MUASIR MEDENİYETLER SEVİYESİNE DÜŞMEK!
Şaşırmayın! Yanlış yok başlıkta; muasır medeniyetler seviyesine düşmek diye yazdım. Bile isteye ve ister hiciv ister yergi ister ironi deyin; ben buna bir isim vermeden karşı olmak, şiddetli bir biçimde karşı olmak, hatta ve hatta çok acayip, koyu bir şeklide reddetme diyorum. Bu benim kendi isimlendirmem ve başlığım. Yazıyı sabırla okuyun ve Müslüm babanın dediği gibi; “adını sen koy” deyip kendinizle baş başa kalın.
Çok uğraştık, çok didindik, çok ama çok değerlerden vazgeçtik “muasır medeniyetler seviyesine” düşmek için. Özenle ve dikkatle “muasır medeniyetler seviyesine çıkmanın” ölçütleri bizlere sunulmuş olsa bile, biz, bu toplumun yaşayan miras yedileri olarak maalesef yine yanlış anlamakta rakip tanımadık. Tanıştırılmak istediğimiz tüm güzellikleri de “ukalalık” edasıyla ve “çok bilmişlik” garipliğiyle reddettik. Çok değil, bin küsür yıllık kadim devlet tarihimizin başlangıcına gidip de bugünlere kadar “muasır medeniyetlere” ilham olan ve onların sahiplenip geliştirdikleri şeyleri biz elimizin tersiyle iterek son sürat onlara yabancılaşırken, onların kokuşmuşluklarını da alıp çığırtkanlar eşliğinde medeniyet (!) bayrağını taşımaya aday olduk çıktık.
Ne hikmetse Osmanlı denildiğinde akla savaşlar, entrikalar, siyasi kararlar ve bol bol da yemekler gelmektedir. Oysa Osmanlı devletinde günümüz dünyasını altyapısını hazırlayan sayısız bilimsel, teknolojik, iktisadi, yönetim, kültür yeniliği gelişmiş, her dönem uygarlıkta önemli atılımlar ve çözümler yapılmıştır. Hem at sırtında fetihler ve dünyanın dört bir yanına adaleti ulaştırıp ihdas etme çabası hem de dünya huzurunu sağlama görevini gönüllü üstlenmesi mevcuttu.
Bilim ve teknoloji alanında haritacılık, matematik, astronomi, veri yönetiminde ilerlemeler, ansiklopediler, havadan daha ağır uçuş, havalandırma sistemleri, klinik psikolojide terapiler, madencilikte patlayıcılar, roketler, denizaltı, aşı, safkan at ırkları, ruh hastalıkları hastaneleri, kimya, renk ve pigment üretim sanayii akla gelmektedir. Her birinin içine girip de ayrı ayrı incelediğimizde “şaşırmak” kelimesinin durumunuzu ifadede yeterli olmayacağını düşünecek kadar şaşıracağınıza eminim.
Ekonomi alanında Türkiye’yi bugün kurtaran vadeli çek sisteminden hem üreticiyi hem aracıyı ve hem de tüketiciyi koruyan düzenlemelere kadar, ücretsiz otel hizmeti, araç paylaşımı, toplu taşımacılık, toplu konutlar, ilk fabrikalar önemli gelişmeler arasındadır. Daha açılan mektepleri demiyoruz. Hele II. Abdülhamid Han zamanında topluma kazandırılan kız mekteplerinden üniversitelere, aş evlerinden arkeoloji müzelerine, stratejik devlet kurumlarının inşasından dünyaya yön veren ticari yolların düzenlenmesi ve kontrol mekanizmalarını saymaya kalksak eminim uzun bir yazı dizisi olur.
Strateji alanında askeri iletişim teknikleri, portatif köprüler, ileri ateşli silahlar, patlayıcılar, askeri öğrenci sistemi, asalet-dışı profesyonel askerlik, büyük toplar, askeri bandolar savaş sanatını baştan tanımlayan yeniliklerdi. Ee, kolay değil bin küsür yıllık tarihin üstlerine yükledikleri misyonları yerine getirmek. Allah’tan atalarımız bizler gibi “yürüyen merdivene ters binen” bir insanlar değillermiş.
Kamu yönetiminde veri koruma yasaları, çoklu hukuk sistemleri, çevreci yasalar, denizaşırı insani müdahaleler, ortak uluslararası diplomatik sistemler, vakıflara dayalı sosyal yardım düzenleri daha önce oluşmamış ve Osmanlılarda şeklini ve kendini bulmuş gelişmelerdir.
Kültür sanat alanında gazete ve kitapların sürekli yüksek sesle okunduğu kıraathaneler, bilim ve sanatın tartışıldığı kahvehaneler, geceleri bile gösterime giren gölge tiyatrosu dizi filmleri toplumsal kültürel dönüşümlere yol açtı. Kurgu bilim, logo, günümüz iletişiminin temeli olan medya mesajı ilkesi beş yüz yıllık Osmanlı geleneğidir.
Aşı çalışmaları, demir yolları ağları, ticaret yolları ve stratejileri, yaşlıya ve çocuklara, kadınlara ve her nev’i insana yakışır hizmetlerin sunulduğu sosyal, ekonomik ve psikolojik huzur sağlayan yüzlerce hizmetler icra edilmiş.
Gelelim bizim yanlış anlamamıza. Evet “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” telkinini ve hedefini biz yanlış anladık desem, inanıyorum ki çok fazla iyi niyetli davranmış olacağım. Bu nedenle de bize öyle şeyleri “muasırlık” olarak gösterdiler ki; ne kadar nefsi ve şehevi şeyler varsa, insanlığımızdan sıdkımızın sıyırılacağı davranış ve zihniyet varsa, köhnemiş ve rutubet kokusundan ciğerleri delen ne kadar kokuşmuşluk varsa adeta bizim üstümüze yapıştırdılar. Neler mi;
-Kültürümüzü kaybettik,
-Taklitte uzman olduk,
-Yönetim ve idarede yalanların öncülüğünü kabul ettik,
-Giyim, kuşam, yeme, içme gibi şeylerde hep materyalist olduk,
-Eğitimi, öğretimi kendimizden kaçarak yapmayı bir marifet saydık,
-Yaftalama ve etiketlemede üzerimize kimseyi tanımaz hale geldik,
-Dilimizi, dilimizle birlikte gönlümüzü ve gözümüzü kara topraklara gömdük,
-Dinlemez, anlamaz, konuşmaz ama saldırganlıkta üzerimize rakip çıkartmadık,
-İyi niyetleri bir çuvala koyup insanlık tarihine gömüverdik,
-Kulaklarımızı ve gözümü kapadık; hatta kurşunlar döktürdük ki sorumlu olmayalım,
-Takla varsa yem var felsefesiyle “para varsa iş ve hizmet var” diye diye kör olduk.
Öyle şeyler yazılır ve söylenir ki bu platformlardan, bizler sadece “muasırlık” kavramını yanlış anlamakla bu kadar yıkılmanın müsebbibi ve mazlumu olmayı başaran bir millet olduk çıktık. Kolay gelsin, ne diyelim. Gerek dini ve gerekse milli liderlerin bizlere bildirdiği ve tavsiye ettiği şeyler, şu andaki yaşadıklarımız olamaz. Olmamalı ve biz böyle durumları da asla kabul etmemeliyiz. Yalakalık, gösterişçilik, bencillik ve tatminsizlik uşaklığında bir ömür geçirmemeliyiz. Yüzyıllarca dünyaya “muasırlığı” öğreten, dünyaya örnek olan bir kadim kültür geleneği müntesipleri “çıkmakla-inmek” kavramlarını bu kadar basit bir şekilde karıştırmamalı.
Ne diyelim! Allâh selamet, basiret, feraset nasip etsin.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog
YORUMLAR