Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


Kuran'a yaklaşımda muhatabın önceliği…

13 Nisan 2023 - 13:39

Kuran’ın anlaşılması üzerine dünden bugüne birçok farklı yaklaşım biçimi geliştirilmiştir. Gelecekte de buna benzer çalışmalar bugün ve yarın devam edecektir.
Her teorik çerçeve kendi anlayışını öne çıkartarak Kuran’ı doğru anlama yöntemi olarak ileri sürecektir. Bütün bu teorik çerçevelerin, yaklaşım biçimlerinin doğru ve eksik boyutları hep var olacaktır. Çünkü ilânihaye bir bakış hep doğru ile çakışmayacaktır. Bu yüzden ileri sürülen her Kuran yaklaşımı kendi içinde bir sorunsal alan barındıracağı için teyakkuz ile yaklaşmakta fayda olacaktır.

Kuran’ın kendini anlattığı ve nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki ayetleri dikkatle okumakta yarar var. Özellikle de Kuran’da geçen Kuran’ın sıfatlarını dikkatle düşünmek lazım. Çünkü bu sıfatlar aynı zamanda Kuran’a yaklaşımlarda önemli bir bakışı sunmaktadır. Aynı şekilde Kuran’ın indirildiğini belirten ayetlerde geçen ilahi isim ve sıfatların da ayrı bir konumu ihtiva ettiğini dikkatten kaçırmamalıyız. Hem Kuran’a vasıf olan sıfatlar ve hem de Allah’ın vahiy ile irtibatlı sıfatları, elimizdeki vahyin neye tekabül ettiği konusunu açıklık kazandıracak özelliğe sahiptir. Ayrıca bizatihi Kuran’ın özelliklerinin anlatıldığı muhkem, müteşabih ve mufassal gibi betimlemelerde bizim ne ile karşı karşıya kaldığımızı belirten temel parametrelerdir.

Bu noktada Kuran ile birden fazla katman üzerinden ilişki kurulması gerektiği açıklık kazanmaktadır. Kuran’ın inzali ve süreci ayrı bir bahis, içinde taşıdığı hükümler ve kıssalar ile hem Allah’a mahsus betimleyici ayetler ile varlık, oluş ve yaşama dair tanımlamaları da ayrı bir bahis olarak öne çıkmaktadır. İnsanlık tarihi bağlamında Elçiler üzerinden insan tarihine dair kısa, net ve değerlendirici bilgiler ayrı bir konu olarak önümüzde durmaktadır. İlişkiler ağına yönelik temel ilkeleri sunması, bu ilkelerin uygulamada nasıl olması gerektiğini belirten nübüvvetin varlığını ve işlevselliğini açıklayan ayetler ayrı bir katmanda değerlendirilmelidir. Edebi mucizevî karakteri ise bizi bambaşka bir kategoriye taşıyacaktır. İfadelerin gücü ve yerindeliği ise bambaşka bir dünya açacaktır insana… En önemlisi de insana dair bilgiler, tecrübeler, tanımlamalar ayrı bir öneme haizdir. İnsana dair ve onun evsaflarını belirginleştiren, iyi ve kötü boyutlarını en ince ayrıntılarına kadar belirginleştirerek onu apaçık hale dönüştüren boyutu ise gereken kıymete fazlasıyla haizdir. İlişkilerin mantığını, ilkelerini, hükümlerini, yasal zeminini işaret eden ve bunu pratikte de örneklik düzleminde işaret eden vahyin izleği olan nebevi sünnet ayrıca üzerinde durulmadan vahye bir nüfuz sağlamak mümkün görünmemektedir.

Doğal olarak farklı disiplinlerin farklı yaklaşımlarını incelemek insana bir şeyler katacaktır. Kelam, fıkıh ve ahlak çerçevesinde vahyin açıklanması kendi otantik yapısı içinde farklılık taşıyacaktır. İrfan üzerinden bir tefsirin yapılması, vahyin daha derinlikli bir bakışını yakalamak adına, olanla sınırlı bir zeminin arka planına yolculuk açısından önemi tartışılmazdır.

Buraya kadar aktarmaya çalıştığım şey, vahye dair son sözü söylemenin vahyin tüketilemez özelliği üzerinden mümkün olmadığıdır. Bu yüzden vahiy ile ilişki kurma biçimimiz, vahyin bize söylemek istediği şeyin neliği konusunda bir belirleyicilik talebi olabileceğini de aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Bu konuda dikkatli olmakta her zaman yarar vardır. Çünkü haddi aşma konusunda yapılan ciddi uyarıları o zaman dikkate almama konusunda bir hataya düşmüş oluruz.

Ramazan ayı bir Kuran ayı olması münasebetiyle Kuran’a yaklaşım konusunda peygamberlerin ortak tavrı olarak öne çıkartılan bir ilkeyi gündeme taşımak istiyorum: ‘Ben teslim olanların ilkiyim’, bu yargı cümlesi birçok peygamberin ağzından dile getirilmektedir. Bu yaklaşımın önemini vurgulamak çok fazla kıymetli…

Bu önemi belirginleştirmek için mevcut Müslümanların durumunu gözlemlemek yeterli olacaktır. Son iki yüzyılın Müslümanlaşma tarihi neredeyse başkalarını Müslümanlaştırma tarihidir. Bizim neslin içinde yaşadığı Müslümanlaşma tarihi de bu durumdan bağımsız değildir. İlk öncül, ben zaten Müslüman’ım, dolayısıyla diğer insanlara Müslümanlığı öğretmem lazım… Ama süreç bize göstermektedir ki Müslümanlar, İslam konusunda çok fazla cahil kalmışlardır. Bu cehalet ise onları samimi bir müslüman olma konusunda zaafa taşımaktadır. Tam olarak kendini müslüman kılamayan birinin başka birinin müslüman olmasına örneklik teşkil etmesi, başlı başına bir sorunsal alan üretmektedir. Ülkemizde son elli yılın sonunda Müslümanlaşma tarihine bakıldığı zaman büyük bir fiyasko ile neticelenmiştir. Gittikçe eriyen, sekülerleşen ve modern epistemenin boyunduruğuna düşen bir zihni ataleti de beraberinde taşımaktadır. Buradan bir çıkış yolu bulunabilir mi? Tabi ki…

İşte bu noktada peygamberlerin ortak ilkesi olan, ‘Ben teslim olanların ilkiyim’ ilkesini uygulamaya almaktır. Bunun tipik bir tezahürü olacak olan ise; bu vahiy bana inmektedir, ilk sözü banadır, buna ilk ben uymalıyım ve uygulamaya geçirmeliyim, diyerek baktığı zaman sorunu çözüme kavuşturmada bir ilerleme kaydedilebilir.

Hasan El Benna üstattan nakleden Malik Bin Nebi; Kuran şu an sana inzal oluyormuşçasına Kuran okuyunuz… Kuran’a birinci dereceden muhatap olma hali… Kuran’ı okurken bana ne diyor diye okumak ve üzerinde tefekkür etmek, birçok sorunun çözülmesine de zemin oluşturur. Entelektüel zemindeki tartışmaların dışına çıkarak, vahiy ile birinci elden bir ilişki kurmak ve muhatap olarak söylenen sözü kendi nefsinde önce anlama kavuşturmak, sonra onu uygulamada da ilk olmak, örneklik anlamında da belirgin bir mesafe alınmasına zemin oluşturur.

Hayat bir bütündür ve bu bütünlüğü dikkate almadan onu anlamak ve anlamlandırmak imkânsızdır. Vahiyde bir bütündür ve bu bütünlüğü dikkate almadan anlamak veya anlamlandırmaya çalışmak nakıs kalır. Hayat ve vahiy ayrı bir bütünlüğü inşa etmektedirler. Bu bütünlüğü dikkate almadan değerlendirme yapmak hep bir nakısa içerecektir. İnsan da bir bütünlüğe haizdir. Bu bütünlüğü hayat ve vahyin bütünlüğü içinde anlamlı bir yere yerleştirmek elzemdir. Mesele bu bütünlüğü nasıl elde edeceğimizdir. İşte yine peygamberlerin temel tutumuna geri dönüyoruz: Ben teslim olanların ilkiyim…

