Modern dünya, yeni bir zihin dünyası inşa etmiştir. Bu yeni zihin dünyası ise kadim düşünceyi peşinen yargılayarak olumsuzlamaktadır. Bu olumsuzluğu kesinlik düzeyinde kabul ettiği için yeni bir bakış üzerinden yeni sonuçlara doğru yol almaktadır. Ama görüldüğü üzere bu yeni bakış, yeni sonuçlar ve yeni yaklaşım biçimleri yeni insanı mutlu edememektedir. Zulüm kol gezmekte ve sahteleşmiş bir yaşamın ürettiği kaotik zeminde hayatını sürdürmenin garabetini yaşamaktadır insanoğlu…
Tanrı’yı reddeden bir bakış üzerinden hareket eden bu yeni modern zihin, hiçbir soruna doğru bir çözüm üretemediği gibi adalet, barış, anlam, ahlak gibi temel kavramların içeriğini boşaltarak, hem kendisini ve hem de etkisine aldığı eski kültür ve inançları uçuruma sürüklemektedir. Modern zihin, özne merkezli ve hümanizm ideolojisi ile başladı… Gelinen noktada ise hümanizmin geride kaldığı post hümanizm geleceğin belirleyicisi olma özelliği kazanıyor. Tanrı reddedilirken, otoriter toplumsallığın üretildiği bu yeni zeminde ise adı konulmamış tanrıcıkların tam belirleyici olduğu ama bunu bilimsellik adı altında ileri sürülen savlar üzerinden gerçekleştirilmek istendiği çokça tartışılmaktadır. Din ve dine dair bilgi, ulûhiyet ve manevi hayata dair şüpheli çıkışları bir tarafa aynı özelliklere sahip olması gereken teorik ön apriori bilgileri ise kesinlik düzeyinde kabul ederek ve ettirterek savunduğu düşünceleri akli ve bilimsel kategori sınıfına koyarak bir inanç olarak halka dayatılmaktadır. Buna itiraz edenlere ise, dinin bugünün koşullarına vereceği bir cevabı yoktur diyerek kendini temize havale etmektedir.
Sosyoloji üzerinden hareketle olanı olduğu gibi reel bir gerçeklik olarak sunmanın kendisi ne kadar doğru ve hakikat ile bağıntılıdır. Modern bir yöntem üzerinden olan biteni tasvir hakikat değil mevcudu, reel olanı işaret eder. Din gibi aşkın bir düşünce sistemini reel olana sıkıştırarak anlamak bilimsel olabilir ama hakikat ile bir bağı yoktur. Gerçeğin sadece vuku bulduğu için gerçekle ilgisi olabilir ama hepsi o kadar… Çünkü buradaki gerçek kavramı sadece olması bakımından bir doğruluk taşıyabilir. Ama gerçekleşen şeyin doğruluğu hakikat bağlamında ise bu tartışmalı bir zemini işaret eder. Çünkü o zaman doğruluğun şartları değişir.
Bu noktada ortaya konan bütün kavramların yeni bir bakışın uzanımı olduğunu ve bu kavramların içeriğinin doğruluğu ise ancak onu farklı bir düzlemde ve farklı bir teorik zeminde tartışmaya açtığımızda kendisini açığa çıkaracak bir zihne işaret etmiş oluruz. Yani bir gerçeği, gerçeği inşa etmiş zihinsel ilkeler muvacehesinde ele alınarak doğrulanamaz! Eşitlik, özgürlük, hukuk, insan hakları gibi temel kavramların belirli bir zihni yapının eseri olduğunu unutmadan yeniden ele alınmayı beklemektedir. Ancak o zaman mevcut sorunları aşma konusunda bir umut açığa çıkartılabilir.
Benim anlamadığım ise mevcut üzerinden aşkın bir düşünce olan İslam hakkında yargılarda bulunmaktır. Eğer olan bir gerçeklik olarak doğru ve hakikatte bu diyorsanız. Gerçekleşen her şeyi o düzeyde kabul etmelisiniz ve bu da Gazze’de gerçekleştirilen katliamı ve soykırımı da hakikat kılar. O zaman eleştiri ortadan kalkar. Ya da İslam ve öncesi bütün dinler bir gerçekleşme imkânlarına sahip olmaları bakımından bir gerçeklik zeminini inşa etmişlerdir ki bu çerçevede dine yöneltilmiş her eleştiri boşa çıkmış olur. Bu noktada modern düşünce ideolojik karakteri ile yalan söylemeyi kategorik bir bilim zemini olarak kullanmakta ve kendisinden önceki bütün düşünme yeteneklerini yok kabul etmektedir. Modern zihin, kendisinden önceki düşünce ve düşünme imkânlarından istifade etse de yeni bir zihni inşa ettiği tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu temel gerçeği dikkate alarak ama modern düşünce de kendisinden önceki düşünce biçimlerinden istifade etmemiş mi sorusu sorulmalıdır.
Gazze’deki soykırım ve zulmün kabulü mümkün olmadığı gerçeğine rağmen hakikati gerçeğe indirgemek başlı başına bir sorun olarak orada durmakta. Felsefe ve bilim ile uğraşan arkadaşlar her iki olguyu hakikatin kendisi gibi gördüklerini fark etmeden görüş serdediyorlar. Hâlbuki olup bitene bakıldığı zaman örneğin; ABD başkanı seçilen Trump gibi bir şahsın, kendi isteği üzerinden Gazze halkını Gazze’den sürerek orayı turizm cenneti kılmak istediğini beyan edebilmektedir. Ve bunu kendi gücüne yaslandırarak yapma arzusunu beyan etmektedir. Orada yaşayan insanların hakları, özgürlükleri, temel insan hakları ise bir kalemde silinip atılabilinmektedir. Karşı çıkanlar elbette olacaktır ki olmaktadır da… Ama karşı çıkışlar bile sadece çıkar eksenli bir yaklaşımı içerdiği görülmektedir. Mesele bir güç savaşı olarak kabul edilirse, sorun giderek büyüyecektir. Buradan bir doğru çıkarmak ise mümkün olmayacaktır. Tarihteki büyük gelişmeler, katliamlar, soykırımlar, savaşlar bize bunu göstermiştir. Her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı olduğu gerçeği, ferdi, siyasi, toplumsal, ekonomik ve güç temerküzünde de görülebilinmektedir. Tabii ki herkes kendi hesabını verecektir. Burada da ötede de…
Ölüm gibi temel bir gerçekliği dikkate aldığımızda bura ile sınırlı olmayan bir hayatın varlığı kaçınılmaz. Üzgünüm ama bilim ve felsefeci arkadaşlar ölüm eşiği deneyimi çalışmaları ölüm sonrası bir yaşamın varlığını gösteriyor… Son dönem çalışmalar, insanı dünya ile sınırlı tutmanın kaçınılmaz yıkımını göstermektedir. Uzay çalışmaları, uzaylı hikâyelerinin son günlerde sık sık görülür olması… Film, senaryo ve romanlarda özellikle gelecek kestirimi kitaplarında Mars başta olmak üzere dünyanın sonunun tartışıldığı gerçeği insanı çaresiz bırakmaktadır. Dine dönüş yerine mistik hezeyanlara sığınan insanların giderek çoğalması ise başlı başına bir sorunsal alan olarak insanlığın önünde durmaktadır. Psikolojiyi maneviyat ile buluşturarak yeni dini akımların inşa edildiği bilinmektedir.
Hâlbuki tarihsel müktesebat içinde ve bütün insanlık tarihi kadar insanlığın yaşadığı her kültürde mevcut bir mistik yapının varlığı kaçınılmaz olarak bulunmakta ve oradan beslenen yapılar hala mevcudiyetini koruyordu. Ama son iki yüzyılın baskıcı yapısı karşılığında o merhamet, insancıl mistik yapılar, Budizm ve benzeri yapılar şiddet unsuru haline dönüştürüldüler. Hindistan’da Müslümanlara yapılan saldırılar ve katliamlar Hinduizm’i nereye taşıdığını görmek açısından vuku bulan olayları işaret eder.
Asıl sorun ise söylenen şeyin uzam ve ufkunu dikkate almadan görüş serdetmek ve bu yüzden başkalarının da etkilenmesini dikkate almadan sorumluluk duygusunu göz ardı etmektir. Yarın çok pişman olmamak için daha düşünerek görüş serdetmek kendi lehimize olur. Yani öyle bir zihni durum karşısında bulunuyoruz ki; söylenen her sözü ve dile getirilen her yargıyı geçici ve kendi çıkarımızı belirleyecek düzeyde ve düzlemde dikkate alarak ileri sürmekteyiz. Bu da insanlığın tıkandığı ve yeni bir çıkış arayışı içinde olmasını gerektiren bir durumu işaret eder. Ancak, modern zihin, kendi dışında ve kendisine tehdit oluşturacak yeni bir zihni yapıyı peşinen egale etmek, egale edemiyorsa onu modern zihin ile örtüştürerek tehdit olmasını engellemeye dönük çabaları büyük bir gayret ve güç kullanımını hayata geçirerek yapmaktadır. Ortaya atılan yeni söylemlerde de bunu gözlemlemek mümkündür. Yaşam merkezli bir düşünceyi hayata geçirmek adına özellikle ülkemizde ve batıda da hayvan hakları, bizde de sokak köpekleri büyük bir özveri ile savunulmaktadır.
Uyanık ve diri olmak zorunda insanlar… Kendilerine yönelik bu yaptırımcı uygulamaları fark etmelidir. İçine çekildiği gayya kuyusundan kurtulmak adına mevcudun hipnoz edici boyutunu keşfederek ondan kurtulmalı ve ayık olmalıdır. İslam, din ve dinin ibadet ve muamelatına dair söylemlerin art niyetli ve yıkıcı boyutunu dikkate alarak değerlendirmeye alınmalıdır. Modern zihin samimiyetini kaybetmiştir. Modern yaşam ise yalanı doğrulaştırarak kendi meşruiyet zeminini kurmuştur.
Yeni bir dirilişe olan ihtiyaç bangır -bangır bağırmakta ama kulaklar sağır, gözler körelmiş ve kalpler işgale uğramıştır. Bu durumun vahametini kavramak ve farkındalığına sahip olmak ise kurtuluş için yegâne şartı inşa etmek için gerek şarttır.
Abdulaziz Tantik
YORUMLAR