Sesli Makale Dinle
İslam’ın vicdanı; İslam’ın şuuru ile beslenen bir idrakin dışa vurumu ve bunun ifadeye kavuşturulmasını içerir. Herhangi bir etki altında kalmadan, İslami ilimlerin usul geleneği içinde kendi ahkâm ve ahlakını inşa edecek temel ilkelerini gözeten ve bunu bir şuur üzerinden toplumsallaşmanın bizatihi kendisi kılacak bir siyasi, sivil ve ahlaki dirayete sahip olmanın taşıdığı bir davettir…
Müslümanların son yüz yıllık mücadelesi ve yaşadıklarını yeniden ele alarak bir değerlendirmeye tabi kılması, zaaflarını ve iyi taraflarını ortaya koymaları ve buna göre yeni bir arayışın yeni dilini inşa ederek yeni bir toplumsallaşmanın ümmet bağlamındaki önemini gözeterek hareket etmeleri elzem hale gelmiştir. Her hareketin kendi içinde zaaflar ve güçlü yanlar bulması kadar normal bir durum yoktur. Ama bugün herhangi bir hareketin tek başına Müslümanları ümmet haline taşıma gücü, istidadı ve dili bulunmamaktadır. Bilakis, ümmeti parçalayacak projelerin hayata geçirildiği bir tarih dilimi yaşıyoruz. Gazze direnişi Müslümanlar için bir diriliş umudu serpti. Suriye direnişi ve dirilişi ise hala tam olarak kendini gerçekleştirme imkânlarını devşirmiş değildir. Tabi ki daha çok kısa bir süre geçti. Ama gelecekte ne olabileceğine dair umutlar, beklentiler, eklentiler ve eksiltiler hep devam ede gelecektir.
Müslümanların, birliğini, dirliğini, dirilişini, ruhunu, anlamını, ahlakını, güvenini ve temsiliyetini temsil edecek bir arayışın öne çıkarılması kaçınılmaz olmalıdır. Bu konuda her mümin fert ve cemaat bundan sorumludur. Bu sorumluluğu kendi hanesine yazmak yerine aynı duygu ve düşünceyi taşıyan her fert ve cemaat ile birlikte daha iyiyi ve güzeli nasıl ortaya çıkarırız diye bir istişare geleneği oluşturmaya başlanması elzemdir.
İçinde var olduğumuz İslami kültürün temel kodlarını dikkatle ele aldığımızda bizi doğru bir zemine taşımakta yetersiz olduğunu gözlemleme imkânımız vardır. Zaten mevcudun kendisi de bunu açıkça göstermektedir. O yüzden yeni bir bakış ve yeni bir yapılanmaya olan ihtiyaç açıktır. Bu sorumluluğu üstlenecek bir yapının varlığı behemehâl gereklidir. Müslümanların kendi aralarında sınır, renk, dil ve mezhep ayrımı yapmadan birlikte var olmalarını sağlayacak İslam’ın ruhuna uygun ilkelerin ahlaki bir yapıyı biçimlendirerek onu temsil zeminine taşıması ve kendisine yönelik her türlü tehdidin Allah’ın kudret eli ile yok olacağına olan imanı ile birlikte sadece kendi ahlaki öncelikleri üzerine kurulu bir zemine yaslanmasına çokça ihtiyaç vardır. Çünkü temsiliyet olmadan davet olmaz! Davet için temsiliyet elzemdir.
Temsiliyet ise, gönüllü bir şekilde İslam ile kurulacak bağ üzerinden Müslümanların onları temsil ettiklerine dair görüşü ve bakışını belirleyen şeyin kendisi olmalıdır. Yani temsiliyet bir ahlaki düzeyi işaret eder, bu ahlaki düzeyden sonra siyasi düzey gelmelidir. Ama siyasi düzey her zaman ahlaki düzeyi takip edecektir. Çünkü siyasi düzey, kendini kontrol etmeye açık hale getirmeden bir özgürleşme ve ahlaki zemini koruma söz konusu edilemez!
Böyle bir yapının iki temel özelliği öne çıkarılmalıdır: ilki, ahlaki düzlem, müslüman ahlakının bütün formlarını içerecek düzeyde ve niteliğini de beraberinde taşıyarak ruhunu olgunlaştırması esasa taalluk eder. İkinci özellik ise, düşünce zeminidir. Bu düşünce zemini ise, ayrıştırmayı değil, bütünleştirmeyi önceleyen bir yapısal düzleme sahip olmalıdır.
Çatışma yerine bütünleşme esas alınmalıdır. Kuran insana Fatiha suresinde ‘İyyake na’budu ve iyyake nastain/biz yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz’ derken, ferden okuduğun zaman bile biz diyerek ümmeti içinde taşıyan bir şuur ruhu kazandırmaktadır. Yani bir müslüman İbrahim (as) gibi tek başına ferdi vahit olarak ümmeti temsil edebilmelidir. Müminler kardeştir, emri ilahisini her düzlemde temel bir ilke olarak kabul etmeli ve ‘bir mümin bir vücudun azaları gibidir’ denirken kastedilen, ümmetin tek bir beden olarak varlığını kabul ederek başlamaktır.
Ulus devlet gibi temel modern bir yapılanma müslüman ümmeti parçalara ayrıştırmıştır. Öncelikle bu parçalanmaya karşı bir şuur hamlesi geliştirilmelidir. Dünyanın neresinde bir müslüman varsa elbette ki o benim kardeşimdir, diye bakılmalı, o müslüman da nerede olursa olsun, bir yerlerde kardeşleri olduğunu bilerek hayatını sürdürmelidir. Ferden fert bu böyle olduğu gibi kavimler ve cemaatler içinde bu geçerliliğini korumalıdır. Modern düşüncenin insanları parçalayarak onlara özgürlük sunduğu bir dünyada Müslümanlar ise, bütünleşerek özgürleşeceklerini bilmeleri, anlamaları, idrak etmeleri şarttır. Bu yüzden, müslüman yapılar, İslam’ın temel ilkeleri, ahkâmları ve ahlaki yapısı içinde varlık kazanmayı öncelemelidirler. Âlimler, entelektüeller ve aydınlar da bu durumu işaret eden yaklaşımlar ile birlikte birbirleri ile iletişim içine girmeleri elzemdir.
İslam, birleştirir, ayrıştırmaz, ayrıştırmaya yönelten her bakış İslam dışı bir zemine kaymaktadır. Mezhebi farklılıklar dini bir farklılığı izhar etmez! Bilakis, ümmetin zenginliğini işaret eder. Her mümin fert, İslam ile kayıtlı bir ahlaki tutuma sahip olmak zorundadır. Onu bağlayan tek şey İslam ve O’na dayalı bakış olmalıdır. Bu noktada İslam nedir sorusunun cevabı da önemlidir. Her insani çabanın devrede olduğu zemin çoğulcu zemini işaret eder. Ama İslam ilahi boyutu öne çıkan bir bakışı da içinde taşır. İşte bu noktada İslami ilim usul geleneği bize mütevatir diye bir kavram hediye etmiştir. Kuran ve Sünnet üzerinden elde edilmiş ahkâmın tevatür olup olmadığı üzerinden müminlerin bütününü kuşatan veya kuşatmayan bir özellik taşıdığı da beyan edilir. Böylece, müminlerin farklı yaklaşımları onların dinleri ile kurdukları özel ilişkiyi ve imtihanlarını belirgin kılar. Ama İslam, aynı zamanda bütün müminleri bağlayan temel ilkelerini hayata geçirmiştir. Peygamber, sahabe ve tabiin kadar daha sonrada bir konuda ümmetin icması söz konusu olduğu zaman bağlılığın izharı şarttır.
Kişisel çıkar ve iktidar hırsı taşımayan her mümin, doğal olarak bu hükümlere uyar ve müminlerin birlikte var olmalarını, onların yaşadığı acının bizatihi kendi bünyesinde yaşadığı gerçeğini dikkate alarak ona yardımcı olmasını sağlaması gerektiğini bilerek hareket etmesini sağlayacaktır. Bu konuda kim çaba ve gayret gösteriyorsa ve temel ilkelere ahlaki zemini taşıyarak bağlı kalıyorsa her mümin o kardeşine dayanışma göstermelidir.
Mümin, modern bağlamı içinde siyasi bir varlık değildir. Ama mümin, attığı her adımını kendi bütünlüğü içinde atacağı için siyasi bir karşılığı da içermektedir. Fakat bu iki siyasi adımın aynı şey olmadığını da bilerek bu bakışı serdetmelidir. Çünkü modern dünya aldatıcı bir pozisyonu her düzlemde ve düzeyde icra etmektedir. Müslümanlar da sürekli bu aldanış psikozu içinde kendi varlıkları ile yabancılaşarak varlık kazanmaktadırlar. O yüzden modern düşüncenin ürettiği kültürün aldatıcı pozisyonlarını, kavramlarını, ilkelerini, dikte edilen sosyal yaşamı ve özgürlük algısını yerle yeksan etmeden mümin olunamaz! Ümmetin uyanışı, aldanış psikozundan kurtuluşu ile mümkündür. Bu yüzden bir farkındalık olmazsa olmazımız olarak önümüzde durmaktadır.
Ey mümin, ölüm ensende durmaktadır. Ne zaman öleceğini bilemezsin, ama bugün yaşıyorsan, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelisin ki ilahi inayeti celbederek kendi kurtuluşunu garanti altına alasın… Bilesin ki senin kurtuluşun ile ümmetin kurtuluşu aynı düzlemde işlevselleşmektedir. Bunu bil ve buna göre davran ki yarın ruz-i mahşerde pişman olanlardan olmayasın…
YORUMLAR