SAĞDUYU
Abdulaziz Tantik
Sağduyu, Türk Dil Kurumu’na göre; doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim, hissiselim anlamlarına gelmektedir. Aynı zamanda doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama gücü gibi anlamlara da gelmektedir.
Sağduyu, kişinin hayat tecrübesi ile elde ettiği ve nesnel bir zeminde bu tecrübeyi bilgiye dönüştürerek onunla hareket etmeyi başardığı zemindir. Sağduyu nesnelliği olmazsa olmaz olarak kabul eder. Çünkü duygularını karıştırdığı andan itibaren sağduyu kaybolur. Bu yüzden duygularını olgunun anlaşılmasına karıştırmadan hareket etmeyi itiyat etmektir sağduyu…
Sağduyu, bir başka boyutu ile dengeyi içerir. Denge, hayat karşısında duygularına ve arzularına tutsak olmadan yol alabilmektir. Bu denge aynı zamanda kişinin sağduyulu olabilmesine imkân tanır.
Ama en temelde sağduyu, kendi tutkularına yenik düşmediği gibi o tutkuları besleyecek olan her ne var ise; kan bağı, ırk, cins, dil, renk, aile, statü ve benzeri bütün geçici üstünlükleri yok saymak ve gerçek anlamda ahlaki bir üstünlüğü öne çıkartan bir anlam ve değer alanına sahip olmaktır. İnsanın anlam arayışı onun sağduyulu olmasını zorunlu kılar. Çünkü anlamı da kendi arzu ve isteklerinin bir karşılığı olarak düşündüğünde o anlam olmaktan başka bir şeye dönüşecektir. Sağduyu bu başkalaşımı açığa çıkartır. O zaman sağduyu, anlam ve değer üzerinden ahlak ile birebir ilişkili bir durumu içermektedir.
Ahlakın temeli ise sağduyulu olmaktan geçer… Bir şeyin senin yararına olduğu için onu istemen ile her insanın yararına olması gerektiği zemini karıştırmadan düşündüğünde anlam açığa çıkar. Anlamın açığa çıktığı zemin ise ahlaki zemini kurar. Ahlaki zemin anlam olmadan oluşmaz. Ama anlam öyle her insanın bu benim anlamım dediğinde olabileceği bir şey değildir. Post Modern yaklaşıma göre her insan kendi anlam dünyasını inşa eder. Bu büyük bir yalan ve büyük bir yanılgıdır. Ahlak, aklın ötesinde ama akıl ile de anlaşılabilecek bir düzeyi işaret eder. Akıl, ahlaki olan tam olarak kavrayabilmesi için ona bazı ön şartlar gerekir. Akıl kendi başına neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu tam olarak kestiremez, sağduyulu bir şekilde kestiremez anlamındadır…
Modern dönemde aklı putlaştıran bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşımın tutarlı olmadığı her adımda belliydi. Ama Gazze meselesi, modern aklın ahlaki yapısının olmadığını açıkça göstermiştir. Batıda İsrail’e karşı yükselen ses ise hala sağduyusunu kaybetmemiş bir azınlığın canhıraş çığlığıdır. İktidarlar, bürokrasi ve tüccarlar, hala İsrail dostu olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Aralarından istisnai olanlar ve sağduyuya sahip olanlar farklı tutum takınmaktadırlar. Bunu bir örneklem olarak sunma imkânı bulunmamaktadır.
Akıl, modern tutum ile sınırlandırılmamalıdır. Modernliğin her şeyi modern olan üzerinden okumasını temel bir gerçeklik olarak yutmak insanlığın hiçliğe kurban edilmesi anlamını taşır. Hem her şeyi yeniden kuracaksınız, hem de geçmişte olan şeyleri bugünün aklı ile eleştiriye tabi kılacaksınız. Bu askerde öğretilen bir fıkrayı hatırlatır: A- Komutan haklıdır. B- Komutan haksız olduğunda da A maddesi geçerlidir. Yani yine haklıdır. Modernlik, haklıdır. Haksız olma ihtimali yoktur. Çünkü o hep haklıdır. Bu tam bir aymazlık ve sağduyu yoksunluğudur.
Sağduyu, aynı zamanda eleştirel bir tutumun varlığını kesinler. Eğer eleştiri salt modern yaklaşım üzerinden gerçekleştirilecekse bu zaten kendi içinde bir tutarsızlığı inşa eder. Eleştiri öncelikle son iki yüzyılın neredeyse tek egemeni olan modern olana yöneltilmeli ve onun bugün insanlığı getirdiği konumu doğru bir eleştiriye tabi kılarak neye mal olduğunun açığa çıkarılması esas olmalıdır.
Anlamın, ahlakın, değerin, bilginin yok edildiği bir zeminde neyden söz edilebilir ki?
Modernliğin açığa çıkardığı özgürlük, demokrasi, insan hakları ve benzeri ‘üstün nitelikli’ kavramların bugün bir hiç mesabesinde olduğunu ve sadece modernliğin bütün aparatlarına gönüllü iman etmiş kişiler için geçerliliğini koruduğunu biliyoruz artık! Batı dışı toplumların insan bile görülmediği bu modern düşünce ve aparatlarını hala bazı batılı olmayan aydınların hararetle savunmasını ise anlamak giderek güçleşmektedir.
Felsefe ve bilimin insanlığı taşıdığı yer; bazı insanların üstün insan oldukları ve bazı insanların ise insan olamadıkları için yok oluşlarının makul nedenlerini üretmek olduğudur. (Dünyanın sonu üzerine yapılmış filmlere baktığınızda ne söylediğim açıklık kazanır.) Gazze soykırımını bu düzlemde ele almak yeni ve can yakan bir durumu ihtiva ettiği için anlaşılır olacaktır. Ama Gazze öncesinde hem Gazze ve Filistin topraklarının tümünde aynı zulüm hep vardı ve hem de İslam Topraklarının neredeyse her karışında bu zulüm varlığını göstermiştir. Sadece Afganistan örneği ve son dönem Sudan örneği gibi Afrika ülkelerinde yaşananlarda bu örneklemi güçlendirmektedir. O zaman batılı birinin insan hakları derken kendini kastettiğini, başkası için eğer söyleniyorsa, o toprakları sömürme adına dile getirildiğini öğrenmiş durumdayız. Bu bilgiyi dikkatten kaçıran her yaklaşım ihanet kokacaktır.
Sağduyu, etkileşimin dışında bakabilmeyi sağladığı için her insan ve anlam katmanı için gereken temel bir unsurdur. Batılı birinin sağduyulu olması beklenemez! İçlerinden sağduyulu olanlar çıkarsa da bu batılı değerlerin dışında kalabilmeyi başarması ile orantılı bir gerçekliği işaret eder. Batı dışı toplumlarda batılı değerleri büyük bir iştahla savunanların büyük çoğunluğu ya aldatılmıştır, ya satın alınmıştır. Başka bir seçenek sağduyu açısından mümkün görülmemektedir.
Bu satırların yazarını batı düşmanı ve modern düşünce düşmanı olarak görecek arkadaşlara da bir çift sözüm vardır: Ben, Müslüman ve İman eden bir mümin olarak Kendini Tanrı yerine koymaya çalışan modern düşüncenin bireyini olumlamam mümkün görülmemektedir. Ama değerlendirme biçimim sağduyuyu dikkate alan bir yaklaşım içermektedir. Modern düşünce son iki yüz yıla damgasını vurmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise tek egemen güçtür. Neredeyse bütün muhalif kültür ve medeniyetleri yok ederek kendi varlığını sabitlediği için artık başka kültür ve medeniyetlerin etkisini, olumsuzluğunu işaret ederek kendi yaptıklarını saklayacak bir zemini kalmamıştır. Bu yüzden, bugün olup biten her zulmün ve kötülüğün içinde onun parmağının izi bulunmaktadır. Bu durumdan kaçışı da yoktur.
İman etmek, sağduyuyu inşa etmek anlamını taşır. İman eden, tam bir nesnelliği inşa edebilecek vasata sahip olandır. Çünkü iman, onu bütün dünyevi kaygılardan azade kılarak onu duygularını sağduyu çerçevesinde kullanmasına imkân tanır.
Sağduyu, tarafsızlığı kayıtsızlık olarak algılamaya mahal bırakmaz! İnsan, tam bir tarafsızlık olarak kendini kurgulayamaz! Böyle bir tarafsızlık zaten sağduyuyu da yok eden bir tarafsızlık olur. Çünkü o tarafsızlıkta anlam ve ahlak varlık kazanamaz!
YORUMLAR