Nelerle karşılaşmıyoruz şu hayatta. Şiddetle kaçındığımız şeyleri yapar olmaya başlamaktan, müptelası olduğumuz şeyleri terk etmeye varıncaya kadar rijit bir değişim yaşayabiliyoruz. Bazen gözümüzde çok büyüttüğümüz insanların yıkımlarından dolayı ya da bir inat uğruna reddedişlerimizin neticesinde buhran üstüne buhranlarda savrulabiliyoruz. Sesler duyuyorum: “Maneviyata yönel” diyor birileri. Evet, aldım ve kabul ettim bu seslenişi. Lakin her bu kadar kolay olmuyor. Yani sözcüklerin ağızdan çıktığı kolaylıkta yaşanmıyor şu hayat. İşte, tam da burada insanı tanıyan, insan hayatına değer veren, insana değerli olduğunu hissettirecek yöntemleri bilen ve adeta insanı su terapisi şeklinde huzura kavuşturacak kimselere ihtiyaç duyuyoruz. Bunun ayıbı, kaçması olmamalı. İlla ki deli ya da ruh hastası olmamıza gerek yok bir psikiyatriste gitmek için. Bizi tanımayan ve her şeyimizle içimizi döküp bizi rahatlatacak birine ihtiyaç duyarız. Yanı başımızdaki insanların değersiz olmasından, güven vermeyişinden değil, aksine yanı başımızdaki insanlara değer verip onlara güven vermemizden dolayı gitmek istemeliyiz.
Bu istek “SOS” veren bir benliğin derinliği olan zihin yorgunluğunun kaçınılmaz çağrısıdır belki!
İnsan, doğası/fıtratı gereği karmaşık/kozmopolit bir varlıktır. Düşünür, hisseder, yaşar ve zamanla yıpranır. Hele ki modern (!) yaşamın dayattığı hız, kişisel sorumluluklar ve toplumsal baskılar karşısında herkesin zihinsel dayanıklılığı aynı seviyede değildir. Lakin toplum, fiziksel hastalıkları olağan karşılarken, psikolojik sıkıntıları çoğu zaman bir zayıflık belirtisi olarak görmeye eğilimlidir. Oysa ki, psikiyatrist desteği almak, bireyin kendi zihinsel sağlığını koruma çabasıdır. Peki, insan neden psikiyatriste gitme ihtiyacı duyar? Hangi başa çıkmazlar onu bu noktaya sürükler?
Kırılma Noktalarım(ız)İ
nsanı psikiyatri desteği aramaya iten birçok sebep bulunmaktadır. Bunlar genellikle bireyin iç dünyasıyla, yaşadığı travmalarla veya çevresel faktörlerle bağlantılıdır. Kendi iç dünyamızın ağırlığı olan şeylerdir bizi bu kadar uçurumun dibine getiren. Bazen anksiyete ve panik atak dediğimiz sürekli bir tehdit algısı, belirsizlik korkusu ve beklenmedik şeylerdir bizi psikiyatriste doğru sürükleyen. Bazen de depresyon dediğimiz, yaşamdan zevk alamama, kendimizi sürekli yorgun hissetme ve değersizlik duygusunun üzerimize karabasan gibi çökmesidir kim bilir. Özellikle geçmişe ve yaşanmışlıklara bağlı olarak ömrümüzün her döneminde volkan patlaması gibi olabilecek, gün yüzüne çıkabilecek kimlik bunalımı ve varoluşsal kaygılar bizi yorgun argın psikiyatrist koltuğuna uzatır. Her birimiz “Ben kimim?” sorusunun cevaplayamamasından ötürü sürekli bir hayatta anlam arayışını devam ettirmemiz bizi koltukta oturan, bizi kimsenin olmadığı kadar “anlamak için dinleyen” kimsenin karşısına iki seksen uzatıyor ve gevşeme haline büründürüyor.
Bazen yaşamımızın getirdiği travmalar ve kaygılardır bizi çaresiz hissettiren. Hatta korkak oğlu korkak gibi davrandıran. Kayıplarımız ve bunlara bağlı olarak yaşadığımız yas süreçlerimiz olmuştur. Sevdiğimiz birinin ölümü, ciddi bir hastalık ve hayatımızı karartacak kadar kötü muameleler yapan insan suretli ne idüğü belli olmayan varlıkların “kahrolası” varlıkları gibi yıkıcı deneyimler bizi çok derinden sarsabiliyor. Ya da ihmal ve istismar da başlı başına birer “koltuğa itici etken” olabilmektedir. Çocuklukta veya yetişkinlikte yaşanan duygusal, fiziksel veya cinsel travmalar karabulutları hayatımıza çullandırır. Sevmek, ayrılmak, istismar ve taciz edilmek gibi etkenler başlı başına yıkım usta başları olabilmektedir. Bazen de şiddet ve zorbalık denilen ilkelliğin saldırıları bizi donuk baktırır. Tiksindirir, korkutur, uzaklaştırır ve nefretle birlikte kabuslar gördürür. İş yerinde, okulda veya sosyal çevrenin herhangi bir yerinde maruz kalınan baskıların her biri psikiyatriste götüren yollardan biri olabilir.
En acı nedenlerden biri de çevresel baskılar ve sosyal faktörlerin ulu orta bir yerde bizi beklemesidir. Toplumun beklentileri arasında olan; “Başarılı olmalısın”, “Mutlu bir evliliğin olmalı”, "Kusursuz görünmelisin" gibi normların varlığı ve bize bunları elde ettiremeyecek insanların varlıklarını “es geçme” bizi eşe dosta ya da internet sitelerinde psikiyatrist aratıp durur. Hele bir de iş stresi ve buna bağlı bir şekilde meydana gelen tükenmişlik sendromu ayrı bir dumura uğramadır. Yoğun çalışma temposu, rekabet, gelecek kaygısı gibi şeylerden sonra kendimizi adeta sosyal izolasyona mahkûm etmemiz, kendimizi iyice yalnız hissetme, anlaşılmadığımızı düşünmeye itekleyiverir.
Peki, insanların tutumları ve psikolojik yıpranmışlık denilen şey? Psikolojik olarak zor durumda olan birinin karşılaştığı en büyük engellerden biri, çevresinin tepkisidir. İnsanlar genellikle şu tutumlarla bireyi daha da çıkmaza sürükleyebilir: “Senin sorunun yok, abartıyorsun” yaklaşımıyla duyguların geçersizleştirilmesi bizi çileden çıkartır. “Herkesin derdi var, seninki de dert mi?” sözde rahatlatma ve şükrettirme tepkisi. Ama bunu yaparken de kıyaslama ve küçümseme itinayla ihmal edilmiyorsa Aşık Veysel’i hatırlarcasına; “Benim sadık yârim psikoloğumdur” deyip teranelerle nefes alıp verirsin. Bütün bunlara ek olarak “Güçlü olmalısın” türünden yemek üzerine tatlı misali önümüze fırlatılan baskı, bizi zayıflık göstermekten korkma, duygularımızı bastırmaya mahkûm ettirir. Çoğu zaman bu tür tepkiler, bireyin kendisini ifade etmesini zorlaştırır ve profesyonel destek alma sürecini erteler.
İşte, bizim halimiz “İhtiyacım var” diyebilmek ve damgalanma korkusunu aşmayı gerektiriyor. Psikiyatriste gitme ihtiyacını kabul etmek, bizim için cesur bir adımdır. Ancak toplumsal damgalama, bu süreci zorlaştırabilir. Lakin biz takmamalıyız. Hatta zihnimizde yankılanan; “Deli damgası yemek” korkusu, “Başkaları ne der?” endişesi, “Bunu kendi başıma çözmeliyim” inancı çözüme ulaşmayı geciktirir veya tümden engeller. Oysa ki, zihinsel sağlık, fiziksel sağlık kadar önemlidir. Nasıl ki bir kırık kol için doktora gidiliyorsa, ruhsal kırılmalar için de psikiyatriste gitmek olağandır. Doktorun; “İncinmişsin” teşhisini bile duymak bazen çok büyük kararların ilk basamağıdır.
Evet, netice olarak diyebiliriz ki psikolojik destek almak, güçsüzlük değil, güç kazanmaktır. Bir insanın psikiyatriste gitmesi, tükenmiş olduğunu değil, kendisini iyileştirmek için çaba gösterdiğini gösterir. Toplumsal bakış açısının değişmesi ve bireylerin kendi ihtiyaçlarını kabul edebilmesi, daha sağlıklı bir toplumun temelidir. “İtiraf ediyorum, ihtiyacım var” diyebilmek, en büyük özgüven göstergelerinden biridir. Bu farkındalıkla, psikolojik destek almaktan çekinmek yerine, bunu bir gelişim süreci olarak görmek gereklidir. Çünkü insanın en büyük cesareti, kendini iyileştirme çabasına girebilmesidir.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog
YORUMLAR