Bir iradenin varlığı onun özgürleştirilmesi ile birebir alakalı bir durumu işaret eder. Özgürleşmek ise bir farkındalığı kendi içinde saklı tutar ve hayata aktarır. Farkındalığı sağlayan şey ise olup bitenin neye taalluk ettiği konusunda yeni bir bakışa sahip olabilmekten geçer. Yeni bir bakış ise yeni bir bilgi sistemine sahip olmakla sağlanabilir. Bu durumun gerçekleşebilmesi için de eski biliş sisteminin açmazlarını ve krizini doğru okumak ve ona göre yeni bir çıkışa ihtiyaç hisseder.
İrade sahibi olmanın dayanılmaz bir ağırlığı söz konusudur. Konforu geride bırakan, mücadeleyi öne çıkaran ve stresle başa çıkacak bir psikolojik vasata sahip olarak irade sahibi olunabilir. Mücadele ve eleştiriye dayanıklı olmakla birlikte müdahaleye karşı da dirençli olduğunda irade güçlü bir zemine sahip olur. İrade, kendi özgürlük alanını inşa ederek kendisi olma imtiyazı elde eder.
İrade ile insan olmanın ortak özellikleri yanında birbirini besleyen boyutlarını da doğru bir biçim üzerinden okumak önemli olduğu kadar zorunluluk arz eder. İnsan tanımı ile irade tanımı arasındaki ilgileşim iradenin varlığını da açığa çıkartır. İnsanın çok katmanlı yapısı ile iradenin çok katmanlı yapısı birbirini besleyen özellikler taşır. İnsanın etkileşimi ile iradenin etkileşimi de benzerlik gösterir. İnsan tanımının özelliği iradenin özelliğini belirgin kılar. Bu yüzden irade, özgürlük ve insan tanımları aynı zamanda dünya görüşünün nerede durduğunu da işaret eder. Bir dünya görüşü içinde insan, irade ve özgürlük yeniden tanımlanmaktadır. O yüzden bu kavramların fenomenal duruşu ile değer bağlamındaki duruşu arasında da bariz bir fark olacaktır.
İnsanın karar alma süreçlerindeki tutumunu belirleyen unsurları doğru keşfettiğimizde irade, özgürlük ve insan tanımına da aşina kılınırız. Bu çerçeve içinde yeniden bazı kavramları ele alarak düşüncenin konusu edinmeden bir çıkış yolu bulabilmek imkânsıza yakındır. Bu yüzden ele alınan kavramın neye taalluk ettiği konusu önemini korumaktadır.
Özgürleşmeyi ele alarak düşüncenin konusu edindiğimizde önümüze çıkan ilk şey; modern düşüncenin özüne dair bir yaklaşıma sahip olmayı zorunlu kılmasıdır. Özgürlük, insan olmanın temel vasatı olarak ilan edilmiştir. İnsanı bağlayan bütün bağlardan azade kılınarak onu özgürleştirme iddiası ise temel bir unsur olarak önümüzde durmaktadır. Modern düşünce insanın özgürleşmesini Kilise’nin tahakkümünden kurtarmak olduğunu ilan etmiştir. Kilise’den kurtuluşun aynı zamanda Tanrı’dan kurtuluşa yöneldiğini ve böylece din ile arasına aşılmaz bir mesafe koyarak yeni bir özgürleşme zemini ve tanımı elde edilmiştir. Bu özgürleşme, akli yetiyi öne çıkartmış, ilahi bilgiyi beşeri bilgi karşısında yenik duruma düşürmüş ve böylece özgürleşmeyi bilişsel sürece de taşıyarak insanın tam bir özgürleşmesini sağlama adına adımlar atılmıştır. Bu yeni durum, yeni bir dünya görüşü ve bu yeni dünya görüşüne göre yeni tanımlar üretilmesini makulleştirerek kabule şayan kılmıştır.
Bu özgürleşme sürecine ve tanımına yönelik güçlü eleştiriler bizatihi batılı aydınlar ve entelektüeller eliyle yapılmıştır. İnsanın bu zemin üzerinde özgürleştirilmesinin mümkün olmadığını belirgin kılmaya matuf çalışmalar yapılmıştır. Örneğin, Rene Girard ‘Edebi Yapıda Ben ve Öteki’ kitabında romanlar üzerinden hareketle bu tarz özgürleşmenin Roman kahramanları özelinde mümkün olmadığını, kişilerin yaptığı tercihlerin kendisinin genel itibarı ile başkasından gördüğü şeyi istemekle orantılı bir şekilde gerçekleştiğini belirgin kılmıştır. Modern düşünce iddia olarak insanın özgürleştiği savına sahip olmakla birlikte meydana gelen siyasi, sosyal ve psikolojik süreçleri göz önüne aldığımızda bunun mümkün olmadığını birçok örnek üzerinde gözlemleyebiliriz. Örneğin; rol model olmadan modern birey kendisi olma konusunda ciddi zaaflar taşımaktadır. Reklamlar olmadan alışveriş yapma imkânı doğmamaktadır. Rıza üretme çabaları olmadan, toplumları bir yöne doğru sürüklemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla modern düşüncenin verdiği özgürlüğü, modern kültür yeniden ele geçirerek bireyi kendi standartları içinde yeniden tasarımlamaktadır. Bu noktada bir özgürlükten dem vurmak sadece kişinin kendisini kandırmaktan öte bir gerçekliğe sahip olmayacaktır.
Özgürleşmenin durumu bu iken, iradenin kendi otantik hali içinde insanın kendi iradesinin bir tezahürü olduğunu dile getirmek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla modern iradenin kendisine yönelik güçlü bir baskının varlığı göz ardı edilemez! İşte bu noktada irade kendisi olarak varlık sahasına çıkarak muhatabının tam olarak neyi öne çıkardığını ve niyetini okumakta zorlanacağı bedihidir.
İşte farkındalık bu zeminde kendisini uykuya vurmakta ve kendisini uyandıracak yeni bir ses, söz ve eyleme ihtiyaç hissetmektedir. Bunu sağlayacak olan şeyin ise farkındalık olması da başlı başına bir dilemma olarak öne çıkmaktadır. Bu noktada iradenin çok katmanlı yapısı ile insanın çok katmanlı yapısı arasındaki ilgileşimin açığa çıkarak yeni bir farkındalık üzerinden eleştirel bir yapı içinde özgürleşmeyi yeniden değerlendirmeye alabilir. Farkındalık aynı zamanda bir şuur katmanının varlığını da içerir. Şuur ise farkındalığı besleyen temel bir yapıdır. Şuuru sağlayan şey ise bir biliş süreci ve yöntemini zorunlu kılar. Burada bütün ve parça arasındaki ilgileşim ve farkındalığı besleyecek olan parçanın eleştirisi yerine bütünün eleştirisine yöneltilecek bir yaklaşım üzerinden bakış geliştirmek olmalıdır. Yani modern düşünceye parçacı yaklaşım üzerinden yapılacak bir eleştirinin kıymeti harbiyesi bulunmayacaktır. Ancak modern düşüncenin bütünlüğüne yönelik bir eleştiri iradeyi özgürleştirerek kişinin özgürleşmesini sağlayacaktır ki bunun üzerinden yeni bir bakış elde edebilsin.
Bu noktada ise modern düşüncenin üzerinde bulunduğu bilgi ve biliş sistemini doğru bir zeminde idrak etmeyi sağlayacak bir eleştirel mekanizmaya olan ihtiyaç esasa taalluk eder. Bir bilgi sistemini ise ancak başka bir bilgi sistemi üzerinden eleştiriye tabi kılabilmek doğru bir yöntem olacaktır. Bu noktada modern bilgi sistemi ile İslam düşüncesinin üzerine bina edildiği bilgi sisteminin karşılaştırılması esasa taalluk eder.
Son üç yüzyılın belirleyici fonksiyonunu icra eden modern bilgi kuramı, son yüz yılın ise neredeyse tek muktediri olarak bugüne kadar var olan sorunların ve krizlerin yegâne müsebbibi olması mukadderdir. Her bağımsız akıl, modern aklın bu işlevsel boyutunu göz ardı etmeden değerlendirmede bulunması bir makuliyeti taşır. Modern düşünce akıl ve deney ile gözlem aracılığı üzerinden bilgi süreçlerini kuramsallaştırmaktadır. Bu akıl ve bilim dediğimiz şeyin aynı zamanda kilise karşıtlığı üzerinden ilahi bilgiden kopuk bir özellik taşıdığı da açıkça belirtilmelidir. Elbette ki geçmişe dair bugüne yönelik bir etkileşim söz konusu olsa bile bu etkileşimin modern bakışın bilgi sistematiği içinde yeniden betimlendiği ve tanıma konu edinildiği de bilinen bir gerçekliktir. Bu yüzden modern batı düşüncesi dendiğinde; kendine has bir bilgi süreçlerine sahip olan, bu bilgi süreçleri üzerinden bir dünya görüşü inşa eden ve buna dayalı kültür üzerinden bir sosyal yapıyı var kılandır. Birey, toplum ve ulus devlet üzerinden sanat, eğlence ve yeni kutsallıklar üretilmesi de bu çerçevede anlam kazanır. İktisadi ve sosyal krizlerin ortaya çıkışı bu düşüncenin ürettiği zeminin kendine has yapısından kaynaklandığı da açıklık kazanmıştır. Modernliğin post modernliğe evrilmesi, post modernliğin ise pos hümanist yapıya evrilmesi de bu oluşa gelen krizleri çözüme kavuşturma girişimleri olarak öne çıkmaktadır. Aslında modern düşünce kendi yapısal özelliği üzerinden doğal bir akışın sonucu bu süreçleri yaşamaya devam etmektedir. Bunu sağlayan şey ise; modern bireyin kendi akli yetisi içinde ve bilim üzerinden kendi hayatına tam bir egemenlik kurması ve kendi isteğini yegâne veri kabul ederek işlevselleştirme çabalarını sürdürmesidir. İnsan burada özgür olduğu kadar yalnızdır. Yalnız olduğu kadar da korunaksız kalmaktadır. Çünkü kendisinden başka bir dayanağı kalmamıştır. Bu durumun oluşturduğu psikolojik sarsıntı ise tam olarak bireyi güdülür hale getirmekte ve kendisini koruma altına alacağı bir koruyucu aramaya sevk etmektedir. İşte bu koruyucu araması onu, farkındalığını yitirdiği bir zeminde özgürlüğünü elinden almakta ve köleleştirilerek sürüleştirilmekte ve istenilen yere sürülebilmesinin imkânlarını devşirilmeye açık hale getirmektedir.
İslam epistemolojisi ilahi bilgi üzerine kuruludur. Vahiy ilahi bilgi olarak seçilmiş bir insan olan Peygambere gönderilmiştir. Peygamber, gönderilen bilginin mahiyetini ve anlamını Rabbinden öğrenerek onu diğer insanlara da öğreten bir öğretici fonksiyonu icra etmektedir. Dolayısıyla bütün müminler ancak ilahi bilginin öğretilmiş biçimi üzerinden hareket etme kabiliyeti kazanırlar. Sahabe ve tabiinin tanıklığı bu öğreticiliğin hem haberinin/bilgisinin hem de öğreticiliğinin aktarılmasını sağlamıştır. Burada dikkat çekilen şey; kesinliğin ise iki temel unsura sahip kılındığıdır: Subuti kati ve delaleti kati olan… Sabitliği konusunda şüphe olmayan, o sabit olanın aynı zamanda neye taalluk ettiği konusunda da bir şüphe taşımayan bilgi. İşte bu bilgi bağlayıcı ve yerine getirilmesini istediği şeyin yapılmasını zorunlu kılan temel ilkesidir. Geride kalan şey ise tercihe şayan olarak bırakılmaktadır. Ama bağlayıcı bilgide tercih sadece sonucu dikkate alınarak varlığı söz konusu olurken, mümin için tercihe kapalı bir durumu işaret eder.
İslam ise, insanın yaratıldığını ve onu Yaratanın Yüce bir Kudrete sahip olduğunu, Rabbi olarak onu koruyup gözettiğini, her anında onun yanında olduğunu beyan ederek Rabbin temel özelliklerini ona bildirmekte ve böyle bir Rabbin koruması altında olduğu vurgulanarak ona ne yapması gerektiğini ve nelerden kaçınması gerektiği bildirilmektedir. Bu durum özgürleşmeye ise, onu Rabbinin dışında başka koruyucular aramasından kurtulmaya yönelik bir tasvir ve tanımlama getirmektedir. Bu noktada iradenin muhtariyetini ve bunu kendisinin belirlemesi gerektiğini, bu belirleme imtiyazı karşılığında ise mükâfat ve ceza ile karşılık bulacağı da belirtilmektedir. Yani iradenin özgürleştirilmesi ile kişinin eylemlerinin bağımsız bir fiil olarak tanımlanmasını aynı zeminde birlikte anlaması önemini idrak ettirecek bir özelliğe sahiptir. Bu noktada ontik özgürleşim ile epistemik özgürleşim arasındaki farkı dikkate sunar. Ontik anlamda Rabb her şeyin maliki ve eylemlerin sahibidir. O’ndan hiçbir şey kurtulamaz! Epistemik olarak ise Rabb ona özgürlük bahşetmiştir. Özgürlüğün bedeli olarak da cennet ve cehennem makamlarını sunmuştur. Tercih ise insana bırakılmıştır.
İşte insanın çok katmanlı yapısını ve iradenin çok katmanlı yapısını ilahi bilginin aktardığı haberler ve kıssalar üzerinden detaylı bir anatomisini çıkarmak mümkün olur. Özgürleşimin alanlarını doğru bir şekilde idrak ederek kendi özgürlüğünü ellerine alma imkânı doğmaktadır. Bu özgürlük üzerinden iradeyi muhtar hale dönüştürerek kendi eylemlerinin sahibi olmayı mümkün kılmaktadır. Bu idrak aynı zamanda seni başka sistemlerin neliği konusunda bir bilinç sahibi kılmaktadır. Bu bilince dayalı şuur üzerinden oluşan farkındalığın sağladığı yeni bakış, yeni bir yaklaşımı mümkün kılarak yeni bir kavramsallaştırmaya yönelmeyi mümkün kılmaktadır. Bu çerçeve içinde insan tanımı anlam kazanmaktadır. İnsan, yaratılmış bir varlık olmakla birlikte yaratılmış diğer varlıkların kendisine boyun eğdirildiği bir varlık türüdür. Allah insanı ‘eşrefi mahlûkat’ olarak yarattığı gibi onu eşsiz bir şekilde -Rabbi onu kendi iki kudret eli ile- yaratmıştır ki bu insanı diğer bütün varlık kategorilerinden farklı kılmaktadır. Bu çerçeve içinde özgürlüğü ve iradesi ona bahşedilmiştir. İradesine ve özgürlüğüne yönelik saldırıların tümünü Rabbine sığınarak alt etmeyi mümkün kılan bir Rabbin koruyuculuğuna da sahiptir. Bu durumun kendisinin insana sağladığı avantajı doğru kullandığı zaman yenilikler yapmayı ve kendisini bağlayan bütün bağlardan azade olmayı mümkün kılacaktır.
İşte bugün modern düşüncenin köleleştirdiği insanların yeniden özgürleşmelerini sağlayacak olan İman bu yeni bakışa istinat ettirilerek varlık sahasına çıktığı zaman kendi anlamlığını sağlayacak bir zemine sahip olabilir. Modern düşüncenin tersine insan Allah’a bağlılığını artırdıkça özgürleşecektir. Özgürleştikçe irade sahibi olacaktır. İrade sahibi oldukça bir şuur üzerinden oluşturacağı farkındalığı ile kendi özgürlüğünü ve iradesini koruma altına alarak Rabbin huzuruna da rıza ile çıkmayı hak edecektir.
YORUMLAR