An ile yüzleşme, an ile hesaplaşma ve an ile buluşma gibi temel aksiyomların insan şahsiyeti üzerindeki etkisini tartışmaya gerek yoktur. İnsanın an ile irtibatını unutma eğilimi, insanın geçmişte ve gelecekte kendisini konumlandırması ile birebir ilişkili bir durumu ve olguyu gösterir.
An’da bulunma, an ile bir yüzleşmeyi zorunlu kılar. Her yüzleşme ise bir hesaplaşmayı içerir. An ile irtibatı güçlü olanın şahsiyeti de güçlenir. An’da var olan birinin geçmiş ve geleceği ile doğru orantılı bir ilişki kurmasını mümkün kılar.
An nedir?
Var olanın olma sürecindeki sürekliliğini takip eden canlı bir bulunma hali olan an, kendini sürekli taze kılarak varlığını anlar üzerinden süreklileştirerek, geçmiş ve geleceği kendi potasında pişirerek varlık kazandırır.
An, aynı zamanda bir etkileşim içinde var olduğu gibi etkileşimin gücü nispetinde bir konum elde eder. An, birden farklı etkenin devrede olduğu bir zemin olduğu gibi kişisel bir konumu da ihtiva etmesi bakımından an ile irtibatın yoğunluğuna göre öznel ve nesnel bir zemin kazanır. An’ın değeri taşıdığı bu çok yönlü boyutu içinde anlam kazanır. An ile imtihan arasındaki temel bağlantı noktası ise kişisel gelişim noktasındaki kazanımın da mihenk taşıdır. An ile bağlantılı olmayan her şey ya geçmişte kalır, ya da geleceğe uzanarak hayal dünyasına takılır. Dolayısıyla an ile irtibatı koparmadan, anın oluşumuna yönelik bir katkıyı düşünmek elzem olmuştur.
An, geçmişi bugüne taşıyan bir özellik olduğu için geçmişle bağıntısının niteliği önemli bir hal almaktadır. Geçmişi tamamen yok etmek ile geçmişten ders çıkartarak an’ı tatmak arasında ciddi bir fark vardır. Geçmişin izlerini an’da görmek ise an’ın değerini tam olarak ortaya koymak için gerek şarttır. Geçmişte var olan şeyin an’a gölgesini doğru bir zeminde düşürmek elzemdir. Geçmişin gölgesi ise an’a yönelik bir baskı aracına dönüştürülmemesi an’n özgürlüğü açısından zorunludur. An, an olarak kendisi olduğunda geçmiş ve geleceği benzer bir konum içinde yeniden tanımlama imkânı kazanarak an’ın gücünü işaret eder. Geçmiş ve gelecek ise an’ın gücünü, uzamını, genişliğini işaret eder.
Gelecek an’ın kalıcılığını ifade eden temel bir konumlandırmadır. Geleceğin belirlenmesinde ve an’ın geleceğe kendini aktarmasında belirleyici bir rol an’ın ürettiği hayalin geleceği biçimlendirmesinde yatmaktadır. Gelecek, an’ın kendini tekrar etmesinden başka bir şey olmayacağı için an’ların kendi sürekliliği içinde birbirini tamamlayan parçalar olarak inşa edilmesini şart koşar. Gelecek an’ın nefes almasıdır. An’ın nefes alabilmesi sağlıklı bir zeminde kendini inşa edebilmesinin imkânıdır. An, geçmişi, geleceğe taşıdığı andan itibaren kendi tarihsel sürekliliğini sağlar.
An’ı etkileyen iki temel unsur söz konusudur. Birincisi, nesnel zemin dediğimiz etkidir. Ki bu etkiyi yaşamın dışından yaşamı etkileyen unsur olarak tasvir edilebilir. An, an dışından bir etki altında kendi etkileşiminin dışında kalarak etkilenir. Bu genel bir an ile orantılı bir zemini işaret eder. Bu an hali özneyi kendisine rağmen etkileşime dâhil ederek biçimlendirir. An ile öznel ilişki ise insani karakterin varlık şemasındaki etkisi ve etkileşimindeki gücü ile orantılıdır. Kader mevzuu olarak da tanımlanabilecek bu durumu doğru anlamak, an ile irtibatı doğru kurmakla da orantılı bir durumu içerir. Mutlak İrade ile mukayyet irade arasındaki derin fark gibi an ile irtibatının da farkını ifade eder. An, öznel boyutu içinde nesnel bir boyut kazanabilme imkânı da kazanabilir. Bu an ile doğru bir ilişki ve etkileşim içinde var olmakla orantılı bir durumu ihtiva eder.
İnsan ve an bağıntısı, an’ın insan oluşumundaki etkisi, insanın an ile irtibatı ile sağladığı güven üzerinden geleceği biçimlendirmesi de ayrıca düşünülmesi gereken temel olgulardır. İnsan, an üzerinden geleceğe uzanır. An ise insan ile geleceğe yönelik bir etki üretir. İnsan ve an ilişkisi, geçmiş ve gelecek üzerine etkileşimi güçlendirme imkânı sunar. Geçmişte kalan insanın an ile ilişkisi ve iletişimi an’ın yönelimini belirler. Anı’n belirlenimi ise insanın belirleniminde olumlu bir iz bırakır. Bu iki olgunun varlığı ve birbirini etkilemesi ise aynı zamanda insanın zaman ile ilişkisini de belirgin kılar. An, ulûhiyet bağlamında zaman dışı bir olgunun varlığını imler. An, kendi bağımsızlığını kurduğu andan itibaren, geçmiş ve gelecekten bağımsız bir varlık kazanma hali içinde geçmiş ve geleceğe nesnel bir zemine yaslanmayı zorunlu kılar. Zaman ve an ilişkisi olumsal bir ilişkidir. Negatif bir ilişkinin varlığı ise öznenin devreye girdiği zemini işaret eder. Bu yüzden insan an ile doğru orantılı ve otantik bir yapı içinde kurduğu bağ üzerinden zamanı belirleme imtiyazı kazanır. İnsanın zaman dışı kalabilme özelliği an ile kuracağı ilişkide netlik kazanır. Zaman dışı kalma olgusu ise insanın kendisi olması, özgürlüğünü kazanması ve kendi kimliğini inşa etmesindeki etkisi tartışılamaz bir özelliğe sahiptir.
