Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


Bu Ülkede 'Din/Dindar Düşmanlığı' Batılılaşma İle Başlamıştır…

21 Şubat 2023 - 13:09

Bu toprakların bir ‘beka’ sorunu olarak cumhuriyetin kurulması din düşmanlığı üzerine bina edilmiştir. Bu topraklarda batılılaşma arayışları din düşmanlığı ile eş değer bir sürece dönüşmüştür. Bu ülkenin gerilemesinin tek bir nedeni vardır: Din ve dindar halk…

Gerçekten bir beka sorunu var mıydı, yok muydu, o ayrı bir tartışma konusu… Tarihi galipler yazar yargısını haklı çıkaran bir tarih yazımı söz konusu olduğu için, meselenin neliği ise hala saklı ve tozlu raflarda bekletilmektedir.

Cumhuriyetin kurulması, yapılan devrimler, dönüşen sosyoloji, her zaman beka sorunu ile birebir ilintili değildi, bilakis, dünyaya ve geleceğe dönük beklentilerdeki derin kırılma ile ortaya çıkan bir olguyu da işaret eder. Cumhuriyet kurulurken neredeyse bu ülkenin topraklarının ruhunun beslediği her ne var ise, eğitimden, davranışlar sistemine, inanç kümesinden, ahlaki değerlere kadar, bürokratik düzenden, iktisadi düzene her şey alabora edilmiştir. Yani topyekûn yeni bir yaşam tarzının varlığını siyasi, sosyolojik, etik ve ilişkiler ağını belirleyecek düzeyde düzenlemeler yapılmıştır. Bu yeni yaşam tarzı yeni bir ‘dünya görüşünü’ de içermektedir. İşte bu yeni ‘dünya görüşü’ ile uyuşmayan her türlü dini inanç, davranış ve kültür sert bir eleştiriye tabi kılınmış, tarihsel geçmişe öfke ve nefret ile sövgü edebiyatı mal bulmuş mağribi gibi saldırıya maruz bırakılmıştır. Bu sövgü edebiyatı teşvik edilmiş, dindarlığa yönelik olumlu bir hareket ve tavır ise cezalandırılmayla karşı karşıya kalmıştır.

Süreç, sosyolojik değişimi beraberinde taşımıştır. Bu değişen sosyolojik değişim ise hiç kimseyi mutlu edememiştir. Değişimin ilk sinyali, Demokrat Parti ile verilmiş, süreç Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve türevleri ile devam ederken, Anavatan partisi ile sürdürülmüştür. Ak Parti, hem beka sorunu çerçevesindeki değişim, hem de sosyolojik değişimin mihverinin bu toprakların ruhunu bitirmeye matuf makûs talihini değiştirmeye dönük bir beklenti ile hayata geçirilmiştir.

Burada da tam bir muamma var. Bu muamma ise; halkın beka meselesi ile devletin beka meselesi arasındaki ayrım ve bu ayrımın ortadan kaldırılmasına yönelik geliştirilen siyasi ve sosyolojik değişimin yaptığı etkide saklı… Halk, müslüman kimliğine yönelik baskının ortadan kaldırılmasını isterken, devlet erki ise bu baskının ortadan kaldırılmasının şartını devletin bekasına yönelik siyasal değişimin desteklenmesi ile orantılı bir tercihe sahiptir. Bu da doğal olarak kafa karışıklığını sürdürmeye yaramaktadır.

Bir taraftan da hala bu değişimin gerçekleştiğinin farkında olmayan veya hala batılılaşmayı sürdürme azmini taşıyan iç ve dış güçlerle birlikte hareket etmeyi menfaatine uygun gören bir grubun dine ve dindarlığın simgelerine yönelik saldırılarını sürdürme arayışları sürmektedir. Allah-u Ekber sözüne gösterilen tepkinin bir türü de budur.

İktidar olma arayışı ve arzusu ile başlayan ‘helalleşme arayışı’ zorunlu halk desteğinin seçime yansıması ve meşru iktidar olma isteğini işaret eder. Ama bir taraftan da sahip oldukları din düşmanlığı psikozundan kurtulamayan hezeyanların dışa vurulması ile ortaya çıkan durumu kotarmaya matuf arayışların düşürdüğü komedi ile mevcut iktidar ile aralarındaki çatışma yüzünden bu cenaha kayan aydın ve siyasetçilerin taşıdığı ikilem ayrı bir yazı konusu olacak derinliktedir.

Aslında bu ikilem her türlü fikri arayışa kaynaklık etmektedir. İster iktidar olan cenahın yaklaşımlarında, ister muhalefette zorunlu kalanların yaklaşımlarında bunu gözlemek mümkündür. Bu dilemma öyle bir dilemma ki sizi sürekli hiç onaylamayacağınız bir şeyi onaylar makamında bulduruverir. Fakat buna yönelik hem kendinizi, hem de başkalarını, özellikle de destek istediğiniz kimseleri ikna etme çabalarınızı da terk etmeye yanaşmadan bu dilemma sizi yakar durur…

Meselenin siyasi boyutu böyle de sosyolojik boyutu farklı mı? Tabi ki aynı özellikleri sosyolojik zeminde de gözlemlemeye devam ediyoruz. Dilemma ise sosyolojik zeminde bir suskunluğa neden olmaktadır. İster iktidar yanlısı sosyoloji, ister muhalefet yanlısı sosyoloji olsun, istenmeyen durumlar yüzünden suskunluğu bir tercih olarak kullanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyor. Bu da fertlerin içinde yaşadıkları karmaşayı derinleştirmekten öte bir işleve sahip olamıyor. Böylece fertler, kendi dilemmaları içinde psikolojik bir gerilim içinde yaşarken, hep ikircikli bir durumu taşıma zorunluluğunu derinden hissediyorlar.

Meselenin bir farklı boyutu ise; psiko-sosyal açıdan meselenin geldiği nevrotik tutumlardır. Travmalar sürekli gelişerek devam etmektedir. Depresyon ilaçlarının tavan yaptığı bir zeminde yaşanılan bu gerilimin nerelere vardığını gözlemlemek adına önemli bir ipucudur.

Din düşmanlığının ve batılılaşmanın at başı sürgit devam etmesinin ülkeyi getirdiği sosyolojik gerilim açısından ürettiği psiko- sosyal travmalar yine hala bu ülkenin ruhunu oluşturan dinin genel halk açısından bir ahlak olarak korunmasından mütevellit bir yumuşama ile karşılanabilinmektedir. İşte deprem ve deprem sonrası yaraların sarılmasında bu müslüman ahlakının paylaşımcı tabiatı devreye girerek yumuşak bir zemini inşa edebilmiştir. Bu noktada devleti yöneten iktidardaki insanların da bu ahlaki kumaşa sahip olmaları büyük bir avantaj olmuştur.

Fakat sorun devam etmektedir. Meseleyi entelektüel zeminde ele almadan, bu topraklarda başlatılan batılılaşma ile hesaplaşmadan çözüm üretebilmek mümkün görünmemektedir. Bu ülkede müslüman entelektüeller meselenin tarihsel sürecini dikkatle analiz ederek, çözüme dair sağlam, güçlü ve derinlikli bir entelektüel düşünce üretme sorumluluğunu üstlenmelidirler. Bu tarihin onlara yüklediği bir amacın gerçekleştirilmesi sorumluluğudur.

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum