Yıldıray Oğur
www.karar.com
İki gündür her yerden oluk oluk analiz akıyor. Herkes kendi haklılığını teyit eden teorilerle Ekrem İmamoğlu hakkında verilen cezayı değerlendiriyor.
Bu kafa karışıklığından kurtulmanın bir yolu var.
Yüzyıllardır benzer durumlarda işe yaramış bir alet: Occam’ın usturası.
13 ve 14. yüzyıllarda yaşamış İngiliz din adamı ve filozof Occam William’ın “pluralitas non est ponenda sine necessitate” yani “varlıkları gerekli değilse çoğaltmamak gerek” diye çevrilebilecek ilkesi “Aynı sonuçları veren iki rakip teoriniz varsa, daha basit olanı daha iyidir”e dönüştü ve bilimsel çalışmalarda ve düşünce tarihinde Occam’ın gereksiz olanları kesip atan usturası çok faydalı bir alete döndü.
Gereksiz yerleri kesmeye başlayalım.
En gereksizinden başlayalım.
Türkiye’deki mevcut adli şartlarda bugün seçimi doğrudan etkileyecek, üst düzey siyasetçiler hakkındaki böyle bir davada kararın Cumhurbaşkanı’nın bilgisi ve onayı olmadan alınması mümkün değildir.
Nasıl eskiden Erdoğan’a siyasi yasak kararını sadece hakimler vermediyse, bugün de bu kararı şimdi fotoğrafları ortalığa serilen savcılar ve hakimler vermediler.
Bunun tersini iddia etmek naiflik olur.
Tam bu noktada bir Ankara kulisini aktarmakta fayda var.
Önce 13 Aralık günkü haberi hatırlayalım:
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan Üçlü Devlet Başkanları Zirvesi’ne hareketi öncesinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi Türkmenbeyi Caddesi’ndeki evinde ziyaret etti. Yaklaşık 1 saat süren görüşmede Meclis’e sunulan başörtüsü teklifiyle milyonların merakla beklediği EYT düzenlemesi, ekonomideki son durum, enflasyonla mücadele, Cumhur İttifakı’nın önümüzdeki dönemde atacağı adımlar, seçim hazırlıkları ve terörle mücadele operasyonları ele alındı.”
Kulislere göre İmamoğlu ile ilgili mahkeme bu ziyarette konuşuldu.
Ne olduysa iki lider arasında yaşandı.
Kararın bu şekilde çıkacağından AK Partili üst düzey yöneticilerin, bakanların ve hatta Adalet Bakanı’nın bile haberi yoktu.
O yüzden Ankara’da AK Partililerle konuşanlar şaşkınlık, tepki ve “yargıya hakim değiliz, derin güçler devrede” tarzı komplo teorileriyle karşılaşıyorlar.
Ve bunda samimiler, rol yapmıyorlar, gerçekten de beklemiyorlardı böyle bir karar.
Hatta pek çoğu bu kararı Erdoğan’ın benzer tecrübesi nedeniyle AK Parti’ye de yakıştırmıyor.
Hatta yine Ankara kulislerine göre AK Partili bazı önemli siyasetçiler Erdoğan’ın bu kararı eleştirmesini ve arasına mesafe koymasını istediler ama Erdoğan buna yanaşmadı.
Konuşsaydı ve eğer konuşursa kararı destekleyecek sözler söyleyeceği için de şu ana kadar konuşmaması ve bu soruyla muhatap edilmemesi tercih edildi.
Kararın verildiği saatlerde Erdoğan, Türkmenistan’dan Türkiye’ye dönüş yolunda havadaydı.
Halk TV’de Ayşenur Arslan, İsmail Küçükkaya’dan öğrendiği bir bilgiyi yayında aktardı:
“Sabahleyin İsmail Küçükkaya ‘Ben öğrendim. Erdoğan’a o soru sorulmuş. Ama...’ dedi ve devamını getirmedi. Her sabah İsmail ile ben programa çıkmaya hazırlanırken, o programını bitirmiş giderken karşılaşır 5 dakika konuşuruz. Konuyu sordum ‘Anlat’ dedim. O soruyu Ayşe Böhürler sormuş. Sormuş ve Erdoğan bir yanıt vermiş. İsmail Küçükkaya’nın kaynağı Ayşe Böhürler değil. Bir başka isim. Onu bana da söylemedi. Aktaran isim şunu söylememiş ama ‘Erdoğan ne dedi?’ cevaben. Çünkü cevap vermiş. ‘Yargı bağımsız’ gibilerinden ortalama cevap ama.”
Ama tek elden hazırlanıp dağıtılan röportajda böyle bir soru-cevap yoktu. İddiaya göre bu cevap daha sonra metinden çıkarılmıştı.
AA’nın haberine göre uçak 15.40’da Türkmenistan’dan kalktı ve 18.10’da Ankara’ya indi.
Yani İmamoğlu’nun çağrı yaptığı ve mahkemenin kararını açıkladığı saatlerde Erdoğan uçaktaydı.
Karar 17.50 gibi ajanslara düştüğüne göre tam iniş saatlerinde haber uçağa ulaştı.
Türkiye o saate kadar zaten bu meseleyi konuşuyordu, internetin açık olduğu uçakta Erdoğan’a genelde inişe yakın saatlerde yapılan röportaj sırasında İmamoğlu davası sorulmuş, henüz karar çıkmadığı için sorulmamış ya da sorulan soru karar belli olmadığı için çıkarılmış olabilir.
Ama kararın üzerinde iki gün geçti ve Erdoğan hala sessizliğini koruyor.
Eğer bazı AK Partililerin iddia ettiği gibi Erdoğan bu karardan rahatsız olsaydı ya da bu karar ondan habersiz alınsaydı şimdiye kadar çoktan konuşmuş ya da AK Partili yöneticiler üzerinden rengini belli etmişti.
Peki kim konuştu?
Devlet Bahçeli.
Bahçeli attığı tweetlerde "Karar, abuk sabuk pek çok tartışmayı da körüklemiş, böylelikle fırsatçılara gün doğmuştur" dedi ve daha sonra kararı “yargı kararına saygı duyulmalı, kimse ayrıcalıklı değil” diyerek savundu:
“Türkiye'de hukukun üstünlüğü hakim, adaletin evrensel ilkeleri havidir. Hiç kimse mahkeme önünde ayrıcalık ve imtiyaz sahibi değildir. Bir mahkeme kararını tasvip etmemek başka, hakaret etmek başkadır. Beğenilmese de yargı kararına herkesin saygı duyması mecburiyettir.
İBB Başkanı dokunulamaz, ulaşılamaz ve ayrıcalıklı bir şahıs değildir. Hakkında tesis edilen ve kesinleşmemiş bir mahkeme hükmünü fütursuzca siyasileştirip toplumsal alanda yığınak haline dönüştürmek adalet ve hukuk ilkelerine vahim bir saldırıdır. Her şeyden evvel 14 Aralık'ta İmamoğlu ile ilgili davanın görüleceği herkesçe bilinmektedir. Bu durum şapkadan çıkmış bir tavşan değildir."
Ama bununla da yetinmedi Bahçeli. Karar ve sonrasında yaşananlardan hareketle “operasyonun” hedefinin Kılıçdaroğlu olduğunu söyledi:
“Nitekim operasyonun hedefi CHP Genel Başkanıdır. Kılıçdaroğlu'nun adaylığına soğuk ve şaşı bakanların Saraçhane tantanasına can havliyle sarılması, İP Başkanı'yla İmamoğlu'nun sevinç içinde kucaklaşmaları, bu şarkı burada bitmeyecek nakaratları tam bir düzenbazlıktır."
Peki, operasyonun hedefi Kılıçdaroğlu mu?
Bu kez de CHP ve İmamoğlu çevresinden kulislere kulak verelim.
CHP’liler ve İmamoğlu çevresi de mahkemeden böyle bir karar beklemiyordu.
CHP genel merkezinden ve İmamoğlu’nun çevresinden isimler karar duruşmasında erteleme, beraat ya da siyasi yasağa yol açmayacak alt sınırdan bir ceza beklentisi içindeydiler.
Kılıçdaroğlu da Berlin’e davanın avukatları ve CHP’li yöneticilerden aldığı bu hukuki değerlendirmelerle gitti, zaten kendisi de bunu açıkladı.
Duruşma sabahı yani Kılıçdaroğlu Berlin’deyken de durum böyleydi.
Ta ki duruşma günü hakim cezanın gelmekte olduğunu salondaki avukatlara belli edene kadar.
Özellikle ara verilince avukatlar siyasi yasak kararından emin oldu ve bu izlenimin verildiği İmamoğlu da halkı Saraçhane önüne çağırdı.
Öncesinde böyle bir hazırlık yoktu.
Bir aylık aradan sonra yapılan karar duruşmasında karar o kadar kötü yazılmıştı ki Türk Ceza Kanunu’nda olmayan 125/6’ıncı fıkradan bile ceza vardı. Hatta bu istenirse istinafta tek başına bozma nedeni bile olabilir.
Yani bu hatadan hakimin de hazırlıksız olduğu, her şeyin son ana kaldığı anlaşılıyor.
Peki tahmin edilebilecek bu tepkilere rağmen neden İmamoğlu’na siyasi yasak getirildi?
Tabii ki ilk amaç gayet basit: İmamoğlu’nu siyasetten tasfiye etmek. İmamoğlu genç ve popüler bir siyasetçi. Güçlü bir cumhurbaşkanı adayı ama aday olmazsa da 18 ay sonra yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak iktidarı zorlayacak.
Yani tek amaç sadece seçime 7 ay kala güçlü bir cumhurbaşkanı adayını elemine etmek değildi.
O amaçlardan tabii biri.
En az bunun kadar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını yeniden ele geçirmek de bir amaç.
İktidar için hem o çifte seçim yenilgisi hem de İstanbul Belediyesi’ni kaybetmek büyük ve geçmeyen bir travma.
İktidar oy deposu olan İstanbul’da seçime belediyenin gücüyle gitmek istiyor. 18 ay sonraki belediye seçimlerine de belediyeye sahip olarak girmek istiyor.
Özellikle İstanbul’da belediyenin sosyal politikalarıyla AK Parti’nin sahasına girmesi rahatsızlık kaynağı.
Esenler Belediye Başkanı’nın bir süredir bunun için hazırlıklar yaptığı duyuluyordu.
Anlaşılan bu devri teslim için Cumhurbaşkanlığı seçimi beklenmeyecek.
Zaten Cumhurbaşkanı 23 Haziran İstanbul tekrar seçimlerinden üç gün önce katıldığı CNN Türk yayınında bile dava yoluyla belediye başkanlığını elde etme fikrine ilkesel olarak karşı olmadığını açık etmişti:
“Ben belediye başkanı iken okuduğum bir şiir nedeniyle mahkum oldum. Bu mahkumiyet nedeniyle belediye başkanlığımı elimden aldılar. Bu daha belediye başkanı olmadan devletin valisine küfrediyor. Yasalarımızda küfürlerin karşılığı şu kadar yıldan şu kadar yıla bellidir. Benim belediye başkanlığım nasıl düştüyse onunki de düşer. Ben yaşadım çünkü. Cezası belli bir süreyi aşarsa başkanlığı düşecektir.(Oy verirseniz oyunuz boşa gider gibi bir görüntü ortaya çıkıyor sorusu üzerine) Halk cumhurbaşkanı olarak valinizin izzetini korumayacak mısınız diyor. Buna sahip çıkmak öncelikli görevlerimiz arasındadır.”
İkinci amaç tam da Bahçeli’nin dürtüklediği şeydi.
Yani Altılı Masa içindeki birliği bozmak.
Altılı Masa’da CHP-İYİ Parti arasındaki adaylık tartışmasının tabii ki iktidar da farkındaydı.
Kibarca yürütülen bu pazarlıklar ortaya atılan bu bombayla kızışmış oldu.
Sonuçta İmamoğlu’nu adaylığı artık Twitter’da tweet atılan, kulislerde konuşulan bir mesele olmaktan meydanlarda bağırılan bir şey olmaya döndü.
Akşener, Almanya’da olan Kılıçdaroğlu’nun boşluğunu siyasi etik sınırlarını da zorlayarak doldurdu, adaylıkla ilgili masadaki meseleyi aleni hale getirdi, kendi pozisyonunu halka mal etti ve toplumsal destekle masayı zorlamaya çalışıyor.
CHP kaynakları Akşener’in bu fırsatçılığından rahatsız. Hatta bir CHP’li yönetici Meclis’teki kavgada yaralanan ve hastaneye kaldırılan İYİP milletvekilini ziyaret etmeden önce bile Kılıçdaroğlu’nun Akşener’i aradığını hatırlatarak sitemini dile getiriyor.
İktidar medyası ve AK Partili siyasetçilerin kararın ve mitingin ardından tek gündemi Altılı Masa’da Kılıçdaroğlu-İmamoğlu/Akşener arasındaki kriz. “Kılıçdaroğlu’na operasyon çekiliyor” yayınlarında İmamoğlu-Akşener sarılması bile canlandırıldı.
Peki iktidar bu hamleyle başarılı oldu mu, yoksa hamle geri mi tepti?
İmamoğlu, Erdoğan gibi kahramanlaşmış olmadı mı? İktidar neden kendine bunu yapsın?
Bu sorulara da başka bir basit soruyla cevap verilebilir: Neden yapmasın?
Eğer sabit parametreler seçimlerin riskli olduğunu söylüyorsa, seçime doğru giderken sabit parametreleri değiştirmekten başka yapacak bir şey var mı?
Ele geçirilen bir yargı imkanı ya etik ve hukuki kaygılarla kullanılmayacak ya da etik ve hukuk bir tarafa bırakılarak mevcut statükoyu bozmak için değerlendirilecekti.
İkincisi yapıldı.
Bu ille de harika ve zekice düşünülmüş bir satranç hamlesi olmayabilir.
Satranç tahtasını sallarsanız da taşlar yerinden oynar.
Aslında sadece hukuki bir fırsattan istifade edildi ve satranç tahtası sallanarak bir satranç hamlesi yapılmış oldu.
Sonuç?
İktidarın sorumluluğunu örtecek düzeyde geliştirilen bin bir türlü komplo teorisi, kızışan adaylık kavgası, CHP-İYİP arasında artan gerilim, Kılıçdaroğlu’na karşı yükselen açık muhalefet satranç tahtasını sallamanın da çok da kötü bir hamle olmadığını gösteriyor.
Bu karara karşı altı partinin liderinin ilk kez birlikte katıldıkları mitingdeki organize olmayan kalabalık, kamuoyunda oluşan tepki ise iktidar için iyi haberler değil.
Ama iktidar toplumun ekonomik şartlar gibi hukuksuzluğa da kolayca alışabilmesine, sokaklardaki bir hareketliliğin kendisine yarayacağına, öfkeyle yarışan bıkkınlık ve siyasi apati hissine güveniyor olabilir.
Occam’ın usturası yine meseleyi çözmüştür umarım.
YORUMLAR