Gönül Çalab'ın Tahtı Yeğen
Suare vakitler sonrası mutat eşref vakti düşüncelerin doğurganlığında zihinde cevap arayan sorular…
Geçmek bilmeyen saatler…
İmsak derken, gecenin yerini aydınlığa terk ettiği kuşluk vakti nihayet Dayı’nın yanındaydım.
-Bugün aylardan Kasım. Sabahı şerifler hayırlı olsun Dayı! Müsaden var mıdır? Abdest alıyorsun çeşme suyundan; üç kere ağza, üç kere burna. Peki, gönle kaç kez abdest aldırmak gerektir? Deyip havluyu uzattım.
-Lüzumu yok havlunun. Bırak nuru üzerimde kalsın. Bakma aylardan Kasım, mevsimlerden sonbahar olduğuna. Ne zaman darlanırsan gel demiştim! Benim kapım sana her zaman Aralık. Vakti şerifler seninle bereketlensin yeğen! Gelelim soruna. Zannetme insan kalır baki. Ten bir gün yok olur lakin ruh baki. Aylarda böyledir işte geçer. Ekim gidince başlar Kasım. Zannetme ki aylarda kalır baki!
Gönlün ne kadar yakınsa Kur’an’a; o kadar abdest alır, paklanır kalp ve yumuşayınca sağlamlaşan tek şeydir şu kâinatta kalp dediğin. Ölmez kalp ama mühürlenir. Gönül abdestine kapalı olur o vakit. Katran zifti karanlık kaplar. Kalp ölmez ama o zift vicdanı, adaleti öldürmekle başlar. Peşe peşe erdemli her şey ölür.
-Tam da bunu soracaktım dayı! insanımız “bana öyle bir Kur'an okumayı öğret ki sevabından mahrum olmayayım ama hayatıma karışmasın. Tecvitli olsun ama tertilli olmasın. Gençliğime karışmayan, yaşlılığımda yanımdan ayrılmayan bir Kur’an olsun. Hatta öyle bir Din olsun ki ticaretime karışmasın. Kabak yemenin sünnet olmasından bahsetsin ama faiz şirretinden bahsetmesin mesela.” der gibi garip halde. Anlamakta güçlük çekiyorum. Neden? Dayı neden hayatın esasına dokunmayan, yormayan, albenili ama Çin malı kalitesinde bir din ister ve yaşar insanlar?
- Bak yeğen; kalp gönül çalabından gaflete düştüğünde yıkılır insan. Yıkılırken birden yıkılmaz. Azar azar farkında olmadan yıkılır. Vicdan ölür sonra. Vicdan ölünce zihin olanı olduğu gibi kabullenmek için meşruiyet arar. “Anamdan doğdum çıktım pazara, bir kefen aldım döndüm mezara” misali zaman aralığı kadar kısa hayatın anlamından kopunca Müslümanlar, dünyaya fazlaca meylettiler. Ahiret değişmediği halde ahiret anlayışları değişti. Her erdemli eylem, her onurlu cümle suistimale uğrar oldu. İnsanlar, her hata ve her yanlışa meşruiyet arayışına çıktılar. Yanlışlarının bütün gerekçelerini şeytana ve dostlarına yükleyip, kınayarak rahatlama yolunu seçtiler.
Unutma ki yeğen yanlışlar doğruları suistimal ederek var olabilir. Ve yanlış olan doğrudan meşruiyet kazanmaya çalışır.
İnsanlar kıssalardan hisse almak yerine borsadan hisse almayı daha akıllıca buldular. “Bal tutan parmağını yalar" sözüyle yolsuzluğun önünü açtılar. "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" sözüyle devleti soymayı öğrendiler. “Yemeyenin malını yerler" sözüyle dolandırıcılığı olağan hale getirdiler. Gemisini yürüten kaptandır “sözüyle gaspçılığı meşrulaştırdılar. "Kol kırılır, yen içinde kalır" sözünü suçları gizlemek olarak anladılar. "Söz gümüşse sükût altındır" diye diye haksızlıklar karşısında dilsiz şeytan olup güce yamandılar. Sözün üstünlüğü gitti. Üstünlerin sözü genel geçer doğru ve dokunulmaz ve hikmetinden sual edilmez oldu. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözüyle emeği sömürmeyi "Komşuda pişer bize de düşer" sözüyle hak edilmemiş emeklere konmayı meşrulaştırdılar. "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" sözünden önce “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” İngiliz sözünden diş kirası almayı ve vermeyi çıkarlar ve ticari işler için makul yol seçtiler. "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" sözünün yüceltildiği gün yalanın başladığı gün oldu. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" sözüyle bencilliğe, egoizme tavan yaptırıldı. "Üzümünü ye bağını sorma" denilerek haram lokma için sinsice bir yol bulundu. "Köprüden geçene kadar ayıya dayı de" sözü münafıklık, riyakârlık, aldatma için meşru zemin oldu.
Yollara asfalt dökülmesini sevinçle karşıladı insanlar. Oysa asfaltta çiçek yetişmezdi yeğen!
Bozulan bireysel ahlak değil toplumsal ahlak. Yoksa kötücül olan bu kadar hürmet ve ihtimam görüp bu kadar yol alabilir miydi?
İnsanlar toplu taşıma araçlarında garip bir haleti ruhiye ile yaşıyorlar. Doğruyu bilen ama onu uygulamayan. Ve doğruyu yapanı alkışlayan ama yanında durmaya cesaret edemeyen. Tıpkı yaşlı veya hamile bir hanıma yer vermek için ayağa kalkmayanların ayağı kalkanı vicdanlarıyla alkışlaması gibi.
Bu coğrafyada Kur’an’ı anlamadıklarını sananlar ya yalan söylüyor, Ya da neyi bildiklerinden habersizler?
Kur’an haksız olan her şeyi yasaklar. Ve iyi olan her şeyi emreder. Peki, neyin haksızlık olduğundan habersiz mi ki insanlar? Eğer habersiz ise kötüden ve iyiden? Bu gönlüne abdest aldırmadığındandır.
Unutma ki yeğen Âleme tamah edersen, öte âlemi duyacak ne kulağın, ne de görecek gözün ne de gönlün olur?
Kimse gülü yüreğine dikenini soksun diye sevmez... Ahiret güldür. Dünya bilen için diken. Sevgi güzelliktir, içinde hiçbir tilki barındırmamalı anlamını yitirmemek adına... Bir bitene çare yok, birde yitip gidene, asla inanmamalı ben hep varım diyene! Koskoca dünyada nasılda başaramadık avuç içi kadar yürekte yaşamayı.
De hay de yeğen! Sen demini aldın sıra çayı demlemede. Ah Kasım…
Sonbaharın bitişi Kışın bitişiği kalbimi ısıt üşümesin.
-Eyvallah Dayı! Berhudar olasın.
Hüseyin Acarlar "Pendname" kitabından
14 Kasım 2020
YORUMLAR