Her kavramın kendi doğası gereği taşıdığı bir anlam olmakla birlikte kullanıma dâhil edildiği çerçeve içinde yeni bir anlamı taşımaya ehil hale geldiği bilinmektedir. Dolayısıyla düşünce ile sınırlı tuttuğumuz kavramların doğal olarak yeni bir anlamı taşıdığını iddia etmiş oluyoruz.
Sabit, bize gerçeğin ne olduğunu anlatan bir tutumu içerir. Eğer sabit bir şey yoksa üzerinde ittifak edilecek veya ortak bir algı ile idrakin varlığı da gerçekleşmeyeceği anlamına gelecektir. Düşüncede ise sabit yok ise o düşüncenin nirengi noktasının zaafını göstereceği gibi yeni kavramlar veya üzerine bine edilecek söylemlerin de bir boşlukta asılı kalma halini taşıyacağı için sorunlu olacağı da bedihidir.
Sabit, zaman ve mekân olgusunu aşan bir gerçeklik düzlemine haiz olmayı içerir. Çokluğu içinde taşıdığı gibi o çokluğa yataklık edecek bir zemini de muhafaza eder. Sabit değişimin belirli bir mihver etrafında dönüp durmasını ve ele avuca gelebilecek bir düzeyi taşıması için gerekli zemini korur. Yoksa değişim, ucu açık bir şekilde bir bağ olmadan serseri mayın gibi nerede patlayacağı belli olmayacağı için tahripkâr bir hal alır. Ama sabite üzerinden değişimi bir bağ ile bağladığımızda değişkenin dinamizminin düşünceye önemli bir aktivite ve derinlik kazandırdığı, yeni duruma karşı adaptasyon sorununu çözdüğünü gözlemek mümkün!
Sabite, makuliyet, tutarlılık ve istikamet ile birlikte vicdanlarda ortak bir kanaate yaslanmayı da içinde tutar. Sabite, istisnai olana yer açarken sıradan ve olağan durumları da anlamlandırır. Böylece sabite hayatımızda hep var iken aslında pek ortalarda da görünmeden varlığını hissettirir. Çünkü sabite, az olan, soyut olan ve asla vazgeçilemez olana tekabül eder.
Sabite de makuliyet tabii ki değişkenlerin bağlı olduğu gibi sınırlı ve güncele tekabül etmez. Herhangi bir öznel isteğe mebni olarak bir makuliyet sabitenin makuliyet’i olamaz.
Makuliyet, mutabakat üzerinden oluşmuş en geniş zemine yaslanan bir özelliğe sahip olan sabitede saf olana işaret eder. Çıkar, bencillik, kişisel tutumlar, beklentiler vesaire gibi göndermelerden uzak olmayı içermelidir.
Sabite de tutarlılık ise hem içerden hem de dışarıdan bir tutarlılığı içermelidir. İçerden bir tutarlılık, sabiteler arasındaki korelâsyonun niteliği ile ilişkilidir. Düşüncedeki tamlığı sağlamak için bu tutarlılık olmazsa olmazıdır. Aynı zamanda sabit ile değişkenin arasındaki ilişkinin niteliğini ve niceliğini de belirlerken bir tutarlılık durumunu göz ardı edemez! Böylece içsel tutarlılığın alanını çizmiş oluyoruz. Ancak dışarıdan olan tutarlılık ise düşüncenin kendi genetiği ile dışa yansıttığı şey arasındaki uyumun dışarıdan bakan biri için de görünür olabilmesidir. Tabii ki bu gören kişinin nesnel bir karakteri taşıması ve hakikate ulaşma çabası içinde olması koşulunu da işaret etmekte yarar vardır. Aynı zamanda düşüncenin sabiteleri ve hedeflediği örnek karakterin varlığı arasındaki bağda da bir ayniliğin varlığı görülebilecek bir düzeyde olmalıdır. O zaman sabite dışarıdan da tutarlı olarak betimlenir. İşte bu tutarlılık sabiteyi güçlü kıldığı gibi ahlaki olarak düşünceyi de güçlendirir.
Her sabite aynı zamanda bir istikamete mebni olmakla yükümlüdür. Hedefi olmayan bir sabitenin varlığı eleştiriye de açık hale gelir. Bu yüzden ortak algıların ve idrakin üzerinden yükselerek varlık sahasına çıkan sabitenin hedefi üzerinden bir tartışmaya konu edinilmesinden daha makul bir şey olamaz! Bu yüzden sabite düşünceye bir hedef yükler. Düşünce de sabiteye bir hedef yükleyerek varlık sahasına genişlik ve derinlik katar. Hedef, düşünceye ahlaki bir karakter verdiği gibi düşüncenin uzamını da güçlendirir.
Sabite, soyut, kapsayıcı, her parçada mevcudiyetini gösterendir. Bu anlamı içinde sabite değişkenin varlığını taşırken, değişme esnasında ve yeni bir hale geçtiğinde mevcudiyetini de taşır. Yani özü itibariyle sabite kendini gözümüze sokmaz ama her an, mekân ve zamanda varlığını ihsas eder. Bu yüzden ona sabite deriz. Bu onun somut ve görünür özelliği dolayısıyla değil, görünür olmasa da varlığını ihsas ettiği içindir.
Sabite, değişken açısından vazgeçilmez bir özelliğe sahiptir. Değişkenin hem değişken olmasını sağlaması hem de değişim sürecinde sağlıklı bir rota izleyebilmesi de sabitenin varlığına bağlıdır. Biz değişkenin değişken olarak tanımını da yine sabitenin varlığını dikkate alarak yapabiliyoruz. Bu yüzden eğer sabite yoksa değişken diye bir olgudan bahis açılamaz. Ama hayatın kendi rutin işleyişi açısından değişim bizzat gözlemimizin tanıklığında varlığını izhar ediyorsa o zaman sabitenin varlığını tartışmanın abesle iştigal olduğunu söylemek bir sorumluluk olarak üzerimize düşer…
Değişimin olmadığı bir zeminde salt sabitelerle varlığı idame etmenin zorluğu ise cisimleşme ve hareketsizlikle malul olmayı içerir. Sabite değişken olmadan varlık sahasında boy gösteremeyeceği gibi hareket kabiliyeti olmadığı içinde yerinde saymaktan başka bir şey yapamaz. Zaten tarihsel dönemlerde bu durumun izhar olduğu zamanlarda şiddetin kol gezdiği zamanlara tekabül etmesi de bunu göstermektedir.
Her sabite kısmen bir değişime açıklığı içinde taşır. Ve bu durum onun sabiteliğine bir halel getirmez. İstisnai olanı içermesi bunu gösterir. Her değişken de kendi içinde bir sabiteye dayanma zorunluluğunu duyar. Yoksa başıboş bir şekilde sağdan sola, soldan sağa savrulur gider. Bu dilemma hakikatin neliği mesesinde de önümüze gelmektedir. Sabit ve değişkenin varlığı da hakikat ile bağı üzerinden bu şekilde tanımlamaya müsait olduğunu söylemeliyiz.
Düşüncede değişken ise düşünceye hareket kabiliyeti verirken yeni duruma yönelik aşinalık sağlamayı ve yeni sorunu çözmeyi de içerir. Değişken, hem dinamiklik bağlamında hem de derinlik katma bağlamında hem de yeni durumu içerme bağlamında düşünce açısından önemli bir tutumu gösterir. Ayrıca sabitelerin gözden geçirileceği ve sabitelerin gücünün test edileceği zemini değişimin süreci, sürati ve kıvraklığı açığa çıkartır.
Değişken nedir? Yeni bir duruma yeni bir hale, yeni bir bakışa uygun bir şekilde varlığını her şartta idame edecek bir zemini koruma tabiatı olarak tanımlanabilir. Hayatın kendi akışı içinde sürekli değişimi belirleyen farklı iradelerin varlığı üzerinden sürekli yeni bir oluşa imkân tanıyan tabiatı değişkeni zorunlu kılıyor. Düşünce de değişken ise oluşu taşıyan, hayatı anlamlı kılan bir imkân olarak öne çıkar. Bu aynı zamanda düşüncenin gücünü ve sınırını da belirleyen bir mekanizmayı dikkate sunacaktır.
Değişken, tabiatını öz olarak sabite üzerinden betimlediği için yeni koşullara esnek bir katılımla tepki verebilecek düzeyi muhafaza eder. Değişken bu anlamda ilerlemeci görüş üzerinden sürekli eskiyi geride bırakan değil döngüsel olarak sabit bir nokta üzerinden çevrede dönüp durmayı içermektedir. Bu yüzden hep bir bağ ile bağlı olduğu sabiteyi eksene alan bir hareketliliği taşımaktadır.
Değişken, koşullar, zaman ve mekânla kayıtlı bir özelliği taşır. Bu üç özellik, değişkenin niteliğini ve niceliğini de beraberinde taşır. Böylece değişim, şartların değişmesi, zamanın değişimi ve mekânın değişimi ile birlikte var olagelen bir durumu işaret eder. Koşulları belirleyen şeyler, farklı iradelerin devreye girmesi olduğu açıktır. İradeleri besleyen şey, düşünce üzerinden üretilen kültür, örf ve ananedir.
Elbette ki iradeye belirli bir yön veren, güç, tutku ve isteğin atağa geçmesi olduğu gibi bu güç, tutku ve isteği de düşünce tarafından belirleneceğini de işaret etmekte yarar vardır. Bu noktada da bir döngüselliğin varlığı öne çıkmaktadır. Değişim, düşüncenin örnek karakter üzerinden hayata müdahil olduğunda ortaya çıkan bir durumu açıklığa kavuşturur. Tabi bir Müslüman olarak İlahi iradenin hayata müdahil olduğu zeminde de bu değişimin kaçınılmazlığını gözlemleyebiliyoruz. Böylece değişim, farklı çerçevelerden kendine yer bulan bir özellik olarak önümüze çıkmaktadır.
Düşünce, kendi asli hüviyetine geri dönüş içinde değişimi harekete geçirmektedir. Değişkenin hayatın nirengi noktası olduğunu belirtmeliyiz. Bu yüzden değişkenin düşünce açısından önemine vurgu yapmak esasa taalluk eder. Değişimin temeli, şartların değişimidir. Bu şartların oluşumunda iradenin dikte edici vasfı vardır. İradenin de düşünce tarafından inşa edildiği ve yönlendirildiği aşikâr. O zaman farklı düşüncelerin varlığı, farklı iradelerin ve farklı değişimlerin tetiklediği gerçeğini görmemiz gerekir. Böylece hayattaki çatışma ve kaosun zemini de işaret edilmiş oluyor. İşte bu noktada sabitenin değişken için taşıdığı önem bir kez daha kemal-ı ciddiyetle gündemimize girmelidir.
Koşullar, değişimin niteliğini belirliyor. Koşulların değişmesi ise farklı isteklerin çatışması üzerinden vücut buluyor. Değişimin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için koşulları sabiteler üzerinden denetime tabi tutmanın bir imkânını bulma zorunluluğu vardır. Koşullar farklı zeminlerde değişime açık hale gelmektedir. Tabii afetten tutun da teknolojik gelişmelerin yönü ve sürati de tetikleyici oluyor. Ayrıca yönetimsel değişkenlikler, ahlaki yapının değişime uğraması vesaire de koşulları değişime zorlayabilir. Burada önemli olan değişimin sağlıklı ve sancısız gerçekleşmesidir. Bu da ancak sabite ile kurduğu sahih ve sağlıklı ilişki ile sağlanabilir.
Zamanın değişimi demek tarihin akışından çok insanlığın ve yaşamın, oluşun sürekliliği bağlamında yeni koşullara zemin oluşturması ile ilişkili bir durumu işaret ediyor. Tıpkı mekânın değişimi dediğimizde daha çok sıcak, soğuk ve ılıman oluşu üzerinden insan tabiatına yaptığı etkiyi de dikkate almak ve özellikle insanın yemesi, içmesi ve soluduğu havanın insan tabiatı üzerinde bıraktığı etkiye bir gönderme olduğu gibi… Tabii ki mekândaki otoriter, totaliter veya sevgiye dayalı ilişkiler de bu değişimde rol oynarlar. İşte değişimi sabiteye bağlı kılarak zaman ve mekânın insan üzerindeki etkisini normal bir seviyede tutmanın imkânı elde edilebilir.
Sonuç itibarıyla düşünce açısından sabite ve değişken olmazsa olmaz olandır. Her iki tutumu da döngüsel bir bakışla yorumlamak ve sabitenin varlığını öne çıkartarak değişimin kaçınılmazlığını olumlu bir zeminde harekete geçirmek düşüncenin gücünü, derinliğini ve şümullüğünü gösterir.
YORUMLAR