Yılbaşı tartışmalarını sizde benim gibi izlemişsinizdir. Lehinde ve aleyhinde söylenen şeylerin neye tekabül ettiği başka bir fasıl… Ama meseleye yaklaşım bağlamında ciddi usul eksikliği olduğu aşikârdır. Yılbaşı bize sonradan eklemlenmiş, daha önceleri ise kültürel dokuda, baharın gelişinin müjdelenmesi bağlamında kutlamalar yapıldığı bilinmektedir. Konu aslında direk Hıristiyanlık ile ilgili bir durumu göstermez! Farklı kültürlerde farklı kutlamalar yapılmaktadır. Bizde nevroz kutlamaları da buna örnek gösterilebilir. Hıristiyanlıkta sonuç itibarıyla bu örneği kendisinden önceki kültürlerden devşirmiştir. İlk dönem Hıristiyanlarda bu kutlamaların izine rastlamıyoruz. Elimizde kesin kanıt sayılabilecek bir durum söz konusu değil! Tıpkı bizde Peygamber as’ın doğum gününe has mevlitlerin yapılması gibi… Normal şartlarda ilk nesilde bunu gözlemlemiyoruz. Sahabenin böyle bir kutlama yaptığı görülmemiştir. Ama daha sonraki nesiller bu meseleyi farklı kültürel yapılarla gelişen etkileşim üzerinden kurgulamışlar. Buna uygun bir yaklaşım geliştirmekte zor olmamıştır sanırım…
Dini bir metin veya insan eliyle yazılmış bir metin yoruma tabi tutulduğunda eğer kişi, kendi değer yargılarını ve kültürünün temel öğelerini görmek istiyorsa buna mani olabilecek herhangi bir şey bulunamaz! O yüzden meşhur bir hoca: ‘bana siz bir mesele söyleyin ben size Onun Kurandan çıkarımını yapayım’(Mehmet Okuyan), derken sanırım, kastettiği yorumun sınırsızlığına göndermedir.
Yoruma dayalı metin okumaları, doğal olarak niyete bağlı bir okumaya dönüşmektedir. Bu yüzden yılbaşı lehinde görüşler belirtenlerde aleyhte görüş belirtenlerde aynı kitaba yaslanabilirler. Bu çelişik durumun meşrulaştırılması değil! Bilakis, meselenin yorum karakterinin nasıl bir düzlem inşa ettiğini görmek açısından önemini gösterir.
Olay ve olayın yorumu arasına mesafe koyduktan sonra bu olayın değerden bağımsız bir olgu olarak varlığını ortaya koyma ve bizi doğruya taşıması bakımından daha olumlu bir yaklaşımı içerir. Herhangi bir olayın farklı kültürlerde veya aynı kültür içinde farklı akımlarda niçin ayrı yorumlara tabi kılındığını bize açıklar. Örneğin, elini göbeğin altında bağlamanın, elini göbeğin üstünde bağlamanın, elini göğsünün üstünde bağlamanın, elini salı vererek kıyamda durmanın aynı anda Müslümanlar tarafından uygulanması, olayın çoğul anlamaya açık yapısı ile ilgilidir. Yani bu konuda kesin bir hüküm koymak yerine ‘kim kendini nasıl huzurlu hissediyorsa veya ileri sürülen belgelere güveniyorsa ona göre hareket etme serbestiyeti verilmiştir’ anlamına gelir.
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum: yeni bir gün her zaman yeni bir umut demektir. Bu umudu taşımak, diri tutmak ve geliştirmek ise tamamen insanın geleceğe dair beklentisi ile birebir ilişkili ve orantılı bir olguyu işaret eder. ‘Her dem tazelenir ve her dem yeniden doğarız’ demenin, yaşamın dinamik boyutu yanında yaratılışın anbean varlığının devam ettiğini bize gösterir. İşte bu anbean yaratılış formu, mevcut yaşamda bir mutlaklığın olmadığını da bize bildirmektedir. Mutlaklığın olmadığı bir zeminde yeise düşmenin; mutlak bir yeis ve mutlak bir hüsranın söz konusu olmadığını işaret eder. Bu da bize insanoğlunun hangi hataya düşerse düşsün, vazgeçme, tövbe etme, arınma ve yeniden düzlüğe çıkma imkânının varlığı anlamına gelecektir. Karalar bağlayarak ölümü beklemek insanoğlu için sadece bir züldür. Çünkü o zihnen yenilgiyi kabul etmiş demektir.
Tam bu noktada insanın varlığı açısından önemini bir kez daha vurgulamak zorunlu: insan, hangi şartlar altında kalırsa kalsın, o şartların değişimini gerçekleştirme potansiyelini içinde taşımaktadır. Bu hem anbean yaratılın devam edişi ile ilişkili ve hem de insana müsahhar kılınışı ile alakalı bir durumu içerir. Yani insan kendi şartlarını inşa edebilecek bir yeteneğe ve sorumluluğa sahiptir. Yarının varlığı bu umudu ve diriliği sağlaması bakımından önemlidir.
İnsanlar rutin akışın içinde temel gerçeklikleri göz ardı edebilmeyi başarabilen bir varlıktır. Zalim ve cahil karakteri de bilgisine sahip olduğu kâinatın inşa edilmesinde kendisine biçilen rolü oynama yerine küstüm pozlarına girerek kendi insanlığından sıyrılmasında yatmaktadır.
İnsan, her gün, yeni bir güne uyanmaktadır. Bu yeni gün ona umut aşılamaktadır. Bu umut ile kendine çeki düzen vererek yeni başlangıçlara yol alabilmektedir. Ne zamanki bu umudu yılda bire terk etti. İşte o zaman bir sene boyunca yaşadığı karamsarlığı bir gecede atmaya çalışması, onu trajikomik bir duruma taşıdı. Hâlbuki anbean varlığın yeniden yaratılışını izleme imkânı varken ve ona göre yeni günü yeniden düşünmesi gerekirken, hala tek bir güne sığdırılmış ve tek bir ana hapsedilmiş bir gün kutlaması insanlığın kendisi açısından da bir felakettir.
Zaten kutlamalara dikkat edin, ticari bir kaygının çok fazla öne çıktığı ve eğlencenin dibe vurduğu bir zemini işaret eder. Aslında geleceğe dair bir ufuk yakalama yerine, o gece insanlığından soyunarak bir nebze rahatlama seansına dönüştürülmüştür.
Müslüman, aklı başında, her yeni anın varlığının tazelenmesi ve demlenmesi bakımından elzem olduğunu bilerek umudunu diri tutar ve yeni bir güne merhaba der! Yeni bir gün, yeni bir yaklaşım, yeni bir bakış, yeni bir ilişkiler ağı demektir. Bu yenilik içinde geçmişin acıları dindirilecek ve olgunlaşmanın vesilesi kılınacaktır.
YORUMLAR