İnsanlık bir çıkış arayışında olmaktan bıkmadı, usanmadı ve hala bir çıkış arayışını sürdürmektedir. Bu arayış, ilânihaye devam edeceğe benziyor. Bu durum, yaşamın dinamiği kadar insanın değişimini de etken bir unsur olarak sürdürdüğünü göstermektedir. İşte bu meyanda meydana gelen sorunları çözüme kavuşturma adına bir arayış, çıkış yolu arama makul ve mantıklı bir hal olarak insanlığın önünde hep durmaya devam edecektir.
Bir çıkış arayışı açısından sonuca ulaşmak için gereken temel usul ve adaplar birden fazla kavramı öne çıkarmaktadır. Örneğin, eleştirel bir bakış; eleştirel kavramının bütünlük içeren yaklaşımını öne alarak idrak etmek önemlidir. Aklı işlevsel bir şekilde kullanıma dâhil etme… Akıl, kavram olarak farklı tonajlarına dikkat kesilerek, onu kendi makamında aktifleştirerek kullanıma dâhil etmek, çıkış açısından olmazsa olmazıdır. Sağduyu, bir çıkış zeminini sağlamlaştırmak için gereken temizliği yapmada sahih ve sahici bir konum elde etmeye yarar. Sağduyuyu kaybeden, nesnel zeminini kaybedeceği için yolu temiz tutmada sorunlar üretecektir. Olumsal yaklaşım, duygusal olarak olumlu davranmayı öncelemek, çıkış açısından bir enerji kaynağı olacaktır. Olumsal bakış, aynı zamanda birçok şeyin olumlu/iyi/doğru tarafını görmede yardımcı bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Böylece, iyiye, doğruya ve duygusal tamlığa ulaşmada önemli bir eşik olarak olumsallığı yerli yerine konumlandırmak elzemdir. Diğerkâmlık, salt kendini düşünen değil, başkasının iyiliğini isteyen ve buna göre tavırlar ortaya koyan kişilik, çıkış açısından olmazsa olmazımızdır. Salt kendisini düşünen birinin başkasının iyiliğini düşünmesini beklemek abesle iştigal olacaktır. Bilgi, ileri sürdüğümüz her kavramın kendi içeriğini ve bir çıkışın yolunun içeriğini de belirlemede vazgeçilmezdir. Bilgi de adalet çerçevesinde işlevsellik kazandığı zaman doğru bir zeminde hayatiyet kazanır. Bu yüzden bilgi, ileri sürülen her kavramın doğru ve kararlı bir zeminde duruşunu ve çıkışa katkı sunuşuna imkân sağlayacak bir işlevselliğe sahiptir. Buraya irade, istikrar ve istikamet gibi temel kavramları da eklemek zorundayız… Ama bizim konumuz adalet ve adaletin bu ileri sürdüğümüz her kavramı yerli yerinde kullanıma dâhil edebilmemiz için önemini açıklamaya başlayarak yolumuzu açmaya devam edelim…
Adalet: Hak ve hukuka uygunluk; hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme; doğruluk. Adaletin bu tanımı yeryüzü maceramızda bize yol gösterici bir özellik taşır. Hak ve hukuku gözetmek, bu sadece kendi hak ve hukukumuzu değil, bizim dışımızda var olan hem insan ve hem de diğer yaratılmış varlıklar açısından da bir hak hukuk gözetimi söz konusu edilmelidir. Böylece adaletin barışı tesisi ve bir çıkış yolunu temellendirmesi söz konusu olabilir. Bu durumu besleyen ikinci anlamı ise: Adil olma durumu… “ Onun adaletine söz yoktur” deyimi bu açıdan bir tanıklığı işaret ettiği için durumu iyi özetler mahiyetindedir.
Adalet kavramını ele alırken tabi ki salt yaratılış süreci ve sonrası ile birlikte bir değerlendirmeye tabi kılmak onu eksik anlamayı içerecektir. Adalet, kavramı bir açıdan insanı aşkın bir konumu da içerir. Hatta adalet kavramı her ne kadar, adil olma vasfı ile kişisel bir tercih gibi görünürse de başkaları nezdinde bu sıfatı kazandığı için sosyal bir zemine sahip olduğu da belirtilmelidir. Bu yüzden insanı aşkın, sosyal bir çerçeveye sahip olduğu kabulü ile hareket edildiğinde bir çözüm arayışını da beraberinde taşır. Çünkü çözüm dediğimiz şey, sosyal bir karakter taşır. Tek başına bir çözümden bahsetmek adil olmadığı kadar adalet üzere de olmayacaktır. Adalet ve adil olma birbirini tamamlayan olgulardır.
Adaletin ontik zemini doğal olarak ulûhiyet/Tanrısal bir hüviyet taşıyacaktır. Adaletin tam tecellisi ulûhiyetin varlıkla ilişkisinin niteliği bakımından ele alınmalıdır. Bu yüzden yaşam dediğimiz şey hayatın iki boyutunu da içerecek şekilde kullanılmalıdır. Ahiret ve dünya hayatı derken, tek bir hayat ve iki boyuttan söz edilmektedir. Bu yüzden adaletin tam tecellisi her iki boyutun tek bir zeminde idrak edildiğinde söz konusu olacaktır. Bu anlamı itibarı ile adalet; her varlığın yaratılış sürecindeki yaratılış amacına matuf doğası ile bütünleşik varlığını sürdürmesi ve geleceğini de buna göre bulmasıdır. Bu konuda herhangi bir iltimasın varlığı söz konusu olamaz! Adaletin varlığı ve adil bir Allah idraki, yaratılmış her varlığın kendi doğası ile uyumlu bir şekilde varlığını idame ettirmesini ve sonucu da buna göre yaşaması gerektiğini ilzam eder. İnsan açısından da durum bundan başkası olamaz!
Demek ki adalet, aşkın boyutu ile insan açısından nesnel zemini kurmada en elverişli yapısal bir özelliği kazandırır. Nesnellik, öznelliğin aşıldığı noktada açığa çıkıyorsa ki öyledir, o zaman adalet, öznelliği aşan bir boyut içinde kavrandığı zaman, nesnel bir zemin çıkarır ve ortaklaşa bir idrakin, bilginin, yaklaşımın, bakışın varlığını mümkün kılar. İşte çıkış bu noktadan hareketle başarılabilir. Birinci aşkınsal zemin ilahi adaletin tecellisi bakımından ele alınmalıdır. Barışı da bu zeminde adaleti algıladığımızda sağlayabileceğimizi bilmemiz esasa taalluk eder. Adalet için ikinci nesnel zemin ise hak, hukuk ve doğruluk bakımından salt öznel bir bakışı değil, kendi dışındaki aşkın insanlar ve varlıklar içinde düşünmeye başlandığında açığa çıkar. Bu nesnellik ise, başkasının hak ve hukukunu gözeterek onu da çözümün bir parçası kılmak ve ortak bir idrak ile ortaklaşa bir yaşamın mümkünlüğünü bizatihi görmek ve yaşamaya çalışmayı mümkün kılar. Bu iki aşkınlık zemininde denge asli bir unsur olarak öne çıkacaktır. Her aşırılık bir sapmayı mümkün kılar. Bu yüzden denge olmazsa olmazımız olmalıdır. Denge ise varlığın doğası ve insanın doğası üzerine sağlam ve sahih bir bilgiye sahip olmayı da içerecektir. Bir denge, ancak doğallığın ne olduğuna dair bir bilgiye dair bilincimiz ile sağlanabilir.
İki aşkınlığı tek bir potada bütünleştirmek içinde bilgi asli hüviyete sahiptir. Burada hangi bilgi sorusu anlamlı olacaktır. Salt insan aklına dayalı bilgi, yukarıdan itibaren çizdiğimiz kavramsal şemayı idrak etmesi ve ortaya çıkarması beklenemez olana tekabül eder. Tarih boyunca da bu böyle süregelmiştir. Sahih ve sahici bilgi, dengeyi, denge ise iki aşkınlığı tek bir bütün içinde tanımlamayı mümkün hale getirir. Böylece bu bilgi yaratılışın doğası ile yaratılmışın doğası ve yaratılmışlık ile yaratıcının ilişkisindeki niteliği de bize sağlıklı bir zeminde sunabilir. Vahiy, insana, hem insanın kendisine dair, hem insanların bütününe dair, hem yaratılmış varlığa dair ve hem de yaratıcının bizatihi kendisine dair doğru bilgiler sunar. Adalet bu doğru bilgi üzerine ikame edilerek varlık sahasına çıkar. Her şeyin yerli yerine konulmasının adı adalet ise, ancak bu ilahi bilgi sayesinde gerçekleşebilir bir olguya dönüşür.
Şimdi yeryüzü serüveninde adaletin ikamesi bakımından önemli bir vasat yakalamak adına adaletin yeryüzünde ikamesini sağlamak elzem olmaktadır. Adaletin ikamesi ise, bu konudaki bilgiye istinat ederek bilgiyi ahlaki bir zemine taşımakla başarıya ulaşılabilir. Barış ise bu başarının temelini oluşturur. Burada barış, ikili bir yapıya sahiptir. Tıpkı adalet gibi barışta ikili bir yapıyı işaret ettiği için kişinin kendisi ile barışık olması diğeri ile barışıklığının temelidir. Özgüven kişinin kendisi ile barışıklığının teminatıdır. Bu teminat, başkası ile de barışık olmayı teminat altına alır. Ortak hale dönüşmüş bir özgüven, birlikte barış içinde yaşamayı mümkün kıldığı gibi adaletin ikamesi bakımından da sağlam bir zemin sağlar.
Adaletin adil bir vasfa sahip olmasını sağlayan temel özgüven ise ki öyledir. O zaman özgüveni sosyal bir vasfa taşıyarak toplumsal bir adaletin ikamesini sağlamak öncelenmelidir. Çıkış, ancak birlikte hareket edildiğinde ve bir güven temelinde gerçekleştiğinde ortaya çıkacak olan vasata haiz olduğumuzda açığa çıkar.
Özgüveni sağlayacak bilgi, irade, kararlılık, istikamet ve olumsallık gibi temel parametreler, hem adaletin teminatı ve hem de adil vasfını kazanacak ferdin öznel karakterinin ahlaki bir zemine sahip oluşuna da göstergedir. Yalan, sahtekârlık, aldatıcı faaliyetler, olumsuzluğu mihenk kılan bakışlar özgüveni zedeler ve yokluğa doğru sürükler. Özgüveni kaybeden kişinin adil olma vasfı da yokluğa tevdi edilir. Unutulmamalı ki; kişi, ne istiyorsa ona o istediği şey verilir; bu adalet duygusunun bir karşılığı olarak böyle işlerlik kazanır. O yüzden istemek var etmenin bir başka çeşidi olarak önümüzde durmaktadır. Ne istediğimiz konusunda bir açıklığa sahip olmalı, istediğimiz şey ile bütünleşeceğimizi dikkate alarak isteğimizi belirlemeliyiz. Adaletin bizim isteğimiz ile ilişkisini ve ilgisini de dikkate almayı öğrenmeliyiz. Bu yüzden özgüven temeldir. Özgüven, yanıldığımızı kabul etmemizi kolaylaştırarak düzelmemize imkân sağlar. Özgüven, başkasına da güvenmeyi mümkün kılar. Bu güven ile olumsallığın kurumsallaşmasına zemin oluşturulabilir. Güven yitimi olan toplumlarda adaletin ve barışın ikamesi imkânsızlaşır.
Bir çıkış açısından adaletin ikamesi farz olmaktadır. Bu farzın ifası bakımından ise vahyin bilgisine olan ihtiyacımız bedihidir. Bu bilgi ile kendi özgüvenimizi inşa etmeliyiz. Salt kendimizi değil başkasını da düşünerek bir sosyal yaşamın varlığını garanti altına almalıyız. İşte bu sosyal yaşam bize nesnel bir düşünce zemini sunacaktır. Bu nesnellik üzerinden özgüvene dayalı olarak adil vasfını kazanmak ve adaletin ikamesi bakımından hakikatin tecellisine mazhar olacak bir vasfa sahip olmak kaçınılmaz olmalıdır. İşte o zaman çözüm kendisini bize gösterecektir. Bütün mesele kendisini gösteren bu çözüme yönelen insanların ortaklaşa bir akıl ve idrak üzerinden katılımını sağlamak ve birlikte özgüven üzerinden hareketle birlikte paylaşmak ve birlikte yaşamayı öncelemek olmalıdır. Adalet bu zeminde kendiliğinden doğacaktır.
Allah’ın inayeti, inayeti isteyenin üzerine yağar. Buna açık olmak kulun şanındandır. Kul, adaleti ikame konusunda yapması gereken şey, emir ve nehiylere tam ittibadır. Dua hali isteğin kabulünü sağlar. Adalet, duanın adil olmaya yönelik olması ile gerçekleşir…
YORUMLAR