İnsan, bir boyutu ile an’ın sürekliliğine tabidir, bir başka boyutu içinde de an’ı sürekliliğe tabi kılan şartları oluşturan bir yapının sahibidir de… İnsanın zaman ile ilişkisi an ile kurduğu ilişki üzerinden şekillenir. Zamanın üstüne çıkan insan, zamanın gerektirdiği şeyin ne olduğuna dair bir fikre sahip olabilme imtiyazı kazanır. Zaman içinde kalarak kendisi olan insan bulmak imkânsıza yakındır.
İnsanın mutlak olmasa da bir irade sahibi olması, an ve zaman ile kurduğu ilişkide belirleyici bir rol almasını mümkün kılmaktadır. Burada insanın tanrıcılık oynamak yerine Rabbinin kendisine verdiği bu büyük haslet/ irade ile doğru bir ilişkide ve ilahi rızaya ermeyi eksene alan bir yaklaşımı içeren tutumu içinde anlamın yol göstericiliğinde yol alarak varlık kazanması zaman ve an ile irtibatını ve ilişkisini tanımlar. Burada an ve değişim kadar insan ve değişim konuları eşleşmesini dikkate almakta yarar var.
Her iki değişimin birbirini değişime zorladığı da tecrübeye konu olan bir bakışı içermektedir. O zaman an’ın değişimini insanın değişiminden bağımsız ve insanın değişimini de an’ın değişiminden bağımsız ele almak doğru olmaz! Bu noktada geçmiş ve geleceğin an ve insan tabiatına yönelik değişim talebi de ayrıca tartışmaya konu edinilmelidir. Geçmiş an’ın değişiminde hem etken ve hem edilgen bir boyut içerdiği gibi gelecekte de aynı durum söz konusudur.
Yaşam dediğimiz şey insan etrafında şekillenir gibi dursa da insanı aşan bir boyuta sahip olduğu da tartışılmaz bir gerçekliktir. Hayat ise yaşamı da içinde taşıyan ve insanın aşkın boyut ile ilişkisini de içerecek bir şekilde ulûhiyet tarafından tanzim edildiği görülmektedir. İnsan aklı, verili bilgi sayesinde sonsuzluğu ve dolayısıyla hayatı doğru anlama konusunda bir geçmişe sahiptir. Yeryüzüne düşmesi/gönderilmesi aynı zamanda bir tenzili rütbe olarak düşünülmelidir. Yani insan, indirgenmiş biçimi içinde yeryüzü macerasına başlamıştır. İnsandaki bu indirgeme hastalığının nedenini de oluşturan bu yeryüzü macerasındaki bu indirgenmiş halinin bizatihi kendisidir. Bu yüzden rahatlıkla her şeyi indirgeyerek anlamaya çalışmaktadır. İşte bu indirgeme hali içinde insanın an, geçmiş ve gelecek ile kuracağı ilişki sorunlu bir ilişki olacaktır. Bu sorunlu ilişki ise insanın kendi şahsiyetinin oluşumunu da sorunlu kılacaktır ve kimliğini sorunlu tutacaktır. İnsan ise aşkınlığı önceden tattığı için aşkınlığı kendi sonsuzluğu içinde tanımlayabilecek bir bilgiye erişme zeminine sahiptir. Bu sonsuzluğun içinde an’ın kendi sonsuzluğunu keşfettiğinde geçmiş ve geleceğin bu sonsuzluk içinde sadece bir uzanım, zihni bir uzanım olduğu gerçeğini de idrak etmiş olacaktır. İşte bu noktada an kendi otantik yapısına sahip olarak geçmiş ve gelecek üzerindeki etkisini kalıcı hale dönüştürecektir.
İnsan etkileşim içinde var olmakla birlikte etkileşimin bizatihi nedeni olarak da var olabilmektedir. Bütün mesele, insanın var olma zemini içinde etkileşimi belirleyen mi belirlenen mi olduğuna karar vermesidir. Belirlenen olarak varlık kazandığı zaman, şartların esiri olan bir insan karşısında kalırız. Belirleyen biri olarak varlık kazandığında ise insan şartlardan bağımsız ve an’ın kurucu unsuru olarak öne çıkar.
İşte böylece insan tarih yazar…
İnsan ya tarih yazar veya tarihin bir nesnesi olarak varlık kazanır. İnsan an ile kurduğu doğru irtibat üzerinden tarihi yazar, an’a yenilmiş insan ise tarihin bir objesi olarak iş görür ve tarihin sürüklediği yere doğru sürüklenir gider. Özgürlüğünü kaybeden insanın varlık sahasındaki etkisi azalır ve kendisini yok olma hükmünün etkisinde bulur.
İnsanın an ile otantik bir karşılaşma sağlayabilmesinin şartı, sonsuzluğun kendisi açısından anlamını doğru kavraması, bu sonsuzluğun kendisine yüklediği anlamın doğru anlaşılması, kendisinin bu sonsuzluğun bir parçası olarak işlevselleştiğini bilmesi ve ona göre bir yaklaşım geliştirmesidir.
YORUMLAR