TARİH KOKAN SOKAKLAR
ADANA - TEPEBAĞ
ADANA - TEPEBAĞ
Adımladım tarih kokan sokakları… Çocukluğumu hatırladım. Ayaklarımın bastığı bu yerleri, tanıyor adımlarım...
Şu kemerli köprü, tarihi çeşme, Yeşil Mescid, öğrenci yurdu, Kur’an kursu, Atatürk Evi, Tarihî Taş Köprü’ye çıkan sokaklar... Ve dahası öncülük ediyor tarihin doludizgin yaşanmışlıklarına...
Taş duvarların yerini alan hazır betonların görüntüsü kaplamış sessiz, sakin olan o eşsiz muhteşem manzarayı... Yenilenen duvarlar, taze zift kokan asfaltlar, cami görüntüsünü andıran, pencere yerine köy tabiriyle taka dediğimiz, duvar boşluğuna oturup kitaplar okuduğumuz pencerelerin yerini pimapenler alıvermiş. İşlemeli kapıların eski halinden eser yok şimdi. Amerikan deniyor artık kapılara. O güzelim işlemeli dantel perdeler, stor dediğimiz rengârenk bir desenle kaplamış odaların sokağa bakan her karesini…
Bahçeler çiçeklerden arınmış sanki… Pencere önünde, sokakları mis gibi kokutan fesleğenlerin kokusunu özlüyor içimdeki çocuk... Ne yana baksam hatıra dolu... İçimde hala büyümemiş çocuk şuracıkta dururken, hiç bir şey durmuyor bıraktığım o günlerde... Havası, suyu değişmiş değişmesine ama hala gözlerimi dolduran bir cevher var bu yollarda... Evlerde... Bu mahallede...
Yıllar önce sek sek oynayarak, geçtiğim, Babamın sesinden marşlar, ilahiler, ezgilerle yürüdüğüm sokakların yerini, şimdilerde alabildiğine insan sesine karışan, yüksek sesli müziklere bırakıvermiş zaman.
Şu terzihane ne anılar biriktirmiş sinemde. Az mı bekledik kapısında… Anneme birkaç esvap, babama takım elbise, bana ve ağabeyime de birer bayramlıkla az bayram edilmedi bu nice hazineyi içinde barındıran tarihin sokaklarında...
Ezan sesiyle hangi tarihi camiyi koklasam, hangi Beytullah’ın kapısını yoklasam diye düşünürken, buralarda bile tarihin eserini görememe hüznü kaplıyor içimi... Nerede o eski halılar? Nerede o bahçesinde hasır üzerinde rahleye oturarak Kur’an okuduğumuz avlular?
Seneler geçip giderken su misali akarak, bizler bakakalmışız sadece ardından. Ne çocukluğumuz kalmış, ne o yaşadığımız duygu yüklü hatıralar... Azalacağı yerde çoğalıyor hüznümüz. Dem vururken sinelerimize, bir de gem vurmuşuz konuşması gerektiği yerde susan dilimize. Haykıramadığımız nice sözlerimizle baş başa kalmışız yalnızlığımızın da kamçıladığı ruhumuzla...
Ne idik, ne olduk? sorusuna maddi bir cevap veriyor ibret dolu haliyle... Nereye bu gidiş? dediğimde zor bir sual sormuşçasına zorlanıyor sanki hala içinde tarihi barındıran ve kaldığı yerden hayatına devam eden bir heybetle...
Bir sima arıyor gözlerim… Selam verdiğim, kelam ettiğim, başımı okşayan, bir elma şekeriyle yüzümü güldüren o amcalar nerede? Bir bisikletli dondurmacıya, rastlamak ümidini besliyor hala geçmişte kalan bugüne yetişemeyen yüreğim…
Rüzgârın bile yönü değişmiş sanki! O tatlı esiş kalmamış bu eskimeyen eski mahallede... “Tarihim şerefim, her şeyim” diyen Şairin sözüyle şenlenmek ister yüreğim... Yanık türkülere konu etmek isterim yeniden, miras bildiğim bu sokakları...
Ve nice sevdaya, aşka, sevince, hüzne, kedere, gözyaşına şahitlik etmişçesine haykırmak yeniden....
“Aklıma gelen başıma gelmese bari!” dediğimiz her şeyi yaşatmış yıllar bu sokaklara. Yenilenmiş olarak gördüğüm ne varsa, eskide kalsaymış demeye duruveriyor tükenmeyen sözlerimle...
Ne zaman anlatırım? Ne zaman yaşarım? Bilinmezler içinde yer alır yoğunlaşan duygularım her gördüğümde...
Bende iz bırakan sokakların, şairlerde söz bırakması, yüreklere nice öz bırakması ümidiyle...
Eskimeyen eskilerle, eksilmeyen eskilerin, sinelere birer naz bıraktığı nice senelere Tepebağ!
Esra GÜL
Şu kemerli köprü, tarihi çeşme, Yeşil Mescid, öğrenci yurdu, Kur’an kursu, Atatürk Evi, Tarihî Taş Köprü’ye çıkan sokaklar... Ve dahası öncülük ediyor tarihin doludizgin yaşanmışlıklarına...
Taş duvarların yerini alan hazır betonların görüntüsü kaplamış sessiz, sakin olan o eşsiz muhteşem manzarayı... Yenilenen duvarlar, taze zift kokan asfaltlar, cami görüntüsünü andıran, pencere yerine köy tabiriyle taka dediğimiz, duvar boşluğuna oturup kitaplar okuduğumuz pencerelerin yerini pimapenler alıvermiş. İşlemeli kapıların eski halinden eser yok şimdi. Amerikan deniyor artık kapılara. O güzelim işlemeli dantel perdeler, stor dediğimiz rengârenk bir desenle kaplamış odaların sokağa bakan her karesini…
Bahçeler çiçeklerden arınmış sanki… Pencere önünde, sokakları mis gibi kokutan fesleğenlerin kokusunu özlüyor içimdeki çocuk... Ne yana baksam hatıra dolu... İçimde hala büyümemiş çocuk şuracıkta dururken, hiç bir şey durmuyor bıraktığım o günlerde... Havası, suyu değişmiş değişmesine ama hala gözlerimi dolduran bir cevher var bu yollarda... Evlerde... Bu mahallede...
Yıllar önce sek sek oynayarak, geçtiğim, Babamın sesinden marşlar, ilahiler, ezgilerle yürüdüğüm sokakların yerini, şimdilerde alabildiğine insan sesine karışan, yüksek sesli müziklere bırakıvermiş zaman.
Şu terzihane ne anılar biriktirmiş sinemde. Az mı bekledik kapısında… Anneme birkaç esvap, babama takım elbise, bana ve ağabeyime de birer bayramlıkla az bayram edilmedi bu nice hazineyi içinde barındıran tarihin sokaklarında...
Ezan sesiyle hangi tarihi camiyi koklasam, hangi Beytullah’ın kapısını yoklasam diye düşünürken, buralarda bile tarihin eserini görememe hüznü kaplıyor içimi... Nerede o eski halılar? Nerede o bahçesinde hasır üzerinde rahleye oturarak Kur’an okuduğumuz avlular?
Seneler geçip giderken su misali akarak, bizler bakakalmışız sadece ardından. Ne çocukluğumuz kalmış, ne o yaşadığımız duygu yüklü hatıralar... Azalacağı yerde çoğalıyor hüznümüz. Dem vururken sinelerimize, bir de gem vurmuşuz konuşması gerektiği yerde susan dilimize. Haykıramadığımız nice sözlerimizle baş başa kalmışız yalnızlığımızın da kamçıladığı ruhumuzla...
Ne idik, ne olduk? sorusuna maddi bir cevap veriyor ibret dolu haliyle... Nereye bu gidiş? dediğimde zor bir sual sormuşçasına zorlanıyor sanki hala içinde tarihi barındıran ve kaldığı yerden hayatına devam eden bir heybetle...
Bir sima arıyor gözlerim… Selam verdiğim, kelam ettiğim, başımı okşayan, bir elma şekeriyle yüzümü güldüren o amcalar nerede? Bir bisikletli dondurmacıya, rastlamak ümidini besliyor hala geçmişte kalan bugüne yetişemeyen yüreğim…
Rüzgârın bile yönü değişmiş sanki! O tatlı esiş kalmamış bu eskimeyen eski mahallede... “Tarihim şerefim, her şeyim” diyen Şairin sözüyle şenlenmek ister yüreğim... Yanık türkülere konu etmek isterim yeniden, miras bildiğim bu sokakları...
Ve nice sevdaya, aşka, sevince, hüzne, kedere, gözyaşına şahitlik etmişçesine haykırmak yeniden....
“Aklıma gelen başıma gelmese bari!” dediğimiz her şeyi yaşatmış yıllar bu sokaklara. Yenilenmiş olarak gördüğüm ne varsa, eskide kalsaymış demeye duruveriyor tükenmeyen sözlerimle...
Ne zaman anlatırım? Ne zaman yaşarım? Bilinmezler içinde yer alır yoğunlaşan duygularım her gördüğümde...
Bende iz bırakan sokakların, şairlerde söz bırakması, yüreklere nice öz bırakması ümidiyle...
Eskimeyen eskilerle, eksilmeyen eskilerin, sinelere birer naz bıraktığı nice senelere Tepebağ!
Esra GÜL
YORUMLAR