Misafir Kalem

Misafir Kalem

Misafir Baştacı

Dibace/Günce|Hüseyin Acarlar

31 Ekim 2024 - 05:14

DİBACE/GÜNCE  -320-
Hüseyin Acarlar
31.10.2024 Perşembe 


Derdi Olan Okur, Derdi Olmayana Dert Okur.
Şirin niye Feminist? Ferhat Niye Kulağını Deliyor?
 
Bir resmi töreni, bir resmi bayramı daha geride bırakmanın sevinci içinde “bin atlı akınlarda çocuklar gibi” şeniz!
Modern Türkiye canım memleketim; resmi törenlerin, bürokratik şölenlerin, zorlama anmaların, zoraki eğlenmelerin, koro halinde ağlamaların dayanılmaz ağırlığıyla bir yas evi kadar cuş-u huruşuz! Devletçi yapımızla bir 29 Ekim töreninde Şirin, İzmir’de vals yaptı. Artık CHP'li olan Ferhat, küpe takmak için kulağını deldi. Böylece laik demokratik cumhuriyet kurtulmuş oldu! 
Leyla Anıtkabir’e koştu, Mecnun, okeye dördüncü aradı emekli kahvesinde. Arzu ile Kamber ağlak din anlayışımızın Nirvana’sı Fethullah’ın taziyesinde yas tuttu! Mem û Zîn, ümit fakirin ekmeği deyip bir umutla bakmaya başladı gökyüzüne…
 
Bizde aşk maşukla tarif edilir. Öyle Romeo ve Juliet gibi "ve" bağlacıyla değil “ile” ile anlatılır. Bu başka bir günün tartışması olarak dursun. 
Ne demişti Romeo;
“Asaletim sadece aşkının tapınağına girdiğimde olacak içimde. Bir gün yıkılırsa bedenin başka ülkelerin çamurlu evlerinde: Bil ki bütün denizleri ayaklarına dökeceğim.” Vay vayy! Bence bugünkü günceye uygun ifadesini şu cümleyle ihata etmek gerek: “Öğret bana nasıl unutulur düşünmek juliet”
Hâsılı "deliye her gün" bayram hesabı coşkuyla kutlayacağımız, avuçlarımız patlarcasına alkışlayacağımız, itinayla kendimizden geçeceğimiz, törenlerle ve şölenlerle anacağımız bir sürü günümüz ve gecemiz var. Hem resmi hem dini hemi de Katolik vede Kapitalist! 
 
Aynı zamanda bütün ulus olarak tekmili birden üzüleceğimiz ölüm yıldönümlerimizde… Yok Kuzey Korelilerden farkımız. Ağla komutuna dokunulunca ağlayacağımız nice sebepler… Gül düğmesine basılınca yanaklarımızda açılıveren tebessüm goncaları, İndirim günlerinde sırıtan vechler! Bir Sezen Aksu şarkısı “azıcık alttan azıcık üstten/hobbidi hobbidi hoplatalım” diyen ‘Çakkıdı’ ruh hali bu! Ağlama nöbetlerimizi birden kahkahalarımız bölüyor. Kahkahalarımız gözyaşlarımızı, gözyaşlarımız sevinçlerimizi yalanlayıp duruyor biteviye. Birilerini görmek, birilerini gömmek, birilerine görünmek için içine düştüğümüz sevinç ve üzüntü nöbetleri… Sevincimizi de hüznümüze gölgeleyen sahtelikler, sahtekârlıklar…
Yüzlerce yıldır neysek aslında o olmadığımız, olamadığımız bir fanusun içindeyiz. Neyi savunuyor ve neyin yanında yer alıyorsak orada değiliz. Oranın değiliz… Nerede olduğumuzu ya da olmamız gerektiğini bilemediğimiz için bizden önceki ezberlere sığınıyoruz. Sorgulamadan, düşünmeden…
Neyi eleştiriyorsak ya da neyden kıyasıya nefret ediyorsak belli bir zaman sonra eleştirdiğimiz ya da nefret ettiğimiz o şeye dönüşüyoruz. Onun için bu toplumdaki farklı grupların ya da ideolojik kesimlerin son tahlilde yok birbirinden farkı.
 
Şu yalan dünyaya en çok tamah edenler, altın yığanlar, para sevenler maalesef yalan dünyanın pisliklerinden dem vuran dindar/muhafazakârlar. Kendini en çok koruyan ve kollayanlar kadere inananlar. İnşallalıh maşallahlı dualı salhanelerde sıfır riskle konuşup sıfır riskle pısırık cengaverliklerle yaşayanlar, kahramanlık menkıbelerinde boğulanlar... Söze Allah’la başlayıp, sözün sonunu kendine ve veya meşrebine getirip kendine dayayarak ego şişirenler, hem dinden besleneneler hem dine sövenler aynı kertede aynı ahlakı üretiyorlar. Bir lokmanın bir hırkanın edebiyatı dahi yapılamaz oldu! sahiciliği ve samimiyeti kaybettik.
 
Sahici inanmayı, adanmayı, gerçekten sevmeyi bilemiyor ve beceremiyoruz. İnançlarımız sömürü, adanmışlığımız kullanılmışlık, sevmemiz istismar mevzuu…
 
Her ne kadar da toplumu laik/anti laik, dinli/dinsiz, gerici/ilerici, Kemalist/Anti Kemalist, cumhuriyetçi/şeriatçı… Gibi ayrımlara tabi tutsak da gündelik davranışlarımızda herhangi bir ayrılığın aslında olmadığını görebiliriz. Abartmayı, putlaştırmayı seviyoruz. Değer verdiğimiz insanlara insanüstü güçler atfediyoruz. Olanı, olduğu gibi kabul etmek yerine efsanelerin, efsunların aynasından yansıyanları daha makbul görüyoruz. Gücün karşısında eğiliyoruz. Aslında karşısında eğildiklerimiz gücünü bizzat bizlerden devşiriyor. Bizim güçsüzlüğü kabullenmemiz aslında onları güçlü kılan. Ama özür, galiba biz yamuk olmayı seviyoruz!
 
Genel olarak bir edep erkân çerçevesinde tartışabilmeyi, karşımızdakine meramımızı anlatabilmeyi beceremiyoruz. En küçük meseleleri bile bir gerginliğe dönüştürmeden çözebilme yeteneğimiz ne yazık ki yok. Gerginlik üzerinden harekete geçen, o atmosferle büyüyen, tahrik ve tahrip gücü yüksek 
İthamlarla gerginlikten nemalanan bir yapıya sahibiz. Aynı zamanda bireysel hayatlarımız da gerginlik ve öfkeyle şekilleniyor. Bu prototip ruh kendini her alanda hissettiriyor. Söz konusu öfke kendinden başka bütün halleri ortadan kaldıran, köreltici öfke. Gürültü patırtı havasıyla arkasından bizi nedamet içinde bırakan cahillerin üretmesi öfke…  
 
Hayatlarımız, sanki bir gürültü patırtının yansımasından ibaret hale gelmiş. Koca bir gürültü… Sükûneti, asudeliği, enginliği yitirmiş; Önüne gelen her şeyi sürükleyen bir selin gürültüsü gibi… Bir sel gibi… Önümüze çıkan her şeyi kibirle, istiğnayla, iddiayla ezip geçiyoruz. Sahip olduklarımız bizi alçakgönüllü, engin gönüllü kılmıyor. Alabildiğine müstağnilik… Bir vakti kerahet,. bir ruhtan yoksun vakit, ruhu kalmamış bir dünya. Bir vicdanı yok yaşadığımız zamanın. O vicdanı muhafazakar demokrasiyle Filistin'de, Gazze'de toprağa bir kaç akçe uğruna gömdük! Bir vicdana sahip değil insan. Bir vicdana… Yitirmişiz maşeri vicdanı yok öyle bir şey artık yitirmişiz… Aynı ortak vicdanın yücelten, yüce gönüllü dilimiz yok, sedası yok kulaklarımızda. Yörüngesini yitirmiş bir hız… Hızına ulaşılamayan bir hareket… 
 
Değişimin ve hareketin sürekli olarak yüceltildiği, herkesin kendinden başkasını görmediği, kişinin kendi sesine kulak kesildiği, kendi sesinin gürültüsünde kaybolduğu günümüzde bu gayet normal karşılanacaktır. Karşılanmakta da nitekim. Oysa kadim dünyada, klasik çağlarda aslolan belirli bir mevziide durmaktır, ayakları sabiten toprağa basabilmektir. Zira hareketin bütün maksadı sükûnettir. Huzurdur. Huzurda durmaktır. Bu anlamda hareket sükunete kavuştuğunda kemale ermiş olur. Oysaki her şeye çılgınca koşan, gördüğü her şeye delice atlayan günümüz anlayışı bunun çok uzağında. Ayağımızı basabileceğimiz bir varlık tasavvurumuzun olmadığı gibi bir toprağı Siyonzme kurban verecek cehalet katmanında yüzmeye başladık. Ayağımızı basabileceğimiz bir toprak… Ezberlerimizden sıyırılmasak günün sonunda bir Sezen Aksu şarkısı kalır dudaklarımızda
“Bir an gelip de küllenince
Yüreklerimiz dinlenince
Başka sevgilerde teselli bulunca
İste biz o gün düşüneceğiz
Etrafımızı sarıverecek
Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Her şey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz”

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum