Sesli Makale Dinle
Din, sosyolojik olgunun dışında ilahi bir din olarak Yüce Yaratıcının İnsana yol göstericiliğini işaret eden ve belirten bir muhtevaya sahiptir. Din, insanın yaşarken neler yapması ve yapmaması gerektiğini belirten emirler ve nehiyler çizgisi olduğu kadar, ahlaki yetisini güçlendiren ve onu estetik bir zemine yaslandıracak uyarıları, örnekleri, meseller üzerinden ise ihtarları yaparak insanı kemale doğru yürüyüşünü sağlayacak ilkeler ve ideler bütünlüğüdür.
Allah, vahiy üzerinden insanlar arasından seçtiği bir kulu üzerinden insanlara bir rehberlik sunmaktadır. Her şeyi ile ulûhiyete dâhil olan dinin ilahi boyutu onun belirleyici etkenliği taşıdığı ve bir teslimiyeti içerdiği tartışılmaz bir gerçekliğidir. Son Din İslam’da bu ‘Belirleyen’ vasfını taşıyan bir din olma hüviyetini taşımaktadır. Tarih boyunca da hem ilahi din, İslam öncesi dini bakış, hem de son din İslam da tarihi boyunca belirleyici pozisyonunu taşımaya devam etmektedir. Başka türlüsü de onu din olmaktan çıkarmaktadır zaten…
Akla ilk gelecek olan mezheplerin çokluğu olacaktır tabii ki… Ama mezhepler, temel aksiyomlarda ayrışmayı değil birleşmeyi önermektedir. Ayrışma ise ayrıntılarda, dinin çoğul karakter taşıdığı zeminlerde geçerlidir. Tıpkı matematik ve mantık gibi temel aksiyomlarda bile birden fazla teorem üzerinden farklı sonuçlar çıkarmak mümkün olduğu gibi… Bu İslam söz konusu olduğu zaman, ilke ve prensip bağlamında değil, ama bu temel umdelerden hareketle (içtihadi zeminde) mevcut yeni yaşam alanlarını değerlendirmeye tabi kılarken veya ibadet ederken, temel aksiyomlardan değil de kişisel durum ihtiva eden yaklaşımlarda bir çoğul karakter mevcuttur. Bu da kişisel bir gelişim dinamiğinin insan dinamiği ile uyumu açısından kaçınılmaz bir olguyu taşıması ile birebir orantılı bir durumu işaret eder.
İslam düşüncesinin temelini ve usul-i dini temsil eden temel bakış, subut-u kati olan ile delaleti kati olanın birlikteliği söz konusu olduğu zaman, belirleyici bir konumu ihtiva eden din, sadece teslim olmayı içermektedir. Ama metin, subut-u kati olsa bile delaleti zanni olduğu zaman bir farklılığı meşru görmektedir. Bu da ilahi dinin belirleyici olma vasfı yanında insana yüklediği derin anlamın ve sorumluluğunda izahını yapmaktadır.
Modern dünya ve düşünce ise insana belirleyici olma vasfını kazandırmıştır. İnsan; yaşam, olgu, olay, durum, haber ve gelişim dinamikleri üzerinde belirleyici bir karakter inşa etmektedir. Bu doğal olarak dini belirleme imtiyazı da kazandırmaktadır. Protestan mezhebi kilisenin belirleyici olma vasfını insana bıraktığının en güzel örneği olarak önümüzde durmaktadır. Aynı zamanda Protestan ahlakı, kapitalist ahlakı inşa etmede temel bir işleve sahiptir. Bu tartışmalar on dokuzuncu yüzyılda yapılmıştır. Sonuç açıktır; insan, kendi Tanrısını ve dinini belirlemede en temel işleve sahiptir. O yüzden akıl üzerinden önce kendi varlığını ispat, sonra da tanrının varlığını ispat ve sonra da insana uygun ve uyumlu bir dinin inşası söz konusu olmaktadır. Sekülerlik, tam bu bağlamda yeni bir ideolojinin din olarak tezahür etmesi anlamını ihtiva etmektedir. Bizdeki Kemalist ideolojinin bir din olarak algılanması ve hala son teğmenler olayında belirgin olduğu gibi bir dinin sürgit devamı istenmektedir.
Yaşadığımız her anda belirlenen bir yaşamın sunduğu nefesi alarak varlığımızı sürdürmekteyiz. Ama bu yaşamı daha iyi koşullara sahip kılmadığı gibi, daha iyi insanlara sahip olmayı da sağlayamamaktadır. Gazze katliamı ve İsrail soykırımını seyreden sekiz milyar insanın yanında birkaç milyon insanın tepkisi ne anlam ifade eder ki… Bu çoğunluk bağlamında yoksa değer anlamında o birkaç milyon insanın tepkisi insanlığın kendisi olarak varlık kazanması bakımından en önemli insani zaferdir.
Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın belirleyici pozisyonundan belirlenen bir pozisyona evrildiği bedihidir. İslam içinde bu belirlenen bir pozisyonu kabullendirme çabaları uzun zamandır sürdürülmektedir. Kahır ekseriyet bu mesele Müslümanlar açısından da sorun olmaktan çıkmıştır. İslam, belirleyici bir pozisyon taşıması yerine belirlenen bir pozisyona razı olarak kendini devam ettirebilmesinin imkânları devşirilmek istenmektedir. Modern düşüncenin yorum bilim tekniği üzerinden her şeyi akli bir zeminde tartışmak ve kendimiz buna karar vermek gibi bir istisnai hali genelleştirerek yeni bir durum ve varlığı kaçınılmaz bir tutum olarak öne çıkarılmaktadır. İlahiyatlar ve benzeri okullar bu yaklaşımı öne çıkartan bakışlar üzerine inşa edilmiş ve birçok akademisyen bu meseleyi çözmenin yolu olarak her insanın dini kendisi nasıl anlıyorsa öyle yaşaması gerektiği tezini işleyerek insanın özgürlük alanının sınırlarının içinde tanımlamak zorunda hissediyor kendisini…
Bu ciddi bir sorun olarak Müslümanların önünde durmaktadır. İslam düşüncesinin kendi iç muhtevası içinde çoğulcu bir karaktere sahip olması, İslam gibi temel bir dinin hayatın bütün dinamiklerine karşılık gelen boyutunu işaret eden en önemli enstrümandır. İslam, belirleyici bir pozisyonu asla insana bırakmaz! Çünkü o zalim ve cahil bir karaktere sahiptir. İnsanın zalimliği, karanlığı taşıması, cahilliği ise kaba saba ve incelikten yoksun oluşunu işaret eder. İşte bu durum yüzünden insan, cehaletini ve zalimliğini ancak, dini emir ve nehiylere ittiba ederek kendisini ilim sahibi kılacağı gibi takva sahibi kılarak incelik sahibi biri olur. İnsanın hidayet üzere oluşu, takva sahibi oluşuna bağlıdır. Hidayet ise vahyin insana çizdiği yolu takip etmesidir. Bu vahyin neliği meselesini ise nübüvvet üzerinden sağlamaktadır. Yani bu şu demektir; din, kendi emir ve nehiylerini kendisi belirlediği gibi o uygulama ve ilkelerin neliğini de seçilmiş resul aracılığı ile insana yine kendisi belirlemektedir. Asli unsurlar insana asla bırakılmamıştır. Bu asli unsurların insanın imtihanına tabi olunan boyutları ise insana belirli bir ilmi ve usul müktesebatı üzerinden bırakılmıştır. Yani din, yukarıdan aşağıya insana zanna dayalı bir yorum üzerinden belirleme imtiyazı bırakmamıştır. Bu temel gerçeği ıskalayan her yaklaşım, insanı dinden uzaklaştıran bir yaklaşım olarak yaşamdaki karşılığını bulur.
Bugün İslam gibi temel ilahi bir dini anlama çabasına yönelirken ilahi bir dinin kendisinin getirdiği ilim, bilgi, usul ve karakter üzerinden yürümek kaçınılmaz bir gerçekliktir. Yorum üzerinden elde edilecek bir din, dini hüviyetini kaybeder ve insanı dalalete taşır. Bu temel gerçeği Müslümanların kafasına çivi gibi çakmalıyız. Yoksa modernliğin sağladığı zihinsel konfor üzerinden kendi dininden uzaklaşarak kendi üretimi olan bir dini kendi dini görerek yanlışta ısrarla kalarak kaybedenler zümresine ilhak olur. Tabi ki her insan kendi tercihleri ile yüzleşerek bu dünyadan ayrılacaktır.
Modern düşünce ve dünya son iki yüzyılın neredeyse tek hâkimi olarak varlık kazanmasına rağmen, daha iyiye doğru ve insana daha müreffeh bir dünya ve adil bir yaşam sunamamıştır. Adalet ve barışın ikamesi yerine, haksızlığın ve zulmün ayyuka çıkmasına neden olmaktan öte bir işleve sahip olmamıştır. İki büyük dünya savaşının yanında milyonlarca köleleştirme ve Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi bölgelerde ve Ortadoğu ülkelerinde hala sürmekte olan soykırımlar devam etmektedir. Zenginlerin daha zengin ve fakirlerin daha fakir olduğu bir dünya kurulmuştur. Eğlence, kumar, spor ve sanat üzerinden insanlar uyutulmaya devam edilmektedir. Yeni bir uyanış için ilahi bir din olan İslam’ın kendine gelerek kendi yolunu inşa ederek insanlığa sunması elzemdir. Gazze örneği bu temsiliyeti ve örnekliği sunmaktadır. Bu dirilişin devamı insanlığın kurtuluşu için gerek şarttır.
Abdulaziz Tantik
YORUMLAR