Bir Cephede olmanın Varlığı/Anlamı ve Gazze’nin Direnişi…
Aksa Tufanı sadece Filistin’de değil bütün dünyada bir cephenin varlığını ihsas eyledi. İsrail ve destekçileri bir tarafa, Filistinliyi savunan vicdanlı insanlar bir tarafa bir cephe oluştu. Bu cephe hukuk ve vicdan ölçekli olduğu kadar ahlak ölçülü bir zemine sahip olarak varlık kazandı. Her türlü baskıya rağmen, Filistin halkının yanında olmak, herhangi bir maddi karşılık olmamasına rağmen, yeri geldiğinde saldırıya uğramaya neden olmasına rağmen, insanlar sokağa çıkarak, protesto ederek, ambargo uygulayarak desteğini gösteriyorsa bu onların aynı cephede olduğunu göstermektedir.
İnsanın yeryüzünde bir imtihan gereği bulunuşunu dikkate aldığımızda zaten bir cephe fikri kendini gösterir. İnsanın kendi iç dünyasında iyiye ve kötüye meyyal oluşu da bu cephe fikrini güçlendiren bir şeydir. Cephe ikiye ayrılır: iyi ve kötü… Kişi ya iyiden yana tavır takınır ve o cephenin özelliğini sürdürür, iyilerden olur… Ya da kötüden yana tavır alır ve kötüyü sürdürerek o cephenin özelliğini işaret eder, kötülerden tanınır.
İnsanın bir cephe içinde yer alması, onun gelişim dinamiklerini geliştirmesi bakımından da önemli bir işleve sahiptir. Kadim kültür içinde özellikle de vahyi birikimi dikkate aldığımızda din, renk ve ırk gözetmeden iyi olmanın vasıflarını sergilemek ve iyi olmayı öncelemek bir kıymete haizdir. Bu yüzden içeriden dışarıya doğru iyiliği çoğaltarak süreklileştirerek varlık kazanmasına zemin oluşturulur. Modern insan ise cephe fikrini kaybetmiştir. O salt kendini cephe olarak görerek müstağniliğin en dibine boylamıştır. Bu da onu yalnız ve gücünü kaybettiği zaman çaresiz kılarak varlık hiyerarşisindeki yerini en alt olarak belirlemektedir.
Müslümanlar, modern kültürün etkisi ile bir cephede oldukları fikrini ve zikrini kaybetmişlerdir. Kendilerini nispet ettikleri modern kültür ise onları dışlamaktadır. Buna rağmen, Müslümanlar kendilerini kabul etmeleri için modern kültürün kodamanlarına yağ çekmekten geri durmamaktadırlar. Hem iktidar ve hem halk nezdinde Müslümanlar cephe fikrini kaybettiklerinden dolayı son iki yüzyıldır sömürü çarkları içinde ezilmektedirler.
Eğitim, kültür ve yaşam tarzlarını yaşarken var olmaları gereken asli cephenin dışında kaldıklarının farkındalığını da yitirmişlerdir. Bu Müslümanlar açısından en acı durumu işaret eder. Hâlbuki insan, doğduğu andan itibaren bir cephe fikri ile donatılarak varlık sahasına çıkmaktadır. Aile içinde yer alarak kendi korunağını sağlama almaktadır. Bir kültürün içine doğarak o kültür tarafından kişiliği inşa edilmekte ve farklı kültürlere mesafe koyarak cephe algısını geliştirmektedir. Bir din içinde müslüman, Hıristiyan veya Yahudi, ya da seküler, laik, deist veya ateist olarak kendi cephesini seçmektedir. Bu cephe içinde yerleşik hale dönüşerek kendi karakterini inşa ederken, kendi gelişim dinamiklerine sahip olmaktadır. Başkaları ile farkı öne çıkmakta ve bu fark üzerinden kendi kimliğini belirginleştirmektedir. Cephe bu çerçeve içinde farklılığı işaret eder ve kişinin kendi kimliğini inşada belirginlik kazandırarak farkını imler.
‘Her insan biriciktir’ derken kastedilen şey aynı zamanda her cephe kendi içinde biricikliği taşır, anlamını da işaret eder. Bu cephe hali doğal akışı içinde yerleşik hale gelir ve bir kültürün mayalanmasını sağlar. Bu olumlu boyutu her zaman kendi geçerliliğini işaret etmez! Cephe yukarıda ifade edildiği gibi temelde iki tutumu içerir: iyi ve kötü… Bu iyi ve kötünün farklı tezahürleri söz konusu olabilir. Ama temelde bu iki boyut öne çıkar. İyi ile kötünün iç içe geçtiği zeminlerde söz konusu olabilir. Bu zeminler ise insanın kendi biricikliğini ortadan kaldıracak bir vasatında varlığını izhar eder. O yüzden temel soru şu: bir insan hangi cephede yer almalı ve niye bu cephede durmalıdır?
