Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


Modern Bir Hastalık Olarak İndirgeme

15 Aralık 2022 - 12:13

Modern Bir Hastalık Olarak İndirgeme

İndirgeme, ‘daha kolay çözümlenir, daha yalın, daha anlaşılır bir duruma getirmek’ diye tanımlanmaktadır. Modern düşüncede indirgeme ise, herhangi bir şeyi akli veya tecrübe alanına taşımak anlamlarını ifade etmektedir.  Daha somut, daha anlaşılır kılma arayışları, birçok meseleyi somuta indirgeme ile birlikte kendi asli hüviyetini kaybettiği de görülebilinmektedir.

Modern bilgi, klasik bilgiden farkını algılanabilir, anlaşılabilir ve ispat edilebilir bir şey olarak tasarımlar. O yüzden bilim ve akıl dışında kalan ve ispata açık olmayan her şeyi indirgeyerek açık hale getirmeyi bir refleks haline getirmektedir. Bu sadece bilgi düzeyi ile ilişkili değil, sosyolojik zemini de alakadar eden ve modern yaşam koşulları bağlamında, özellikle de propaganda üzerinden bir sosyal mühendislik faaliyeti olarak öne çıktığında vazgeçilmez bir özellik olarak öne çıkmaktadır.

İndirgeme hastalığı, bütün bir yaşamı kuşatmış durumda görünmektedir. İster bilgi düzeyinde, ister haber düzeyinde, ister bir seçim zemininde olsun, indirgeme önümüzde devasa bir sorun olarak çıkmakta ve insanları haksız yere suçlamak kadar, haksız kazançlar elde edilmesine de zemin oluşturmaktadır. İndirgeme ile haksızlık arasında neredeyse birebir bir ilişki kurulması mümkün görünmektedir.

Burada en önemli nokta ise indirgeme üzerinden bir sözün ne olduğuna dair yaklaşım yerine, ne olduğunun sende açıklık kazanmasını sağlayan yaklaşımının doğruluğudur. Böylece kişinin inandığı şeyin doğruluğu yargısı sosyal zeminde bir çatışmayı ve ruh bozukluğunu işaret eder hale geliyor.

Modern düşünce, metafizik ilkeleri akli olarak ispata imkân göremediği için metafiziği akli zeminde yeniden kurmaya yeltendi. Klasik metafizik reddedilirken, modern akli metafizik ise genel kabule dönüştürüldü. Bu yaklaşım, bir şeyin hakikati yerine bir şeyin gerçekliğini inşa etmede önemli bir zemin kazandırdı. Tanrı, din, maneviyat, ahlak ve benzeri olguları, kavramları akli zeminde ispat edemeyeceği için bilginin dışına çıkardı ve bilinemez kategorisine aktardı. O zaman bilinemez olan, sorunlu olan yargısı güçlendi. Süreç içinde ise bilinemez olan, yok olan algısına dönüştü. O artık akli olarak ispat edilemezse yaşamda bir karşılığı olmayacaktır. Bu yüzden Habermas, modern aklın gelinen noktada duvara tosladığını söylemeye başladı. Modern akıl, özellikle ahlaki zemindeki sorunları çözmede başarısız oldu ve dinin alanındaki sorunlara yönelik çözümler geliştiremediği için dine yönelik yapılan haksızlığın giderilmesini isterken, dinin kendi asli hüviyetine büründürülüp modernliğin çözemediği sorunları dinin devreye girerek çözmesinin doğru olacağına dair görüşler ileri sürmektedir. Son yıllarında bu görüşleri yazdığı kitaplarında dile getirmektedir.

Bir şeyi kesinlemenin mümkün olmadığı bir noktada ise inançlar devreye girer. İşte modern insan, yetersiz kaldığı her alanda ispatı mümkün olmayan bir durum ile karşı karşıya kalınca hemen onu kendi isteğine uygun bir biçimde anlamaya başlayarak ona göre yargılama hakkını kullanmaktadır.

Bu durumu en iyi izah eden şey ise siyasal olgudur. Siyaset modern yaşamın bütün alanlarını doldurmaya başlamıştır. Bu alandaki hiçbir boşluğu kabul etmemekte ve doldurma girişimlerini ise baştan yargılamaya yeltenmektedir. İnsan hakları, özgürlükler vesaire üzerinden kendi insanlarını etkilemeye çalışan modern yaşam biçimi, diğer insanların ise bu hakları hak etmeyen bir özelliğe sahip olduğu vehmi üzerinden yönlendirilmiş ve batı dışı toplumların yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmede kendilerine bir hak kazandırmışlardır. Bu hakkın bir kısmını kendi vatandaşları ile de paylaşarak bu durumu alenileştirmişler ve meşrulaştırmışlardır. Modernleşmenin başlangıç tarihinde de bu durumu gözlemlemek mümkündür. Latin Amerika halkları ve kültürleri ile girdikleri ilişkideki yıkıcılıklarını din adamlarından aldıkları fetva ile meşrulaştırmışlardır.

İşte bu modernleşme geleneği ve tarihi, bugünü daha derinden etkilemeye devam etmektedir. Irakta gökten bombalar yağdırdıkları zaman, biz Irak’a demokrasi götüreceğiz yalanını ürettiler. Ülkemizdeki yerli modernleşmeci zihniyette buna çok rahat bir şekilde kandı. Saddam’ın ne şiddeti kaldı, ne despotluğu kaldı, ne de dile getirilmeyen zulmü, ama asıl zalimlerin yaptıklarına yönelik tek bir kelime dahi ifade edil/e/medi.

Benzer bir durumu ise modernleşmeci zihniyete sahip İslam Coğrafyasındaki yerli modernistlerin halkın kültür ve inançlarına yönelik saldırılarında görmekteyiz. En ufak bir fırsatı, dine yöneltilmiş bir öfke patlaması eşliğinde eleştiriye konu edinirken, kurbanların ise hemen linç girişimine maruz kalmaları sağlanmaktadır. Böylece hiç kimse modern düşüncenin dışında başka bir kültür ve inanç evrenine yönelemesin diye engeli baştan koymaya çabalamaktadırlar. Bu durumu kanıksamış, kendi iktidar evrenini her türlü iktidar alanından üstün gören bir anlayış ise kök tutmaya başlamıştır.

Bilgiden olaya ve habere yönelik bir indirgeme, yaşamın kendisine de dayatılmaya başlanmıştır. Örneğin, Lgbt-i formülü üzerinden normal insanın anormal insana dönüştürülmesi hak mevzuu üzerinden derin bir propaganda ile normal hale getirilmeye çalışılmaktadır. Buna gönüllü olacak o kadar çok insan var ki, birkaç kuruş için bu işe gönüllü girmeye can atan…

Bir topluluğun temel ilkelerini, inançlarını, manevi arayışlarını heba etmeye gönüllü o kadar fazla hevesli insan var ki; onların hepsi modern düşüncenin tasallutuna düştüklerini anlayacak bir basireti de kaybederek gönüllü köleliğe soyunmaktadırlar. Böylece tarihsel seyri içinde ahlaki zemini çok güçlü bir kurumu, gayri ahlaki bir zemin ile yaftalayarak insanları etkileme ve onlara karşı bir tepkisellik üretmeye davet etmektedirler. Ruhun Psikolojiye indirgendiği bir zeminde ilahi vahyin, beşerin nefsi tutkularına kurban edildiği bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın sadece bir canlıya dönüştürüldüğü yerde, bir kurbağa, fare veya bok böceği gibi algılandığı bir zeminde ultra elit bir kesim ise tanrılığa soyunmakta bir beis görmemektedir. Yaşamın öne çıkarıldığı yeni sistemde insanın tahtından indirilirken birileri ise tanrı tahtına oturmanın keyfini çıkarmaktadır. Olup bitenin neliği konusunda kafası karışık insanın bir çözüm yolu bulması neredeyse imkânsız bir zemine doğru kayarken, bütün dünyada ne yaptığını çok iyi bilen bir şeytani aklın varlığını es geçen her yaklaşım çöpe gitmeye aday olacaktır.

Yalanın normali oluşturduğu bir ilişkiler ağında, siyasetçinin yalancı olmakla özdeşlik kazandığı bir alanda, her olay, haber ve olguda yalanı kurumsallaştıran bir medya aracılığı ile konu ince detaylarına kadar toplumsal kılcal damarlara sızdırılmaktadır. Böylece hiç kimse kendisi olma hissiyatını kazanmasın ve istenilen bir konuma rıza göstersin istenmektedir. Hâlbuki insanları, kendileri olmaya teşvik ederek bu konu çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Çünkü senin ne istediğini de sana öğreten ve sana bilinç düzeyinde veya bilinçaltı düzeyde öğreten de kendileridir. O yüzden kendin ol demek, benim istediğim gibi olursan kendin olabilirsin demekle eş değer hale gelmektedir.

Meseleyi doğru bir zeminde tartışma, başlangıç adımını doğru kavramaya başlamakla sağlanabilir. Modernleşmenin tabiatı gereği, bir şeyi ispatlanabilir hale getirmek vazgeçilmezidir. Bu ispatın akli ve tecrübî zeminde oluşu önemli değildir. Aslında süreç içinde akli ve tecrübî zemini kuranda modernleşmenin bizatihi kendisidir. Bu zemini ise medya aracılığı ile yapmayı sürdürmektedir. Mühendisliği, bir sosyal mühendislik ile taçlandıran modernlik, aynı zamanda sosyal mühendisliğin ilkelerini, yasalarını da belirlemeye başlamıştır. Bu belirleme ile birlikte bunun propagandasını yaparak yerleşik hale gelmesini irade etmiştir. İşte bu iradeye karşı duracak her türlü kültür, inanç ve yaşam biçimine ise savaş ilan edilmiştir. Bu temel gerçeği göz ardı eden yaklaşımlar, yaşadığımız olaylarda nelerin olup bittiği konusunda bir açık fikre sahip olması beklenemez!

Searle’nin dediği gibi; hiçbir şey niyetten ve işlevsellik yüklemekten bağımsız değildir. O zaman şunu sormalıyız: modernliğin kurucu unsuru olan niyet ve ona yüklenilen işlevsellik nedir? Bu soruya verilen cevap, yukarıdan itibaren anlatılan şeyin doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koyacaktır.

Modernliği üreten niyet; Kilisenin kurduğu iktidarı ve yaşam biçimini reddederken kendilerine bir iktidar alanı üretmek ve Kilisenin kullandığı gücü kendilerinin kullandığı bir zemine geçiştir. İşlevselliği ise, modernlik üzerinden dünya egemenliğine yönelik bir iktidar kurumsallaşması yaşamak, bu iktidar üzerinden Tanrının kurduğu egemenlik gibi bir egemenlik kurarak her şeyi belirleme imtiyazı elde etmektir. İşte bu tezi doğrulayan modernleşmenin tarihsel seyridir. İlgili arkadaşların Kaku’nun –ki kendisi teorik fizikçidir- ‘İnsanlığın Geleceği’ kitabında çizdiği insanın dört aşamalı serencamını okusunlar. En son insan hali ise kendisinin deyimi ile ‘Yıldız Yapan’ yani kendi yaşamını kuran ve kendi evrenini yapan insandır. Bu açıkça Tanrı olmadan ve yeni bir yaşam alanı inşa etmeden evrenin ölümünü engelleyemeyiz ve ‘yok oluruz’un başka türlü açıklaması olarak okunabilir.

Yapay Zekâ ve otomasyon çabaları da aynı minval üzere sürdürülmektedir. İnsanlığın kendisini yok ettiği bir zaman ve zeminde yaşıyoruz. Ve bütün bu olayların indirgeme hastalığı ile birlikte başladığını söylemek yanlış olmasa gerek! Bu mesele, bugünün meselesi değil! Tarih boyunca şirk denilen illetin insanın yakasına yapışmasına neden olan şey de bu indirgeme hastalığıdır. Tanrıya dair bir isim ve sıfat üzerinden somut durumlar oluşturarak kutsama ve ibadet etme hastalığı yeni bir durum değil! İsa (as)ın Tanrının oğlu olarak görülmesi, Yahudilerin Üzeyir Allah’ın oğlu demeleri, kültlerde sürekli bir şeyleri tanrısal görme hastalığı hep bu bilinemezliği aşma ve indirgeme hastalığının nüksettiği zeminlerde vuku bulmuştur.

Bugün durum dünden farklı olarak dünya ölçeğinde bir hastalığa dönüştürülmüş olmasıdır. Bütün bir insanlığın aklını ipotek altına alma ve insanların en temel düşünme hassasiyetlerini yok etme arayışının kendisidir. Çünkü düşünmenin olabilmesi için nesnel bir zemine sahiptir. Ama modern episteme, nesnelliği kendi kriterleri içinde yeniden tanımladığından dolayı öznelliğin baskın otoriter yapısını önceleyen bir yaklaşımı öne çıkarmaktan ve iktidar yapmaktan başka seçenek bırakmamaktadır.

Mesele, bu olayın farkındalığına sahip olan bir bakışın mevcut hale getirilmesi ve bu bakışın kendi gerçekliğini inşa edecek bir zemine sahip kılınmasını oluşturabilmektir. O zaman buzdan kalelerin güneşin açığa çıktığı zeminde nasıl eridiği gözlemlenebilecek kıvama gelecektir. İnsan ya kendi eliyle kendini, kendisine hazırlanan tuzağın girdabında boğacaktır veya farkındalığını inşa ederek kendisine kurulan bu tuzağa düşmeyerek başkalarının da düşmesine engel olacak bir bakış ve eyleme sahip olarak tuzağı yok edecektir.

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum