İndirgemenin Ürettiği Cehennemde ‘Olan’ın Varlığı
İndirgeme, modern düşüncede yalın bir şekilde anlaşılmasını sağlamaya matuf olarak olay, olgu veya durumu izaha yönelmektir. Özellikle, indirgeme, açıklamayı belli ve sınırlı bir alanla sınırlandırarak açıklamayı mümkün kılmaya yarar. İster bilimsel bir durumu, ister felsefi bir olguyu açıklama babında daraltılmış bir alanda tanımlayarak onu açık kılma uğraşısıdır. Bu durum salt bir açıklayıcı konumu değil, aynı zamanda zorunlu bir açıklama metodunu da işaret eder. Çünkü ele alınan bilimsel veya felsefi bir meseleyi, eğer indirgeme sağlanmazsa, açıklayıcı ve kesinliğe ulaşıcı unsurları kaybedeceği için zorunlu bir açıklama modeli olarak kabul görmüştür.
Öz Türkçe bir kelime olan indirgemek “inmek” fiilinden türetilmiştir. Dil devriminden sonra literatüre giren bu kelime, matematik ve kimya gibi sayısal bilimlerde terim anlamında kullanılır. İndirgemek, bir meselenin daha kolay ve daha hızlı anlaşılmasını sağlamak anlamına gelir. Bu kelime mecazen, hafife almak ve önemsememek manasında da kullanılır.
Her indirgeme, hakikatten bir uzaklaşmayı içinde taşımaktadır. Her indirgeme meselenin doğru bir zeminde anlaşılması yerine anlaşılması gereken zemine taşınmasına imkân sağlar. Bu yüzden batılı episteme, hakikati olduğu gibi idrak etme yerine, onu reel olana indirgeyerek kavramaya matuf bir arayışa tekabül eder.
Örneğin, ele alınan her hangi bir varlığı, içinde yer aldığı cinsi ile değerlendirmek kadar, varlığın aşkın boyutu içindeki yeri ve amacı konusunda bir kesinlik sağlanamayacağı için, daraltılmıştır. Cinsi ile sınırlı bir yaklaşım içinde ele alınmaktadır. İnsanı salt insan türü içinde tanımladığınızda yeterli bir tanıma ulaşma imkânınız olmaz! İnsan, yaratılmış bir varlık olarak konumu ile yaratılış sebebi olarak ifade edilen yaratılış amacı dikkate alınmadan insanı salt bedensel bir olgu olarak yorumlamak zorunda kalınır. Bu da insanın kendi hakikatinden uzak ve isabetli bir yaklaşım olmadığını açığa çıkartır. Bu konuda batı düşüncesinde insana dair oluşturulan her disiplinin bizatihi eksik kalışını da bu şekilde açıklamak mümkün hale gelir.
Olup biten her şeyi kendi bütünlüğü içinde tanımlamak yerine onu olduğu parça olarak tanımladığınızda dilediğiniz şekilde kullanıma açık hale getirebilirsiniz, ama onun hakikatine dair bir bakış geliştirmeniz mümkün olmayacaktır. Habermas’ın son metinlerinde dikkat çektiği konu tam olarak budur: dini indirgeyerek onu anlamaya çalışmak, biçimlendirmeyi içerdi ve modern epistemenin ürettiği sorunlara yönelik bir çözüm olma imkânını imha etmiştir. Bu yüzden dinin asli fonksiyonuna geri döndürülmesi gerekir ki bugünün epistemik yaklaşımının ürettiği sorunlara dinin kendi asli fonksiyonu üzerinden bir çözüm üretilebilinsin…
Aydın ve entelektüellerin meseleyi Habermas düzeyinde bile kavramamaları bizatihi sorunun kendisidir. Açık bir şekilde görülmektedir ki; modern düşünce insanlar açısından sorun çözmek yerine derinlikli sorunlar üretmekten öte bir işleve sahip değildir. Bu sorunların en temel nedeni ise; ele alınan her şeyi indirgeyerek açıklama çabasına girilirken, indirgenmiş şeyin hakikatinin kaybedilmesinin bir türlü idrak edilmemesi veya elde edilen işlevselliği yüzünden vazgeçememedir.
Modernleşme, ortaya çıktığı andan itibaren, insan açısından bir cehennem üretmeye başlamıştır. Afrika’dan elde edilmiş kölelerin yanında öldürülenlerin sayısı korkunçtur. Açlığa mahkûm edilmiş halklar, sömürüye tabi tutulmuş insanlar, ırklar, bölgeler, hastalık ve iktidar olma hevesi yüzünden yok edilmeye çalışılmış Latin Amerikalılar ve özellikle Kızılderililerin soy kırımına uğraması yeterli örneği vermektedir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında ölen insanların varlığı ile son kırk yıldır da Afganistan’dan Irak, Suriye, Yemen, Lübnan, Keşmir, Arakan ve benzeri bir sürü ülke ve kavim demokrasi uğruna yok edilirken, Batılılar, kendi iktidar alanlarını güçlendirmek adına göz ardı ettikleri bilinmektedir. Bu Global düzeyde gerçekleşirken, tekil insan olarak bireyin hayatı da cehenneme dönüştürülmektedir. Hem açlık seviyesinin çok yüksek oluşu ve hem de anlam dünyası bağlamında anlamın yitirilmesinin ürettiği boşlukta oluşan cehennemin varlığı, yakıcılığı ve yıkıcılığı da dikkate sunulmaktadır.
İndirgeme hakikatin yitimini beraberinde taşırken, hakikati kaybeden insanın anlam sorunu baş gösterir. Anlamsızlık beraberinde bir hiçliği ve bu hiçlik ise şiddeti kendi içinde meşrulaştırarak kullanımı çoğaltır. İster bireysel şiddet, ister siyasal şiddet, ister kurumsal ve toplumsal şiddet olsun, anlamın yokluğu ile birlikte ortaya çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Nomos/ yasanın anlamsızlaşması, hukukun anlam kaybına neden olduğu için tam kaotik bir zemine neden olmaktadır.
Olan ile sınırlı bir anlama, yeni bir cehennemin kapısını aralamaktadır. Çünkü olanın kendisi kendi bağlamından kopuk, daha açıkçası, olanın oluş süreci içinde betimlenmesini geri bıraktığında salt madde ile sınırlı veya beden ile kayıtlı bir gerçekliği işaret edeceği bedihidir. İşte bu bedensel zemin teknik gelişmeler ile birlikte yeniden kurulmasını da içereceği için o bedenin ruhunu göz ardı edilerek değerlendirilmesi zaten cehennemi çağıran en temel olgudur.
Meselenin özü ise; her indirgeme Ulûhiyet bağlamında varlığın kendi başına var olmasını belirgin kıldığı için varlığın Tanrısal olan ile ilişkisini devre dışı tutarak varlığı anlamsızlığa duçar kılar. İnsan merkezli tanım çabası ise, Tanrısal olanın devre dışı tutulmasına neden olduğu için hep bir eksikliği ve zaafı beraberinde taşımaktadır. O yüzden indirgeme hastalığından kurtulmanın sağlayacağı özgürlük, insan zihni için geniş bir ufuk açmaya neden olacaktır. Bu geniş ufukluluk ise anlamın yeniden gündeme taşınmasına zemin olur. Anlam aynı zamanda bir değer inşa etmede olumsal bir katkı sunacaktır. Olana mahkûm olan her insan, kendisini cehenneme mahkûm kılmaktadır. Herhangi bir düşünce salt olan ile sınırlı bir dünya kuruyorsa bu onun cehennemi olacaktır. İşte modern insanın içinde debelendiği cehennemin anlamsızlık deryasına dayalı oluşunu da bize açıklayacaktır.
Kurtuluş, varlığı olanın hapishanesinden kurtararak onu tekrar Allah ile bağıntılı bir şekilde düşünerek hakikatine yönelik bir arayışı temellendirmekten geçecektir. Sürekli oluşun varlığı olanın sınırlı bir zeminde varlığını tartışmayı anlamsız kılacaktır. Çünkü oluş ilânihaye devam etmektedir. Varlığı ilahi bağıntı içinde anlamlı yerine yerleştirmek mümkün olacaktır. Allah, hakikatin bizatihi kendisi, her eylemi hakikatin bir tezahürü, oluşun sürekliliği ise hakikatin anda tecellisi olarak düşünüldüğünde olan ile sınırlı bir anlamanın imkânsızlığı açıklığa kavuşur.
YORUMLAR