(Müslümanların Birbirinden Uzaklaşma Süreci)
SESLİ MAKALEYİ DİNLE
Günümüz toplumlarının sosyal ve kültürel yapıları, çeşitli kimliklerin, inançların ve değerlerin bir arada var olmasını sağlayacak şekilde şekillenmiş olsa da “dindarlık ve dini kimliklerin” algılanma biçimi birçok toplumsal gerginliğin temelinde yer alabilmektedir. Özellikle Müslüman toplumlarda, “dindar” bireylerin birbiriyle olan ilişkileri ve toplumsal yansımaları üzerinde şekillenen korku ve uzaklaşma süreci, ciddi bir sosyal analiz gerektiren bir fenomen, çözülmeyi bekleyen kriz niteliğine büründürülmüş “yapay” bir “korku salım noktası” haline getirilmiştir.
Müslümanların birbiriyle olan ilişkilerinde gelişen korku, uzaklaşma ve paranoya sürecini ele alacağımız bu yazımızda; bu olgunun dini, sosyal ve psikolojik boyutlarını irdelemeye gayret edeceğiz.
Dindarların Birbirinden Korkması/Korkutulması Sosyal Bir Gerçekliktir
Müslüman toplumların birçoğunda, dindarlık üzerine kurulu/kurulmuş bir korkunun hâkim olduğu gerçekliği bulunmaktadır. Bunun enteresan yanı ise bu korkunun dışarıya yönelmekten çok, aynı toplumun kendi içinde, “dindarlar arasında” şekillenmesi/şekillendirilmesidir. Bu acı veren gerçekliğin oluşumunda, dini kimliklerin sosyal baskı ve yargılara maruz kalması çok etkili olmuştur. Aslında dindar bireyler tüm safiyane ve “Emrilleh” hükmünün gereği bir hayatı idame ettirmek yerine, “dindarlığa düşman” kimselerce oluşturulan yapay kutsallıkların da kışkırtmalarıyla, hem kendi inanç sistemine sadık kalmaya çalışırken hem de çevresindeki dindar diğer bireylerin tepkilerinden çekinmeye başlamışlardır.
Bu korku ve çekinme husulleri, bireylerin dini kimliklerini ifade etme biçimlerinde önemli değişimlere yol açar. Maalesef daha "aşırı", “geleneksel”, “normal” ya da "daha az" dindar olarak görünme kaygısı, bireyin hem kendi özüne hem de çevresine yabancılaşmasına neden olmuştur. “Dindar” bir birey, diğer dindarların eleştirisine maruz kalma korkusuyla kendini sürekli bir “savunma pozisyonunda” bulur. Unutmadan hemen söyleyeyim: Yirmi yedi yıl önceki yaşadığımız çekincelerin belki nitelikleri değişmiştir. Ama bakışlardaki “at gözlüğü” mantıkları değişmemiştir. İtham ifadelerinin ses yüksekliği, ses sahiplerinin niceliklerinin varlıklarını çok göstermektedir. Ama “dini kuralları yaşamak isteyenler” bilinçaltı pes etmişlikleriyle “korku ve tehlikeleri” birbirlerinden görmeye devam etmektedirler.
Dindarlık Dairesi Korkusu ve Aşamaları
Dindarlar arasındaki bu korku süreci, belirli aşamalarda toplumsal bir ayrışmaya dönüşmektedir. İlk olarak, geniş Müslüman toplumdan bir ırama söz konusudur. Dindar kimse, kendini toplumun genelinde güvende hissetmediğinden kendisine daha yakın bulduğu bir gruba dahil olur. Bu da genellikle cemaat, tarikat ya da ideolojik bağlarla şekillenen daha küçük topluluklar olur. Ne yazık ki, zamanla bu küçük gruplar içinde de benzer bir korku ve eleştiri mekanizması devreye girer. Maalesef çok şiddetli şahitlikler mevcuttur.
Küçük gruplardaki bu korku, bireyin çevresindeki insanları daha yakından incelemeye ve eleştirmeye başlamasıyla derinleşir. Böylece, daha küçük daireler içinde de bir uzaklaşma süreci başlar. Zamanla, birey en yakın çevresindeki insanlardan, aile bireylerinden dahi uzaklaşmaya başlar. Dini pratikleri ya da inançları nedeniyle yakın aile üyeleri bile bir tehdit ya da eleştiri kaynağı olarak algılanabilir. Daha Türkçe ifade edecek olursak: Dahil olunan gruplardaki kişilerin kişisel çıkarları, kaypaklıkları ve yanlışlıkları “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemek” ten bile vazgeçip, beyaz olan bir şeyi yemek içmekten sakınmaya sürüklemiştir.
Gelinen son aşamada ise birey, kendisinden dahi korkar hale gelir. Kendi dini inançlarını ve pratiklerini sürekli sorgular, yeterince “doğru” ya da “samimi” olup olmadığını irdelemeye başlar. Bu içsel çatışma, bireyi kaçınılmaz olarak bir paranoya noktasına sürükler.
Paranoya Haller
Hak membadan, hak ehilden ve doğru metotla ilim almayan, “dindar bireylerin” toplumdan, çevrelerinden ve kendilerinden uzaklaşma sürecindeki varacağı nokta paranoyadır. Paranoya, bireyin sürekli bir tehdit altında olduğunu hissetmesi durumudur. Özellikle klinik psikolojisinin konusudur. Ciddi bir kişilik bozukluğudur. Dini bağlamda ise bu tehdit, kişinin dini pratiklerinin yetersizliği, çevresindeki insanların onu yargılayacağı ya da toplumsal baskıların altında kalacağı korkusuyla oluşur. Hoş, kanımca bunun altında ezilmeye gerek yok lakin kişinin olgunluğu, duruşu, ilmi ve hayata bakış pencereleri duracağı noktayı ya da alacağı şekli/hali belirlemektedir.
Tam da burada, kişi hem çevresindeki dindar insanlardan hem de kendi içsel dünyasından korkar hale gelir. Oluşturulan (!) dindar kimlik, bireyin ruhsal sağlığı üzerinde baskı kurar ve bu durum, dini pratiğin özünde yer alan huzur ve güvenlik hissini de yok eder hale gelir. Paranoya, bireyin sürekli olarak bir kontrol mekanizması oluşturmasına, kendini ve çevresini sürekli denetim altında tutmasına neden olur. Bazı “sözde ilim erbabı” kimseler de aşırı kibir ve bencillikten dolayı da bu hale düşmektedirler.
Oluşan Korkunun Sosyal ve Psikolojik Nedenleri
Dindar bireylerin birbirlerinden korkma sürecinin arkasında yatan sosyal ve psikolojik nedenler çeşitli katmanlara sahiptir. Birincisi, modern toplumlarda dinin toplumsal yapılar üzerindeki etkisinin zayıflaması ve dindarlığın “öteki” bir kimlik olarak görülmeye başlanmasıdır. Dindar bireyler hem seküler toplumla hem de kendi iç dünyalarındaki dini değerlerle çatışma içinde boğuşurlar. İkinci olarak da toplumsal baskı ve dini pratiklerin birer “gösterge” haline gelmesi, bireyleri sürekli bir değerlendirme ve yargılama döngüsünde tutar. Her birey, dini kimliğinin yeterince doğru olup olmadığı konusunda sürekli bir endişe taşır. Bu da bireyler arasındaki güven duygusunu zedeler.
Diğer yandan psikolojik açıdan bakıldığında, bu tür bir korku ve paranoya durumu, bireyin benlik algısında derin yaralar açabilir. Sürekli bir eleştiri ve yargılanma korkusu, kişinin kendine olan güvenini zedeler ve dini pratikleri yerine getirirken bile bir huzursuzluk hali oluşturur.
Peki, Çözüm Önerisi Olarak “Dini Dayanışma ve Güven Durumu” Yeniden İnşa Edilebilir mi?
Müslüman toplumlar ve Müslümanlar arasında gelişen bu korku ve paranoya sürecinin aşılabilmesi için dini dayanışmanın ve güvenin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. İlk adım, bireylerin birbirlerini yargılamadan, önyargısız bir şekilde dini kimliklerini kabul etmeleridir. Yani namaz kılan, dinin emirlerini uygulamaya gayret eden kimseler “ötekileştirmemeli” aksine “kabul edilmeli”.
Toplumsal seviyede, dini kimliğimizin baskı aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir. Dini pratikler, bireylerin iç huzuru ve manevi gelişimi için bir araç olmalı; sosyal baskı ya da statü sembolü haline gelmemelidir. “Ben bilirim” diyerek göz boyayanların “sadece ben öğretebilirim ve ben ilim verebilirim” bencilliklerinin yıkım tuzağı ve hastalığına yakalanmamalı, onlardan kaçmalıyız. Toplumsal birlik için bu elzemdir.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog
YORUMLAR