Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


Çaresizliğin Dayattığı Acı

21 Kasım 2023 - 15:16

Çaresizliğin Dayattığı Acı…Çaresizlik, insanın hiçbir şey yapamama halinin dışa vurumu üzerine kişide meydana gelen ruhsal yetersizlik halinin meydana getirdiği derin yalnızlığın ruhu germesi ve acıyı doruğa ulaştırmasıdır. Tabi ki çaresizliğin birden fazla katmanı vardır: ekonomik çaresizlik, iktisadi bir durumu işaret eder. Kişi, sahip olamadığı maddi durum karşısında elde etmek istediği şeyi elde edemeyeceğini kesin bir duygusal hal ile anladığında açığa çıkar. Siyasi çaresizlik, yırtınırsınız, ama size olan desteği sağlama konusunda gereken veriyi elde edemezsiniz, halkı ikna edememişsiniz veya rakibiniz halkı iknada sizden daha başarılı olmuştur. Bu da siyaseten çaresiz kalmaktır. Ama hem siyasi ve hem de iktisadi çaresizlik giderilebilir bir özellik taşır. Askeri çaresizlik ise, düşmanınızın elinde bulunan silahların benzeri sizde bulunmadığı için o yıkıcı silahlara karşı yapabileceğiniz bir şey yoktur. İşte bu çaresizlik, beraberinde bir yok oluşu da taşıyacağı için daha fazla bir yıkıcılık ve ölümler sonrası toplumsal histerik bir acıyı da beraberinde taşır. Tabi ki askeri çaresizliği aşma konusunda da her zaman bir imkân bulunur. Ama bu imkân hem iktisadi ve hem siyasi çaresizlikle birlikte var olduğunda bir imkânsızlığa dönüşmektedir.

İşte Gazze meselesini bu zeminde yeniden düşünmekte yarar var: Gazzeli her konuşan kişinin bu derin çaresizliği hissetmediği zehabına kapılırsınız… Acı çektikleri bariz bir şekilde görülmektedir. Ama asla bir çaresizlik içinde olmadığı görülebilinmektedir. Bu da derin inanç sayesinde meydana gelen bir teslimiyetin ruhu teskin edişi olarak görülmesi gerekmektedir. Gazzeli her yaşlı, çocuk, ergen, kadın ve erkek, Allah’a olan tevekkülü ile öne çıkmakta ve mevcut halini hamd ile karşılayarak bütün dünya insanlarına aşkınlık/Tanrısallık ile nasıl bir bağ kurulması gerektiğini bizatihi öğretmektedir. Şu an dünyanın en büyük muallimleri Gazzeli her müslüman ferttir. Gazze dışındaki Müslümanlara hitap ederken bile onları kırmadan sadece kendi sorumluluklarını yerine getirmek için uyarı yaptıklarını ve dua beklediklerini belirtiyorlar. Feveran ve yıkıcı bir çığlık yok…

Teslimiyetin ve tevekkülün ne olduğuna dair kesin tecrübe ve bilgi her Gazzelinin kendi duygusunu anlattığı zeminde açığa çıkmaktadır. Hamas ve sözcü Ebu Ubeyde’nin açıklamalarında görmek mümkündür. O derin teslimiyet ve tevekkül, gözlerindeki ateşin rengini belirlemektedir.

Evleri yıkılmış insanların, evlerinin kalıntıları arasında o evi inşa ederken yaşadığı ruh halini aktarırken ‘ben topraklardan asla vazgeçmem’ deyişi ise bu teslimiyetin olumsal boyutunu fazlasıyla göstermektedir. Eşini kaybeden kadının feryadı ise ‘Allah’ım onu cennetine aldın, beni de yanına al’ demesinde açığa çıkan o derin güven/iman insanın nasıl bir mümin olması gerektiğini ihtar etmektedir. O çocukların metaneti ise tam bir destan, hem de bugüne kadar yazılmamış bir destan gibi durmaktadır. Metanet ve hitabetin varlığını gözlemlemek, bu çocukların hangi eğitim sisteminden geçtiği konusunda bir merak duygusu oluşturmaktadır.  Dünyanın en büyük okullarında bile bu eğitimin e’sinin olmadığını söylemek mümkün görünmektedir.

İşin garibi, Gazze saldırısı ile ortaya çıkan korkunç durum, yıkım, vahşet, katliam ve soykırıma rağmen, orada olanların bize ulaşanlarının söylediği bir şey var: “Biz burada kaderimize rıza gösterdik ve sadece Allah’ın yardımını talep ediyoruz. Ey Müslümanlar, siz kendi hesabınızı nasıl vereceğiniz düşünün ve ona göre hareket edin”…

Bu yaklaşım biçimi, müslüman olmanın derin duygu durumu ile ilişkisini de gündeme taşımaktadır. Gazze dışında kalan Müslümanların içinde bulundukları çaresizlik ile Gazzeli Müslümanların içinde bulundukları çaresizlik çoğu kez eş değer durumdadır. Ama bir farkla; Gazzeli Müslümanlar Allah ile doğru bir irtibat kurabilmeyi başarmış, dışarıdaki Müslümanlar ise bu irtibatı bir şekilde zedeleyecek durumlar içinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Elbetteki Gazze dışında kalan ve yüreği yanan, kalbi acı içinde kıvranan müslüman bireyler vardır. Ama bunların da yapabileceği bir şey yoktur.

Ortada bir buçuk ayı bulan bir katliam şovunu izliyoruz. Şov diyorum; çünkü canlı yayın televizyon başında izleme imkânı buluyor herkes… Dünyanın birçok yerinden bu zulme itirazlar giderek yükselmektedir. Ama bütün bu itirazlar, siyasi iradeyi harekete geçiremiyor. İktisadi veya sağlık bakımından bir desteğe de izin verilmemektedir. Giriş yapılabilecek tek bir kapı; Refah Kapısı varken onu da ancak İsrail izin verirse açabilen bir siyasi irade birçok konuda yetersizliğini kabullenmiş demektir. Hastaların ölüme terk edilmesinin insan vicdanında yarattığı acıyı gidermenin bir yolu var mıdır? Bulunur mu? Bilemem… Ama insanoğlunun unutkanlığı ile meşhur boyutu bu acıyı dakikalar içinde unutmaya meyyal hale geldiği de bilinmektedir.

Bu durum bize göstermektedir ki: İslam ülkeleri kendi başlarına bağımsız bir politika ortaya koyamadıkları gibi ekonomik bağımsızlıkları da yoktur. Dünyanın sayılı zenginleri arasında geçen BAE, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerde de bu bağımsızlıktan eser yok… Siyasi bağımsızlığı besleyen ekonomik bağımsızlık, askeri teknolojilerdeki bağımsızlığı da taşır. İşte hiçbir alanda bağımsızlaşamayan bu iktidarlar, Gazze saldırısı ile tam bir hezimet durumu yaşamaktadırlar. Uluslar arası kurum ve kuruluşlardan bekledikleri destek ise verilmemektedir. Çünkü dünya sistemini kuran, kurumların ve kuruluşların beşli çete tarafından belirlendikleri açıktır. Alınamayan kararların açıklaması da budur.

Bağımsızlık ile Allah’a teslimiyet arasındaki derin irtibatı bize öğreten Hamas ve Direniş ekolü, ‘gerçek bağımsızlığın’ maddi tüm koşullardan azade sadece ‘Gökteki inayetin’ varlığına olan iman ile sağlanabileceğidir.  Dünyevi bütün kaygıları bir tarafa bırakarak Allah’a karşı sorumluluğun yerine getirilmesindeki derin kaygının hayata geçirilmesinin şart olduğunu beyan etmişlerdir. Dünyayı sadece bir ‘imtihan’ dünyası ve geçici tabiatını dikkate alarak ilişki kurulmasını öğretmeye devam etmektedirler. O yüzden bağımsızlar, o yüzden boyun eğmiyorlar, o yüzden bütün olumsuz şartlara rağmen ‘ilahi inayet’ ile zafere ulaşacaklarına olan imanları tamdır. Çünkü onlar biliyorlar ki; bu uğurda ölümde zafer, savaşı kazanmakta zaferdir. Her müminin duası olması gereken bu iki zaferden birine erişmek olduğunu da bu dünyanın kıyamete en yakın zamanında yeniden insanlığın gündemine taşıdılar. Onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Bizi imanlarına tanık kıldılar, şehadetleri ve şahitlikleri kutlu olsun…

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum