile oldu.”
Mahmut Toptaş Hoca’mızın genel felsefesi; doğruları bina etmek üzerine idi. Bu nedenle ihtilaflı, tartışmalı meselelere girmek yerine olaylara olumlu yönden yaklaşıp “insan doğruyu bilirse yanlışı kolayca anlayabilir mantığıyla derslerini yapardı.”
80’li yıllar Türkiye Daru’l harp mı, Daru’l İslam mı? meselelerinin yaygın tartışıldığı bir dönemdi. Türkiye Daru’l harp fetvasını alanlar kendilerine göre bazı davranış biçimleri geliştiriyor veya fetvalar veriyordu.
Mesela, bir öğrenci arkadaş, o dönem İETT otobüslerinde kart almadan, bilet atmadan seyahat etmek ya da öğrenci olduğumuz için elektriği haricen kaçak bağlayıp bedava kullanmak gibi şeyler konusunda fetva ister gibi Hoca’nın fikrini sordu.
Hoca, bu tür anlayışların kesinlikle doğru olmadığını söyleyerek “Şahısların hakları olsa belki o kişileri bulup helalleşebileceğini ancak kamu hakkına girdiğinden, herkesle helalleşmek mümkün olmadığı için kesinlikle İETT otobüslerinde bilet atmamak ya da kaçak yollardan bedava elektrik kullanmanın caiz olmadığını” söyleyerek toplumda yaşayan insanlara haram helal sınırlarını öğrettiği gibi ve yarınlarda toplumu yönetecek gençlere de kamu haklarını, kamu bilincini aşılamaya çalışıyordu.
Mahmut Toptaş Hoca’nın hayat felsefesi
Hoca, olaylara devamlı bardağın dolu tarafından bakar, hadiseleri olumlu değerlendirmeyi tercih ederdi. İşte olaylara bakışını yansıtan cümlelerinden akıllarımızda kalan bazı örnekler:
● Yağmur damlalarından meydana gelen suyun ölü toprakları dirilttiğini haber verir Rabbimiz: “Önüne bak, yoluna devam et. Su gibi akmaya, etrafı yeşertmeye, pislikleri temizliğe dönüştürmeye devam edin. Suyun akışını kimse engelleyemez. Engellemeye kalkarsa, hızımızı ve gayretimizi kamçılamaktan başka bir şeye yaramaz.
● Şehirler, su kenarında kurulduğu gibi, medeniyetler de peygamberlerin çevresinde kurulmuştur. Bütün peygamberleri günümüzde Müslümanlar temsil etmeye devam ediyorlar.
● Bütün insanlığın teknolojisi bir araya gelseler bir damla suyu var etmeye güçleri yetmez. Su, hem demire çeliklik kazandırır, hem de keser. Su gibi olalım, içimizi dışımızdan görsünler bizim. Gizleyecek haram yükümüz olmasın.
● Dalda çiçeğe, yerde böceğe hayat veren su, Hazreti Nuh Aleyhisselam’a iman edenlere işkence edenleri de boğup yok ediverdi.
● Sevgili Peygamberimiz; Bizans İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu ve Habeş İmparatorluğu şeytan üçgeninin arasında Rabbin kelamını tebliğ ederken ashabına hiçbir zaman kâfirlerin gücünden bahsetmezdi.
● Tilkiler, tilkilik yapar. Onlarca tavuğu öldürür, birini yiyemeden kaçar.
● İslam dinine göre ayarlanan Müslümanın gönül terazisinde, terazinin bir kefesine haklı bir Müslüman konsa, öbür tarafına da dünyanın bütün zalim kâfirleri konulsa, bir tek Müslümanın olduğu kefe ağır basar.
● Mezhebi, mektebi, meşrebi… ne olursa olsun, Müslüman bir kişi veya devlet, kâfirler tarafından saldırıya uğrarsa diğer Müslümanların ona yardım etmesi gerekir.
● Haksız olan kişi anamız, babamız, akrabamız olsa bile haklı olan da dünyanın en zalim, gaddarı olsa bile o hakkı, hak sahibine teslim etmek Müslümanın görevidir. “Ama bizden değil” demeyin. Dünyada bizden olmayan bir tek Müslüman yoktur. Müslüman olmayanlar da Hazreti Âdem’in çocuğu olduklarından hepsi peygamber çocuğudurlar ama yolunu şaşırmışlar. Bize düşen görev onlara bütün peygamberleri gittiği İslam yoluna davet etmektir.
● Gönlünüz rahat olsun, dünyada sekiz milyar insanın içinde benzeriniz yoktur. Ses telleriniz, parmak çizgilerinizle beraber tüm teninizin çizgileri, sekiz milyar insandan farklıdır. Bu farklılık iç organlarınızda da geçerlidir.
● Kendinizi hiçbir insanla kıyaslamadan yaşamayı alışkanlık hâline getirirseniz, o zaman herkesin ve her şeyin size dost olduğunu görürsünüz.
● Tanıdık tanımadık gördüğünüz ilk insana önce gülümser, sonra selam verirseniz, onun karşılık olarak verdiği selam, sizin içinize bin eczanenin ilacının veremediği mutluluğu sunar.
● Niye bayram yaparız? Ramazan Bayramı’nda Ramazan da yapılan ibadetler ve oruç ile günahları döküldüğü, günahlardan kurtulduğumuz ve Allah’ın bizi affedeceğini umarak bayram ederiz. Kurbanda da Allah bize gökten koç göndermeseydi bizler evlatlarımızı kurban edecektik, ondan dolayı bayram ediyoruz.
Nasuh Tövbeyi Anlatırken
Mahmut Hoca’nın anlattığı akılda kalan çok ilginç bir olay vardır. Nasuh isminde birisi, başkalarını gözlemek, röntgencilik gibi bir kötü ahlaka duçar olmuş, Kendini gizleyerek bir kadınlar hamamında çalışmaya başlamış. Her ne kadar arkadaşları uyarsa da “Ben sonra tövbe ederim” diye söylüyor ama tövbeye niyetlendiği hâlde edemiyormuş.
Bir gün saray hanımları kadınlar hamamına gelmişler, hamamın kapıları sıkı sıkıya kapatılmış, Nasuh’ta çıkamamış. Sonra hamamdaki hanımlardan birinin çok kıymetli bir mücevheri kaybolmuş. Herkesi tamamen soyundurup sıraya dizerek aramayı düşünüyorlarmış. Bir görevli herkesi çamaşırların içine kadar arıyorken Nasuh, tövbe istiğfar ediyormuş. Sıra tam Nasuh’a gelmeden bir öncekinde mücevher bulunmuş ve bizim Nasuh derin bir iç çekerek tam bir Nasuh tövbesi ile bir daha bu kötü huya düşmemeye azmi cezmi kasem eylemiş. Nasuh tövbesi de oradan kalmış herhâlde.
Hoca’mızla irtibatım Erzurum’a gittiğimde de devam etti. Onu 1987 yılında Erzurum’a konferans vermeye davet ettim, geldi. Halk Eğitimi Merkezi salonunda “Köleliğin Alfabesi Hürriyetin Elifbası” isimli bir konferans verdi. Ertesi gün Erzurum’un tarihi turistik yerlerini ve önemli şahsiyetlerin kabirlerini gezdirdim. Dedi ki; “Bunlar vefat edenler, şu anda yaşayanlar varsa onları ziyaret edelim.” Şimdi hatırladığım kadarıyla onun teklifi üzerine Muammer Cindilli ve Mehmet Kırkıncı Hoca’yı beraber ziyaret ettik.
O zaman Erzurum’da hocaya sordum: “Said Nursi’yi, Kırkıncı Hoca’yı biliyoruz ve anlıyoruz. Ancak bu Fethullah Gülen nedir? Bir yere koyamıyoruz. Nurcu olduğunu söylüyor ama onlarla da alakası yok ne demek istiyor, ne mesajı vermek istiyor”? dedim. Dedi ki; “Fethullah Hoca, ne Said Nursi ne de Kırkıncı Hoca taraftarı, O kendinci, nev-i şahsına münhasırdır.”
Hoca’yla irtibatımızı yıllarca koparmadık. Ben Manisa’da görevdeyken Hoca, Edremit’e tatile geldiğinde bir grup idareci arkadaşla ziyaretine gitmiştik. Hoca, 2017 yılında Sivas’a bir seminer için geldiğinde önce birlikte Sivas’ın tarihi yerlerini gezmiştik. Sonra da gündüz erkeklere, akşam da hanımlara seminer vermişti.
Mahmut Toptaş Hoca, İstanbul Millî Eğitim müdür yardımcılığına başladığımda “Bu günlerde her şeyin başında Fetö’cüler var ve her şeye hükmetmek istiyorlar. Bunlar etrafınızı sarıp sizi yönlendirmeye çalışırlar. Sizinle yakından ilgilenip sizleri bir yerlere götürür ikram eder, sonra sizi kendilerine bağlamaya çalışırlar, bunlara dikkat edin.” diye beni uyarmıştı.
Yukarıda belirttiğim gibi Mahmut Hoca konuşmalarını yaparken, misaller verirken bir mantığa dayandırmayı çok severdi. Mesela bize kendi yaşadığı bir olayı anlattı:
Birisi geldi, “Hoca’m” dedi “Ben ruha inanmıyorum, sen de beni inandıramazsın.”
Dedim ki, “Sen inanıyorsun”
“Hayır” dedi, “Ben inanmıyorum.”
“Bak” dedim “Ben şimdi sana örnek vereyim. Sen hanımını seviyor musun?”
“Seviyorum.”
“Nasıl evlendin?”
“Hoca’m çok âşık oldum, sevdim, evlendim hâlen de çok seviyorum.”
“Peki, bir gece kalksan, hanımın ölmüş, yanında bir saat daha uyuyabilir misin?”
“Mümkün değil Hoca’m, yatamam” deyince “İşte o seni orada yatıran ruhtur. Ceset aynı ceset, saç teli, baş hali, ayakları aynı. Gözler aynı, niye yanında yatamıyorsun? İşte orada senin yanında yatıran ruhtur” dedim.
“Hoca’m hiç böyle düşünmemiştim. Şimdi inandım.” dedi.
Adamın biri Mahmut Toptaş Hoca’ya “Ben dine, kutsala falan inanmıyorum Hoca’m” demiş. Hoca da “Hayır, siz inanıyorsunuz, bak sana bir soru soracağım, inanıp inanmadığın oradan belli olacak. Çocuklarınıza Cumhuriyet Bayramı’nda mı elbise, ayakkabı alıyorsunuz, yoksa Ramazan ve Kurban Bayramı’nda mı?”
“Hoca’m, tabi ki Ramazan ve Kurban bayramlarında” deyince; “Bak işe sen de inanıyorsun ama farkında değilsin.”
Mahmut Toptaş İsmi Bir Okula Verilmeli
Mahmut Toptaş Hoca; bir yazar, bir bilge, bir büyük, bir aksakal, bir dost, bir gönül insanı, bir usta, bizden biri… Adını ne koyarsanız koyun. Birbirinden kıymetli vasıflarıyla aramızdaki iyi insanlardan birisi olarak gönüllerde yaşayacaktır. “İyi insanların gölgesi uzun olur. Üstat Mustafa Kutlu, İyiler Ölmez adlı kitabının sonlarında “Böyledir. Bizde iyiler ölmez. Evliya olup aramızda yaşarlar…” diyor. (Mustafa Uslu’nun makalesinden)
Vefa, İstanbul’da bir semttir. Mahmut Toptaş Hoca, Vefa’da dersler vermiştir. O nedenle, ömrünü idealleri uğrunda bir nesil yetiştirmeye adayan ve şu anda Türkiye’de üst düzey yöneticilik yapan birçok isim üzerinde emeği olan Mahmut Toptaş Hoca’nın ismi bir imam hatip okuluna verilerek yaşatılabilir.
Mahmut Toptaş Hoca’nın yapmış olduğu tefsir dersleri herkesin anlayabileceği sade bir dille kitaplaştırılmış ve “Şifa Tefsiri” adı altında yayınlanmış. Okurken de insan kendini bir muhabbetin içindeymiş gibi hissediyor.
17 Mayıs 2024
NOT: Mahmut Toptaş Hoca’nın değişik tarihlerde yazdığı makalelerinden de alıntılar yapılmıştır.
---------------------------------------------------------------------------------
Mahmut Toptaş'ın Kendi Dilinden Kısa Hayat Hikâyesi
1947 Karaman-Göçer köyü doğumluyum. İlkokulu köyümde okudum. Öğretmenim bu çocuk zayi olmasın diye babamı ikna ederek köy enstitüleri imtihanına sokmak için Karaman’a getirdiğinde bir camiye öğle namazı kılmak için girdik. Müezzin Ahmet Efendi, babamla hoşbeşten sonra geliş sebebimizi öğrenince, köy enstitülerinin İslam’a aykırı işler yaptığını söyleyerek babamı vazgeçirdi.
Babam elimden tuttuğu gibi imtihana sokmadan köye götürdü. O müezzin Ahmet Efendi’ye hep dua ederim. Babam, eski yazı yasak olduğu için Kur’an okumasını öğrenememiş. Yeni yazıyı da öğrenmeme konusunda inat etmiş, sözü senet, sır saklayan, güvenilen, hiçbir zaman veresiye alışveriş yaparak borca girmeyen bir adamdı. Babamdan etkilenmişim ki ben de taksitle alışveriş yapmam; borç para istemem, hâlimi kendimden başkasına söylemem. Sevinilecek hâllerimi eşim, çocuklarım ve dostlarımla paylaşırım ama üzücü olayları benden başka kimseye söylemem.
Köyümüz, Karamanoğlu Mehmet Bey’in en önemli komutanı Göçer Bey tarafından kurulmuş eski bir köydür. Dilimiz arı, duru, saf Anadolu Türkçesidir. Dinimizi, dilimizi, örf ve adetlerimizi korumuş bir köydür. İlkokulu bitirdiğim 1959 yılının yaz mevsiminde köyümüzde herkese, evinde Kur’an okumasını öğreten Mahmut Karaköse’den ben de Kur’an okumasını öğrendim.
Köyümüze yaya olarak bir günde varılan Torosların eteğinde, alt tarafında nar, üst tarafında kar olan bir köyde Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi’nin öğrencilerinden değerli bir hocadan Arapça okumaya başladım. Daha sonra Karaman’a geldim. Orada da yine Arapça öğrenimim devam etti. İmam hatip okulunu hariçten imtihanlarla bitirdim. 27 Ekim 1966’dan 01 Temmuz 1967’ye kadar imam olarak Diyanet’te görev aldım ve Karaman’ın Bucakkışla nahiyesinde imamlık yaptım. O yılın temmuz ayında jandarma eri olarak askere alındım. Silvan, Van, Hakkâri ve Beytüşşebap’ta 24 ay askerlik yaptım.
Askerlik dönüşü Karaman’da çok değerli arkadaşlarla “Uyanış” gazetesini çıkarmaya başladık. (1969).
02 Nisan 1970’te Karaman’da İmamlık görevime başladım. 31 Ekim 1973 yılında resmi imamlık görevimden istifa ederek Fransa’ya gittim. Bir buçuk yıl çalıştıktan sonra tatil için Türkiye’ye geldiğimde üniversite imtihanlarına katıldım. İlahiyat Fakültesine dönüştürülen, Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazanınca “Ne Fransız’ın yüzü ne de Frangı” dedim ve okuluma devam ettim. 23 Kasım 1975’te Konya’nın Ereğli ilçesine murakıp olarak atandım.
1979 yılında mezun olduktan sonra 1980 yılında imtihanla Mersin’in Mut kazasına vaiz olarak atandım. Aynı yıl Haseki Eğitim Merkezinin imtihanına katıldım ve Ocak 1981’de Haseki Eğitim Merkezinin Arapça bölümünde eğitime başladım.
Değerli hocalardan istifade etmek için çok çalışırken üniversite öğrencilerine de sohbetler ve konferanslar vermeye devam ettim. İki yıllık eğitimimiz sona erince ben Balıkesir’in Edremit ilçesine vaiz olarak atandım (1983). Bir buçuk yıl orada kaldım. Kayınbiraderim Nebi Can, siyasalda okurken geçimini temin etmek için değerli dostumuz Duran Kömürcü’nün kurduğu Şamil Yayınevi’nde çalışıyordu. Kırk yıllık arkadaşlığımızı hiç üzmeden bu günlere getirdiğimiz ve arkadaşlığı akrabalığa çevirdiğimiz, millî güreşçimiz Muzaffer Can Hoca’yla beraber üçümüz Cantaş Yayınevi’ni kurmaya karar verdik.
Ben, vaizliğin resmi tarafından istifa ederek İstanbul’a geri geldim. Sözlü ve yazılı yayıncılığa devam ederken, Ayasofya Camii’nin imamlık kadrosunun boşaldığını öğrendim. İmtihana katıldım, kazandım (26.08.1987). Fakat cami kapalı olduğu için vaiz olarak istihdam edildim. Şubat 1991 yılında caminin küçük bir bölümü ibadete açıldı. İki ay görev yaptım, milliyetçi ve de mukaddesatçı Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in Diyanet’e baskıları neticesinde oradan ayırıldım. Bir müddet daha imamlık yaptıktan sonra 23.03.1995 tarihinde İstanbul Merkez Vaizliğine atandım. Ocak 1999 yılında resmi vaizlikten emekli oldum.
Hocanın rahmetlisi olurda, emeklisi olamaz. Köşe yazılarıma, “Şifa Tefsiri” sohbetlerime devam ediyorum. Hafta sonları İstanbul dışına konferanslara gidiyorum.
YORUMLAR