Tarihi Bir Tefekkür
(Adana - Ulu Cami Meydanı)
Kalabalıklar arasında yalnızlık, ıssıslık güzeldir bazen. Düşünmeye, tefekkür etmeye, dinlenmeye, yenilenmeye sevkeder.
Yine böyle yalnız, ıssız bir gün.Yürüyorum vakit öğle, güneşin yaktığı gölgenin üşüttüğü, bahara çalan havasıyla giyince terleten, çıkarınca üşüten garip bir iklimin garip bir şehridir Çukurova....
Tarihi bir serüven yaşatmak için almadım kalemi elime. Taş köprüyle başlayan, büyük saatle devam eden yazılarda yazarım elbet ama bu defa Allahı zikreden kumrulardır tefekkürü yazıya döken....
Ulucami yanındayım. Gerek minare çevresi gerek kubbe üzeri, gerekse o bilinen meydanda saymakla bitmeyecek çoğunlukta kumrular var.Bilen bilir orada fotoğraf çekilmek ayrıcalıktır. Şimdi, kumrular sadece senin camiinde, sadece senin memleketinde mi var?
Bizim Sultan Ahmet'imiz, Eyüp Sultan'ımıza ne kumrular konar göçer diyenleri duyar gibiyim. Merak etmeyin orayada dökerim mürekebimi. Orayı da tefekkür etmek nasip olur elbet...
Az bir yürüyüş, kuşlar arasında bir iki fotoğraf, caminin tarihi güzellikleri derken, bir nefes alayım diye Ramazoğlu medresesi içinde, şadırvan başında çay simit faslında sıra... Çayıda bir başka oluyor hani tarihin kokusuyla... Biraz önce, iki gezinip bir fotoğraf çektiğimde, neden kuşları beslemek için buğday tanesi almadığımı farkettim. İlk iş, kumruları yemlemek!
Aklım şimdi orada... Fırından yeni çıkmış dumanı üstünde sıcacık bir simit, yanına konulmuş iki şekerli tavşan kanı da geldi. Çayı şekersiz getirin desemde dinlemiyor bunlar beni. Kan yapar abla diyor bitanesi... Eyvallah diyip tebessüm ediyorum çaycıya.
Sonra bir duygu yoğunluğu çöküyor yüreğime. Ne zaman böyle sessiz sedasız kalıp bir kahve yada çay içsem, uzaklara dalar gözlerim. Uzaklarda, çok uzaklarda
"İlk yudum benim için" diyen bir dost anar galiba beni...
Öylece dalmışım hem tefekküre hem tevekküle...
Bir an irkildim Ezanı Muhammediyye ile. Çayımın son yudumunu da alıp kalktım camiye doğru...
Hiç namaz vakti gelmemiştim buralara. Ezanı Muhammediyye 'yi böyle derinden dinlememiştim. Kulağım ezanda, gözüm camii kapısında hemen koşar adımlarla az evvel kendime görev tayin ettiğim kumruları doyurmaya... Sonra da öğle namazımı eda ederim inşallah. Yem satan amcamızdan yemi alıp arkamı döndüğümde, bir de ne göreyim, bir tane bile kumru yok ortada. Sadece seslerini duyuyorum şehrin kalabalığına karışan bir tonla. kafamı hafifçe gökyüzüne doğru kaldırıyorum nerde acaba bunlar diye, İşte tefekkür vesilesi o manzara....
Hepsi sanki ibadette, taatte...
Kimisi ağaç üstünde, kimisi minarede, kimisi de kubbede devam eden Ezanı dinlemekte. Sadece çıkardıkları kendilerine özgü bir sesle Ezanı tekrar ediyorlar adeta...
Elimde yem, bir sağa bir sola koşuyorum ama nafile... Biten yemlerin yerine yenilerini alıp döksemde her yere, gelmediler ezan bitmeden yemeğe bile.
Sevaptır onları doyurmak diyorum iç sesimle ve sağa sola zıplayarak gelip biri yese de sevap kazansam diye koşturuyorum... ama bişey var ki, tefekkürün resmini çizen onlar oldu benim düşünemediğim bir gerçekle....
Öylece kala kaldım....
Biten Ezan'ın ardından duamı edip tam namaza geçecektim ki, doluşuverdiler birden yanıbaşıma. Bir anda kaynadı ortalık kumrularla... Uzun uzun seyrettim onları, yeni yemler aldım attım önlerine ve bakakaldım öylece, seyre daldım ibretle...
Evet... Ezanı dinlediler zikrettiler yaratanı dedim kendi kendime...
Ya biz! Eşrefi mahlukattık oysa. En şerefli kılınan... Bizi onlardan ayıran özelliğimiz olan, aklımızla hükmedemedik yaratılışımıza...
Ve tefekkür vakti... Bugün Birşey daha öğrendim... Yaratılış gayesini unutmamalı insan, kulak asmalı kendisini çağıran nidaya ve icabet etmeli ebedi huzurun kaynağına...
YORUMLAR