İnsan, diğer varlık kategorileri içinde anlam arayışı olan tek varlıktır. Bu anlam arayışı onun cephe anlayışını da belirgin kılar. Bu anlam arayışında ise bilgi ve bilme süreçleri belirleyici rol oynar. İşte bu noktada insanın yaratılmış bir varlık oluşunu, bu yaratıcının aynı zamanda Rabb olma özelliği ile insanın terbiyesini de gerçekleştirecek bir zemini kurarak insana olan ilgisini açığa çıkardığını söylemek durumundayız. Vahyin gönderilmesi, seçilmiş elçiler aracılığı ile bu vahyin uygulamada neye tekabül ettiğini de izah eden bir yapı içinde insanın şekillenmesini sağlamaktadır. Vahyin, yol gösterici boyutu ile Resulün temsiliyeti üzerinden cephenin neye tekabül ettiği konusu açıklık kazanır. ‘Allah, Resulü ve müminler birbirlerinin dostudur/velisidir’ ayeti bize cephenin içeriğini, taraftarlarını ve neye tekabül ettiğini izah eder. Vahiy tarafından bildirilen emir ve nehiyler ile tarihe dair aktarılan kıssalardan elde edilmesi gereken dersleri de belirten ayetler, insanların nasıl bir cephe tasavvurunda olması gerektiğini kendi tamlığı içinde betimlemektedir. Zaten bu iyilerin cephesini Mutlak İyi olan Âlemlerin Rabbi olan Allah betimleyebilirdi. O da bize betimlemiş ve uhdemize tevdi edilmiş bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Müslümanlar bu temel gerçeği göz ardı ettiler ve sanki müslüman olmak bir cephede olmak anlamına gelmiyor gibi bir yanılgı içinde varlıklarını sürdürmeye alışmışlardı. Ta ki Filistin halkı Aksa Tufanı ile bir ‘büyük sarsıntı’ meydana getirene kadar… Filistinliler öldüler, yaralandılar, yakınlarını kaybettiler, başlarına bombalar yağdırıldı ama asla kendi cephelerinden ödün vermediler. Her türlü zorlu koşullara rağmen, bir cephede olduklarını haykırdılar ve ‘biz sadece Allah’tan yardım bekleriz’ diyerek cephenin gerçek sahibini haykırdılar. Bu haykırış, insan olan herkesin vicdanını harekete geçirdi. Özellikle müslüman halkın dışında kalan insanların bu haykırışı daha fazla duyması ve Müslümanlığa yönelik bir eğilim geliştirerek Müslümanların sayısının artışını sağlaması bu düzlem içinde yeniden okunmalıdır. Ama Müslümanlar hala kendilerinin bir cephe içinde var olduklarına dair bakış gelişmemiş durumdadır. Çünkü yeterli bir tepkiyi gösteremedikleri gibi yapılan bu soykırıma karşı kendi ülkelerinin iktidarlarını harekete geçirmede de yetersiz kalmaktadırlar.
Müslümanların behemehâl müslüman olmalarının onların bir cephede bulundurduğunu idrak etmeleri elzemdir. Bu cephe fikrinin kendilerine yüklediği sorumluluğu hatırlamaları zorunluluk arz eder. Filistin’de öldürülen her kadın, çocuk ve erkeğin kendi kardeşi olduğunu unutmamalıdır. Onlar kendilerine en yakın kimselerdir. Onların öldürülmeleri, hele haksız yere öldürülmeleri asla kabul edilemez bir olgudur. Bu konuda elinden gelen ne varsa onu yapmaktan imtina etmesi, kendi sorumluluğunu üstlenmemesi anlamına geleceği gibi Allah katında da hesaba çekilmesine neden olacaktır.
Hiç kimse ‘ama ben bir şey yapamam ki’ diyerek kendi sorumluluğunu üstünden atamaz! Mutlaka her insanın yapabileceği bir şey vardır ve onu yapmaya başlamalıdır. Kendi ülkesinden başlayarak iktidarı elinde tutanlara karşı bu cephede yer aldığını ihsas ettirmelidir. İktidarı da bu cephede olmakla yükümlü tutarak ona sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmelidir. Topyekûn bir şekilde bu soykırıma karşı çıkarken bu cephe fikrinin ne kadar önemli olduğunu hatırlayarak bunu bir temel tutum olarak geliştirmeli ve ona yaslanmayı bir doğal durum olarak kabullenmelidir. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelecektir ve nereden geldiği bilinmeyen ordular devreye girerek bu soykırımı durduracak ve zalimleri yerle yeksan edecektir. Unutulmamalıdır ki her Filistinli çocuk, kadın ve erkeğin öldürülmesinde bizimde sorumluluğumuz vardır: engel olma konusunda herhangi bir şey yapmadığımız sürece…
YORUMLAR