İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜ ve KADER
Kader ve özgürlük konusu tarih boyunca sadece dinin değil, felsefenin de temel konularından birisi olmuştur. Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre (1905-1980) der ki: “Eğer bir Tanrı varsa insan özgür olamaz. Tanrı’nın ezeli bilgisi ve takdiri insanın özgür olmasının önünde duran bir engeldir. O halde Tanrı var olmamalıdır.”
Çünkü felsefi anlamda özgürlüğün temel şartı kişini kendi aklını kullanabiliyor olmasıdır. Eğer bir kişi kendi kararlarında daima bir otoritenin emri altında hareket ediyorsa özgür değildir. Bu anlamda her şeyin önceden belirlendiğini kabul edecek olursak her ne kadar “Allah biliyor ama biz bilmiyoruz, dolayısıyla özgürüz” dense de kuşkusuz özgür olamayız. Önceden belirlenmiş bir gelecek, hem Tanrı’nın hem de kullarının elini kolunu bağlayacaktır.
Fakat kimi batılı veya doğulu düşünürlerin ifade ettikleri gibi geleceği hem Tanrı hem de kulu açısından zorunluluk kazanmamış imkânlar sahası olarak görüp, Tanrı’nın insanın özgürlüğü adına gücünü sınırladığını kabul ederek Tanırıyla insanın el ele geleceği inşa ettiğine inanırsak insan özgürlüğünün sınırları genişleyecektir. Kierkegaard, Sartre’ın aksine “Tanrı varsa insan özgürdür”, “İnsan özgürse Tanrı vardır” demiştir.
Esasında Kuran’a baktığımızda “sizin ne yapacağınız ben zaten önceden biliyorum” şeklinde değil de, “biz eylemlerimizi ortaya koyduktan sonra Allah’ın değerlendirmeye aldığı” şeklinde bir anlatım söz konusudur: (47/Muhammed 31, 67/Mülk 2)
Kader Kavramı ve İnancının Tarihi Seyri
Tarihi sürecin siyasî ve içtimaî şartları ortamında Kuran’daki bazı kavramların içerik olarak anlam kaymalarına maruz kaldığı bir vakıadır. Kader ve takdir kelimeleri bunların başta gelenlerindendir ki bu kavramların uğradığı anlam kaymasının temelinde önce siyasi ve ideolojik, sonra da teolojik nedenler vardır. Şöyle ki; “Alın yazısı ve önceden takdir” anlayışı yöneticilerin adaletsiz ve despot uygulamalarının adeta teolojik teminatıydı. Buna bağlı olarak da ortaya çıkan Cebriye ekolü bu yanlışlığı din adına kurumasallaştırmıştır.
Kader meselesinde insanın fiillerinde mecbur olduğunu ileri süren Cebriye fikirlerini ilk defa yayan Ca’d İbn. Dirhem (ö. 736) vb. insanların yaşadığı dönem Emeviler zamanıdır. Özellikle Cebriyeci/Fatalist fikirler Emevilerin idarecileri tarafından beslenmiş ve büyütülmüştür. Buna göre Emevi idarecilerinin her tür ahlaksızlık ve zulmü Allah’ın dilemesi ve takdirinin bir sonucuydu. Bunlara karşı çıkmak Allah’ın kaderine karşı çıkmak olurdu.
Daha sonra Vasıl b. Ata (ö. 748) öncülüğünde Cebriyenin kader inancına tepki olarak Mutezile mezhebi ortaya çıkacak ve hür irade savunulacaktır. Sonra da Eşari (ö. 936) bunlardan ayrılacak ve Emevilerin/Cebriye’nin kader anlayışını biraz yumuşatılmış haliyle Ehl-i Sünnetin kader anlayışı haline getirecektir.
Ebu’l Hasan el-Eş’ari “İnsanlar fiillerinde hür, iradelerinde mecburdur. Onların iradeleri mahlûktur. Allah dilemedikçe insanların bir şey dilemeleri mümkün değildir” diyerek insanlar sadece kendilerine biçilen rolü oynayan birer kukla durumuna düşürülür.
Gazali bunu “Allah’ın fiillerinin bir hikmeti, illeti ve gayesi yoktur” diyecek kadar ileri götürür. Eşarilik Gazali ile zirveye çıkacaktır. Eşari Kelamı/Gazali Tasavvufu İslam dünyasında uzun asırlar egemen oldu. Osmanlılar Maturidi olmasına rağmen medreselerde okutulan tüm ders kitapları Eşari âlimlerinin kitapları idi.
Abbasi halifeleri Me’mun, Mu’tasım ve Vasık dönemlerinde Mutezile resmi mezhep olarak yüceltildi. Ancak onlardan sonra gelen Mütevekkil bu durumu aksi yönde değiştirdi.
Eş’ari yaklaşımında vurgulanan asıl tema; Allah’ın gücünün, ilminin, iradesinin ve yaratmasının sınırsız oluşudur. Eş’ari bakış açısı, her alanda Allah’ın gücünü ve iradesini yüceltmek adına insanın iradesini yok sayarak onu tamamıyla pasivize edip; hiçbir değer, kural ve taahhüde bağlı kalma gereği duymayarak dildiğini dilediği şekilde yapan bir “Tanrı” anlayışı ortaya çıkarmıştır! İlginçtir ama ülkemizde olduğu gibi itikatta kendisini Maturidî olarak tanımlayan Sünni halk kitlelerinde bile pratikte yaygın olan anlayış EŞ’ARİLİK mezhebidir.
Kuran’da Kader Kavramı
Kurân’da geçen “kader” kelimesinin özünde “Bir ölçü dâhilinde tayin etmek, her şeyi bir ölçü ve nizama göre tanzim etmek” anlamı vardır. Günümüzde anlaşıldığı şekilde bir anlam Kurân’da yoktur. Buna göre insanın kaderi iyiliği ve kötülüğü yapacak şekilde yaratılmış olmasıdır. Takdir, insanın sorumlu olmadığı alanları kapsamaktadır.
Yani kader, Allah’ın bu kâinat için koymuş olduğu sağlam bir düzen, genel yasalar ve Allah’ın sebep-sonuç ilişkisine bağladığı kanunlar anlamına gelmektedir. Allah kâinatta genel bir düzenin olduğunu, her şeyin bir nizama ve yasaya bağlı bulunduğunu ve bu yasaların değişmezliğini vurgulamaktadır. Kâinatta nedensellik ilkesi hâkimdir. İşte bu yasalardan biri de, Allah’ın insanoğlunu fiillerinde hür ve tercih sahibi olarak yaratmasıdır. İnsan da davranışlarında Allah’ın koyduğu fiziki, sosyal kanun ve nizamlara tabidir. Ve onlara göre aklını kullanarak en iyi şekilde hareket etmekle sorumludur. (54/Kamer 49, 25/Furkan 2, 87/Ala 3, 43/Zuhruf 11)
Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde ve kader ve türevlerinin geçtiği diğer ayetlerde ortaya çıkan anlam ile insanın yaratılmasından önce yapacağı davranışların belirlenmesi anlayışı arasında bir ilintinin bulunmadığı açıktır. Bu ayetleri gerek siyak ve sibakına gerekse Kuran’ın bütünlük ilkesi çerçevesinde değerlendirildiği zaman kader ve türevlerinde “önceden tayin ve tespit” anlamının söz konusu olmadığı görülecektir. Bunun aksi düşünüldüğü takdirde, bu dünyada imtihana tabi tutulmanın, ahrette hesaba çekilmenin, emir ve yasaklardan sorumlu olmanın ve cennet ve cehennemin anlamını açıklamak mümkün olmaz.
Âdem DOĞANTEMUR
YORUMLAR