Bütünlüğü ancak insan idrak üzerinden anlayabilir. İdrak ise anlam ile aracısız buluşmayı içerir. Yani bütün bilişsel süreçlerin nihayetinde insanda meydana gelen aracısız olarak anlama ulaşmayı içermektedir. Buradaki aracısız anlama, tecrübenin öznelliği zemininde açığa çıkan duruma göndermedir. Bu durumun sağlıklı ilerlemesi için ilk ve elzem olan teslimiyettir. Teslimiyet, aracısız buluşmayı sağlayan temel ruhsal zemindir. Teslimiyet ise beraberinde bir güven tesisini zorunlu kılar. Güveni oluşturmayan teslimiyet sorunludur. Bu sorunu çözmeden güvene ulaşılamaz! İşte bu yüzden teslimiyet aynı zamanda samimiyet ve sahicilik taşımalıdır. Teslimiyet beraberinde güveni sağladığında aracısızlığı daha da güçlendirecek bir zemine sıçrama yapılır. Güven aradaki ufak tefek kırıntıları, gözle görülemeyecek olguları da aşmaya vesile olur. İşte buradan yeni bir sıçrama zeminine ulaşılır. Görüye/basirete sahip olmak… Görüldüğünün şuurunda ve görmenin keyfiyetine talip olarak meseleye yaklaşmak; ihsan, Allah’ı görüyor gibi şuurlu davranma, sen O’nu göremezsen de O seni görmektedir. Bu durum, kişide güvenden sonra bir basiret oluşturur. Basiret ise, kişiye aracısız bir şekilde karşı karşıya kaldığı durumu idrak etmeye imkân sunar. Basiret üzerinden elde edilen idrak böylece karşı karşıya kaldığımız anlam, durum, algı, olay, hakikat gibi temel noktalarda aracısızlığı saf hale dönüştürür. İşte saf hali ile muhatap olan kişide idrak billurlaşır ve kendi tecrübesinde meydana gelen bu nitelik, onun Müslümanlığının niteliğini de belirlemiş olur.

Burada temel nokta, vahye muhatap olduğu bilinci, salt bana indirilmiş bir vahye muhatabım, öncelikle benim bunu anlamam, uygulamam ve temsiliyet kesbetmem lazım ki vahiy, diğer insanlara da ulaşabilir hale gelsin… Vahyin muhataba ulaşması, doğal olarak muhatap kıldığı kişiler aracılığı ile olacaktır. Bu bir seçimdir. Vahye kendini muhatap kılma… İnsan bu seçimi ile seçilmişliğe yönelik bir adım atmaktadır. İnsan, Rabbi tarafından seçildiği zaman yolu yürümeye devam edecektir ve temsiliyeti doğal bir zeminde yürüyecektir.

Bu yaklaşım biçimi aynı zamanda Kuran çalışmalarında temel bir çıkış noktası yapıldığı zaman farklı disiplinlerin farklı yaklaşımlarının sahici bir zemine sahip kılınmasına da sebep oluşturabilir. Her farklı yaklaşımın, aslında bütünlüğe yönelik bir eksikliği tamamlamaya matuf bir arayış olduğu gerçeğini dikkatten kaçırmamalıyız.

Bütünlük, farklılıkları kuşatacak bir bakışa ve idrake sahip olmakla ulaşılacak bir olgudur. İlk adımı farklılığı kavramaktır. Farklılık bir farkındalığa taşıdığı zaman insanı, ilk adımın güçlü atılmasına vesile olur. Tabi yolun başından sonuna kadar bir istikamet, niyet, sadakat ve samimiyet testinden geçmeyi de zorunlu olarak beraberinde taşıyacaktır.

Ramazan ayının son on gününe girdiğimiz bu demlerde vahyin diriltici soluğunu derinden idrak ederek kurtuluşumuzu sağlayacak bir eylemlilik üzere olmayı dilemeli ve gerçekleştirmeliyiz…

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum