NASIL GEÇTİ HABERSİZ O GÜZELİM GÜNLER
"Azı gitti çoğu kaldı" diyerek başlamıştık Ramazan-ı Şerife. Şimdi dilimizde
"Çoğu gitti azı kaldı" türküsü hüküm sürmekte.
İnşallah diyerek çıktığımız bu yolda, ortaları da geçtik, sona geldik maşallah. Bayrama kavuşmak mı? Allah bilir, sonumuz hayrolsun ifadeleri geliyor peşi sıra. Ay’ın hilâlini selamlarken, ne ara dolunaya doğru yol aldı şaşkınlığı var üzerimizde. Saatlerin, günlerin, ayların ve yılların nasıl çabucak geçip gittiğinin kanıtını mübarek Ramazan-ı Şerif yaşatıyor bugün bizlere.
Nasıl geçti habersiz o güzelim günler, sahurlar, oruçlar, iftarlar, mukabeleler, teravihler demiyoruzdur umarım. Bilinçle kalkılan sahurlara, açılan iftarlara, yapılan ibadetlere, dokunulan yüreklere dair açık bir bilince sahip olarak, sahip çıkarak, geçmiş olsun duası olsun dilimizde. Sahur, iftar, teravih, mukabele derken, geçip gidiyor mübarek öylece günümüzden gecemizden senemizden ömrümüzden. Bir yudum suyu dahi dert etmeden esenlik ve serinlikte karşıladık ve uğurlamaya başladık bile bu yıl, bin aydan daha hayırlı kılınan ayların mübareğini.
İftar vaktinde sokaklar, caddeler sessiz olurdu bir zamanlar. Hânelerin ışıkları daha aydınlık, davulun sesi kulağa daha hoş gelirdi. Her kulun açacak iftarı, kılacak namazı, kalkacak sahuru olurdu. Sofralar daha geniş, aileler daha mutlu, daha ümitvar. Yanardı ışıkları sahur vakti odaların, dumanı tüterdi kışa denk gelmiş ramazanlarda imsak girince bacaların.
Bir bardak çaya hasret, bir fincan kahve kokusuna özlem ile geçen günün sonu, kendince bayram olurdu insanoğluna. Özlemlerin neye, kime, nasıl olduğu kişiye göre farklılık arz etse de, çoğunluk "Çaysızdım" ifadesiyle beklerdi iftarı. Kalabalık aile iftarları yapılamasa da bazı ocaklarda, yalnızken bile ezanı beklemenin hazzı bir başkaydı. Çünkü o an özlem, önce suya sonra aşa ve sonra da çaya tabi ki. Kalplerde tek bir beklenti var, o da, kabul olunmuş bir orucun müjdesi.
"Bu Ramazan ve her ramazan" sloganını çok sevdim ben. Yardım ve infak değil sadece, iftar ve sahurla, okunurken bir yatsı vakti Ezan-ı Muhammedi’nin Müslümana çağrı yapan nazı, bu ayda edilen duanın, yapılan ibadetin hazzı, dua ile bayrama kavuşurken cennetle müjdelenen kulların pak yüzü anlatır aslında bir bütün olarak her şeyi.
Ne öğrendin ey kul? Nasıl bir iz bıraktı bu Ramazan sende? diye nefsi muhakeme sonucunda, çok net bir cümle beliriyor zihnimin en derininde;
" Kur'anda Yüce Allah, ben değil biz diyor" kazındı resmen zihnimle birlikte yüreğime de. Ne derin bir mana ki anlatmaya çalışma çabasına girmek yerine, yüreğime işleyen bölümünde kalıyorum öylece.
Şu sayılı günlerin içinde kopan fırtınalara, gürültülü sokaklara, atılan nâralara, sallanan rengârenk bayraklara, edilen kavgalara ve tabi ki “BEN’lik” yarışına rağmen duruşunu bozmayan bir Ramazan ayı geçmekte.Kucakladı, sardı sarmaladı yaraları, acıları, acemilikleri ve cahillikleri. Deva buldu resmen yaratılmış her zerre, şifa oldu Ramazan hürmetine onca gün, güneş, gece yıldızlar ve ay.
Hamdolsun tüm cehalete rağmen kapısından çevirmeyen Yaradanımıza ve kurtuluşa vesilen olan ramazan ayına.
“Önce nefsine, sonra nesline!” Ne güzel sözdür bu kelâm.
Öz sirayet etmez ise, göz sirayet eder mi? Gönül gözü görmez ise, can gözü neyler? Kıymetli okurlarım. Soruları çoğaltmak mümkün tabi, peki ya cevabı …
İnsan kendini bilmeli, kulluğunu sınamalı, muhakemesini iyi yapmalı. Tövbeyi bekleyen meleklerle gece selamlaşıp, sabahına huzurla uyanma gayesinde ve beklentisinde olmalı.
Ben değil biz olmak, birlik ve beraberlik içinde var olmak, bilinçli kul, samimi ümmet olmak ve en huzurlu bayramlara kavuşmak duası ve dileğiyle.
Hoşça kalın sevgili okurlarım.
ESRA GÜL