Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog

Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog


AH MÜSLÜMAN AH...

07 Nisan 2025 - 22:51

Önce Kültür Bulaştı, Sonra Ahlâk, Sonra Tarz-ı Hayat...
Toplumların kendi kimliklerini inşa ederken sakındıkları en büyük tuzaklardan biri de başkasına özenerek kendinden uzaklaşmaktır. Özellikle modernleşme süreçlerinde birçok Müslüman millet, Batı’nın teknolojik ve kültürel üstünlüğüne hayran kalmış; bu hayranlık zamanla bilinçli bir tercihten çıkıp körü körüne bir taklide dönüşen yaşamın akışına kapılmışlardır. Ne yazık ki bu taklitçilik, sadece dış görünüşte değil, zihniyet dünyasında da derin tahribatlara yol açmıştır.

Batı taklitçiliği, özünde bir kimlik inkârıdır. Batı'nın ortaya koyduğu değerler bütünü, kendi tarihî, toplumsal ve kültürel birikiminden doğmuştur. Bu değerlerin sorgusuzca ithal edilmesi, bizim kendi dinamiklerimizi bastırmamıza, hatta küçümsememize neden olmuştur. Diliyle, modasıyla, sanatıyla, eğitim sistemiyle Batı’ya benzemeye çalışmak; kendimiz olmaktan utanmakla eşdeğer hâle gelmiştir. Ne kadar da hazin ve içler acısı bir “ezik” ve “köhnemiş” bir zihniyettir.

Ancak taklit, hiçbir zaman asli olanın yerini tutamaz. Taklit ettikçe üretkenliğimiz zayıflar, özgünlüğümüz silinir ve bağımlılığımız artar. Bu durum zamanla bir çöküşe, bir kimlik buhranına dönüşür. İşte yıkım da burada başlar. Çünkü bir millet, kendi köklerinden koptuğu anda yönünü şaşırır; sadece dışarıdan dayatılanla yetinen bir topluluğa dönüşür.

Batı taklitçiliğinin yıkımı, bir uyanışı da beraberinde getirmelidir. Taklitten özgünlüğe, hayranlıktan eleştirel bakışa geçilmelidir. Batı’yı düşman bellemek değil, onu anlamak ama kendi değer dünyamızdan da vazgeçmemek esas olmalıdır. Gerçek ilerleme, Batı’nın izinden gitmekle değil; kendi yolumuzu, kendi özümüzle inşa etmekle mümkündür.

Unutulmamalıdır ki medeniyet, sadece teknolojik gelişmişlikle değil, kültürel derinlikle ve ahlaki sağlamlıkla da ölçülür. Bu bağlamda, Batı taklitçiliğinin yıkımı, sadece bir sona değil; aynı zamanda yeniden inşaya, dirilişe ve özgür bir kimlik bilincine açılan kapıdır.

Peygamber Efendimizin, “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz...” (Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6) hadisi şerifi, ümmetin gelecekteki (bugünler ve yarınlar) yönelişine dair son derece çarpıcı bir öngörüdür. Bu ikaz, sadece bir dönemin değil, çağlar boyunca sürecek bir sapma eğiliminin habercisidir. Öyle bir haberci ki ne demiş ise ne ifade etmiş ise her biri yerli yerini bulan, çağlar üstü bir habercidir.

Asırlar öncesinden bildirilen ve kültürel çözülme ile başlayan bu yolculuk, zamanla ahlaki değerlerin aşınmasına ve en nihayetinde hayat tarzının tamamen değişmesine sebep olmuştur. Bugün ise bu hakikatin ete kemiğe bürünmüş haline tanıklık ediyoruz maalesef. Ne acıdır ki, taklide özenmek marifet, öz benliğe sadakat ise geri kalmışlık sayılır hale gelmiştir. İnsanlar isimlerinden yediklerine, okuduklarından izlediklerine, sevdiklerinden sakındıklarına, düşünmesinden görmesine varıncaya kadar özellikle belli bir hegemonyanın tesiriyle yaşandığı sanılmaktadır. Bunun üstüne üstlük yanlış rota, aldatan rehber, habersiz sözde mihmandar, dili ile ameli aynı çizgide gidemeyen sözde ilim erbabının bilinçaltına kazıdıkları olumsuzluklarla neler yaşanmakta neler!

Kimliğin Sinsi Yıkımı (Kültürün Alt Üst Oluşu)
Toplumların inançları, değerleri ve ahlaki kodları, önce kültür üzerinden şekillenir. Müzik, eğlence anlayışı, moda, tüketim alışkanlıkları ve dil... Bunlar bir toplumun zihinsel iklimini belirler. Batı kültürünün medyatik ve teknolojik araçlarla tüm dünyaya pompalanan yaşam tarzı, Müslüman toplumlar için büyük bir kültürel kuşatma doğurmuştur. Bugün nice Müslüman gencin hayranlık duyduğu figürler, aslında Allah’ın emirleriyle taban tabana zıt bir hayatın temsilcileridir. İşin en hazin tarafı ise bunu iki nokta itibariyle gerçekleşmektedir: İlki farkına varmadan nefsi kaypaklıkla gerçekleşmesi iken ikincisi de kaypaklığın ötesi satılmışlıklarla yansımasıdır. Hangisi olursa olsun her ikisinin de sonucu hüsrandır.
Önceki cümleler için taklidin başladığı yer olduğunu söyleyebiliriz: Kendi kültürüne yabancılaşmak. Müslüman, kendi benliğine kulak tıkarken Batı'nın kokuşmuşluğunda huzur arar; kendi edebiyatına uzak dururken Batılı metinlerden kimlik devşirmeye çalışır. El Hak; hazin mi hazin bir hakikattir bu.

Kökten Sarsılış (Ahlâkî Erozyon) 
Kültürel taklit, zamanla ahlaki zeminimizi de aşındırır. Çünkü kültür, yalnızca dış görünüş veya eğlence değildir; değer yargılarını, iyi-kötü algısını, helâl-haram çizgisini de beraberinde taşır. Böylece, yabancı kültürün içine sızdığı Müslüman birey, zamanla “Aman canım ne olacak?” diyerek haramı meşru görmeye başlar. Faiz, gösteriş, iffet sınırlarını zorlayan ilişkiler ve sosyal medya üzerinden yapılan teşhircilik, normalleşme sürecine girer. Bugün başörtüsünü sadece sembolik bir aksesuar olarak görenler ya da tesettürü moda ile pazarlayanlar, bu erozyonun en bariz örnekleri arasındadır. Hani gençlik yıllarında dayatılan ve baskı unsuru haline gelen yasaklara karşı direnen ve meydanlarda “ses” olan kimseler bile “yahu biz bunlar için mi meydanlara döküldük” diyecek kadar şaşkınlığın şaşkınlığını yaşamaktadırlar. Nereden mi biliyorum? Biliyorum, biliyorum.

Başkalaşımın Son Perdesi (Tarz-ı Hayat Değişimi)
Bu değişimin en yıkıcı sonucu ise hayat tarzının kökten değişmesidir. Artık düşünce biçimi de hedefler de hayaller de değişmiştir. Dün “İmanla yaşamak ve ahireti kazanmak” olan yegâne gaye, bugün yerini “trend olmak, daha çok kazanmak, daha çok beğenilmek” gibi dünyevî heveslere bırakmıştır.

İslami bir hayat nizamından uzaklaşan kimseler, nihayetinde ne tam anlamıyla modern olabilir ne de Müslüman kalabilmektedirler. Bu arada ortaya çıkan kimlik, ne olduğu belli olmayan melez bir karakterdir. Duyguları modern, dili Batılı, vicdanı muallak, inancı ise şekilden ibaret bir Müslümanlık… İşte tam da burada Peygamber Efendimizin, “Sürünerek bir kertenkele deliğine girseler siz de girersiniz” dediği tablo budur.

Peki, Yeniden Aslımıza Dönmek Mümkün mü?
Elbette ki mümkündür. Yeter ki farkındalık oluşsun ve bu farkındalık kişisel bir uyanışa, ardından da toplumsal bir harekete dönüşsün. Asrı Saadet’teki o sade, samimi ve sağlam kimliğe dönmek; modern dünyanın akışında kendini kaybetmemiş bir Müslüman olarak kalmak, zordur ama imkânsız değildir.

Kur’an ve sünnet ekseninde şekillenmiş bir hayat, Müslüman’ın asıl kimliğidir. Bu kimliğe sahip çıkmak, sadece nostaljik bir özlem değil; aynı zamanda ümmetin var oluş mücadelesidir.


Ah Müslüman ah... Kendin olsaydın, dünya seni konuşurdu. Lakin sen kendin olmadın ve tüm eksik kimseler seni konuşur haldedir.
Kalın sağlıcakla…

Gökmen CAN

Eğitimci Sosyolog

 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum