İnsanlıktan nasibi olmayanlar, emanetimiz olan küçük bir kıza kıydılar. Kilis’te iki gün kayıp olan Suriyeli 9 yaşındaki yavrumuz Gina’nın cansız bedeni, evlerinin yan sokağında bir su kuyusunda bulundu ve Perşembe günü toprağa verildi.
Evinde iftarını yapmanın heyecanıyla çıktığı okulundan evine varamayan ve vahşi bir şekilde katledildiği ortaya çıkan 9 yaşındaki Gina Mercimek yavrumuzun babası ve diğer aile fertlerinin yaşadığı acıyı yüzlerinden okumak mümkündür.
İşin acı tarafı vicdanların kaybolduğu bir zemini hazırlayan vicdansızların sessizliğini muhafaza ederek sanki hiçbir şey olmamış ve kendi söylemlerinin bir sonucu olarak doğan bu olayda bir suçları yokmuş gibi siyasal zemindeki faaliyetlerine devam etmeleridir.
Gina olayı, ikiyüzlü bir yaşamın nasıl feci bir şekilde hayata sirayet ettiğini görmemiz açısından önemli bir örnek ve uyarı olaydır. Fütursuzca yabancı düşmanlığı yapmak, Suriyelilerin evlerine gitmelerini yüksek sesle dillendirmek, onlara yönelik saldırıları meşrulaştıran yaklaşımlar geliştirmek ve seküler ırkçılık salvoları altında bu ülkenin ahlaki yapısını yok etmeye ayarlı tavırlar, düşünceler ve eylemler gerçekleştirmek sosyolojik barışın önündeki en büyük engellerdir.
Arada bir Suriyeli göçmen misafirlere yönelik saldırılar yapılmaktaydı. Ama dokuz yaşındaki bir kız çocuğuna önce tecavüz sonra onu boynuna taş bağlayarak kuyuya atmakta nedir ya! Allah aşkına! Bu kadar mı? Vicdan hiç mi kalmadı! Peki, bu adam öyle aramızda yaşayıp gidecek mi? Yaptığı yanına kar mı kalmalı?
Bu suç sadece yapanın değildir! Bütün bir toplum olarak hepimiz suçluyuz. Ailesinden hepimiz özür dilemeliyiz. Bir daha da böyle bir olayın vuku bulmaması için her birimiz daha uyanık bir şekilde dikkat kesilmeliyiz ki bu zulme ortak olmayalım…
Olumsuz propaganda yöntemlerine yönelik bir yasal düzenleme şart olmuştur. Muhtemelen bu ne ilk olay, ne de son olay olmayacaktır. Eğer önlem alınamazsa, yarınından kimse emin olamayacaktır!
Meseleyi doğru anlamak için şöyle geriye yaslanalım: düşünelim bakalım; eğer bu kız çocuğu benim olsaydı, neler hissederdim ve neler yapmazdım ki diye bir durup o acıyı kendi derunumuzda hissedelim… Kısa bir mola ve olayın vahametinin açığa çıkartılması… Siyasilerin bu meseleye salt bir adi suç muamelesi yapması doğru değildir. Hukukun da işin peşine düşmesi ve eğer varsa suç ortaklarını tespit ederek cezalandırması, eğer siyasi bir sonuç beklentisi ile yapılmış bir eylem ise, toplumsal barışı bozmaya yönelik bir eylem ise ona göre cezalandırılması ve gereken hukuki adımların atılması şarttır.
Her şey bir ilk adım ile başlar, unutmayalım…
En yüksek perdeden Suriyelileri evlerine göndereceğini söyleyen her siyasetçi bu suçun ortağıdır. Bu siyasetçiye ses çıkarmayan her vatandaş bu suçun ortağıdır. Gündelik, sıradan yaşamın sıradan insanları, tepkisizlikleri ile bu suça ortak olmuşlardır. Aynı mahalde yaşayan ve böyle bir durumun oluşumuna sessiz kalan her fert insan sorumludur. Hukuk karşısında suçlu bulunmasa da insan vicdanında sorumlu olduğu gibi Allah katında da sorumluluğunu üstlenecektir.
Bu saatten sonra suçlu yakalandığına göre en üst seviyeden ceza almazsa ve bir daha gün yüzü görmesine zemin oluşturacak bir ceza ile paçayı kurtarırsa iktidar da suçludur. Çünkü bir olay olduğu zaman, gerisinin gelmesine imkân tanımamak için sert tedbirler şarttır. Bu meselede iktidar kararlılığını göstermelidir. Aileden özür dilenmeli ve onların yanında yer alındığı açık bir şekilde gösterilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının oraya gidip özür beyanında bulunmaları, ihtiyaçlarını görmek kadar yanlarında bulunduklarını deklare ederek ailenin kaybolan güvenini yeniden kazanmasına zemin oluşturulmalıdır. Sıradan bir olay gibi görerek, ileride seçim sonrası olabilecek olayların zeminini şimdiden önlemeye matuf hareketler geliştirilmezse, yarın çok geç olabilir…
Son on yıldır yaşadığımız toplumsal sorunları dikkatle yeniden düşündüğümüzde meselenin ehemmiyeti açığa çıkacaktır. Kürt Türk çatışması bir türlü oluşturulamadı. Alevi Sünni tartışması ve çatışması da işe yaramadı. Şu an için en uygun seçenek Suriyeli göçmenler ve diğer göçmenler ile ahali arasında bir çatışma çıkarmak, toplumsal şiddeti ve gerilimi artırarak ülke güvenliğini zedelemek ve uluslar arası sistemde kazandığı yeri kaybetmesine zemin hazırlayarak ülkeyi boyun eğdirmeye razı etmektir.
Bu tuzağa düşmemek elzemdir. Bir tek eylemden, sıradan bir suç unsurundan toplumsal kargaşa çıkarmakta ne demek, diyen olabilir… Onlara da seksenleri yaşayan biri olarak, doksanlarda doğuda meydana gelen şiddet sarmalını, on beş temmuzu ve daha nice olayları örnek olarak verebilirim. Her biri de bir iki olay üzerinden başlayarak süreci hızlandırmışlardı. Taksim gezi olayları da benzer bir durumdu. Hatay ise bundan sonra en önemli illerden biridir. Suriye’nin bölünmesi meselesinde, bir uydu Amerikan devleti kurulması ve Akdeniz’e inme arayışlarında Hatay vazgeçilmez bir noktaya erişmiştir. Deprem ve yeni sosyoloji, öfkelerin kabarması, oradan başlayarak tüm Türkiye sathına yönelecek olaylar zincirine engel olmanın yolu; erken davranmak ve anında müdahale ederek yayılmasına zemin bırakmamaktır.
Son söz; ülkemin güzel insanlarının vicdanları bu kadar kararmamalıdır. Olaya duyarlı olmak, yeni olayların engellenmesine zemin oluşturur. Uyanık olmak zorundayız, ortaya çıkan durumları derinlemesine ve ilişki ağı içinde yorumlamak elzemdir. Toplum olarak diri ve uyanık olursak, iktidarda uyanık kalır.
‘Kız çocuklarının hangi suçtan dolayı öldürüldüğü’ sorulduğu zaman! Söz vicdanındır…
YORUMLAR