Demokrasi, kilise hegemonyasına karşı halkın iktidarı adına elitist bir grubun iktidar koltuğuna oturmasını sağlamaktır. Bu elit grup ise ağırlıklı olarak sermaye sahipleri veya sermaye tarafından desteklenen kişileri kapsar…
Demokrasiyi halk yönetimi olarak tasarımlamak ne kadar doğru olduğu sorununu bizatihi kendi tarihini dikkate alarak değerlendirmekte yarar var. İster demokrasinin ortaya çıktığı batı ülkelerinde, ister batı dışı ülkelerde kurulmuş demokrasilerin serencamını dikkatle izlediğimizde karşı çıktığı elit bir yönetim tarzının aynısını kopyalayarak ortaya koymuştur. Seçim ise sadece bir aldatmaca aracına dönüştürülmüş ve seçim mühendisliği faaliyetleri ile seçim sürecini etkileme söz konusu olduğu gibi seçime aday olan kişilerin seçim süreçleri de yine otokratik bir sistem üzerinden temellendirilmektedir. Aşağı yukarı kendi ülkemizde dâhil olmak üzere bürokratik hiyerarşi de uzun yıllara yayılan aile egemenliğini sürdürmekte ve karar alıcıların kendiliğinden bir seçim olmadığını, bilakis, tercihen seçilmişlerden oldukları da bilinmektedir.
Ama demokrasiyi bir put gibi heyecanla sunan ve bunun kabulünü halkın özgürlüğü ile orantılandırarak demokrasiyi savunan aydın kesimin bulunduğu bilinmekle birlikte her iktidara gelen seçilmişlerin bir daha o koltukları terk etmemek için gereken her şeyi yapma konusunda ciddi bir çaba içinde olduklarını da gözlemlemekteyiz… Demokrasinin beşiğinde faşizmin çıkışı kadar sosyal faşizm diyeceğimiz komünist devrimlerde aynı serencamın parçasıdırlar. İki dünya savaşı, onlarca irili ufaklı savaş ve katliam süreçleri de bu tarih bir parçası olarak öne çıkmaktadır. Afrika ve asya ülkelerinin sömürülmesini sağlayan düzeni de çabası…
Demokrasi, çıktığı topraklarda egemenliğin sahibi olan kilise ve krallığın yerine burjuvazinin geçişini sağlamaya matuf bir arayışın sonucudur.
Daha açık bir ifade ile dinin yerine aklın ikame edildiği bir yeni düşünüş biçiminin iktidar oluşunu belirgin kılmayı içermektedir. Bu da aklın, aklın sahibi olan bireyin, bireyin ise iktidar olanının belirleyici bir pozisyonu taşıdığı gözlem sonucunun tabii tezahürüdür. Demokrasi, halkı yoksulluktan kurtarmadığı gibi yoksunluktan da kurtarmamaktadır. Batılı devletlerin zenginliği ise başka halkların yer altı ve yer üstü zenginliğinin çalınması sonucu oluşu zaten bilinen tarihi bir gerçekliktir. Aynı durum demokrasi üzerinden iktidar olanların kendi yakınlarını zengin kılmada yeterli bir tercihe mehaz olmaktadır. Bu durumun kendisi bile bir sorun alanı olarak halkları ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Birçok çatışma alanı buradan çıkmaktadır. Demokrasilerde adalet ve hukuk vurgusu ise sadece kendi lehine olmadığı zamanlarda muhalefet olarak dillendirilen şeyin kendisidir. İster sol, sağ, milliyetçi veya dindar muhafazakâr olsun bu pek değişmiyor.
Demokrasi ve çıkar ilişkisi öylesine örtüşüyor ki bu bir ihtişam örneği olarak öne çıkmaktadır. Önceliğin liyakat ve ehliyete verilmesi yerine bir ‘güvenlik’ sorunu ihdas edilerek güvene bileceği kişileri seçmeyi makul ve meşru bir zemine yerleştirmek ise çok kolaydır. Kamuoyu yönlendirme ajansları, sosyal medya ve basın üzerinden istenilen bir duygunun genel bir kamuoyu duygusu olarak pazarlanması çok mümkün görülmektedir.
Asıl unutulmaması gereken ise hangi yönetim biçimi olursa olsun, değerden, anlamdan ve ilkelerden bağımsız ele alınamayacağı gibi bir ahlaki zemine yaslanması ise kaçınılmazdır. Bu ahlaki yapının niteliği ve taşıdığı ilkeler ile her insanı bağlayan bir boyut taşıması ise zorunludur. İşte demokrasinin kendisini bina ettiği şey ise akıldır. Akıl ise her insan tekinde mevcut ve bu farklı bir çalışma sürecine mebni olabilir. Ortak bir akıl ise ancak ortak bir çıkara mebni olarak varlık kazanabilir. Ulus devlet hikâyesi bu ortak çıkarın süreklileştirilerek genel bir tavra dönüşmesine yönelik bir beklenti üzerinden inşa edilmiştir. Din karşıtlığı üzerinden oluşan bu değerler skalası, güçlü bir ahlaki yapıyı inşa etmekte başarısız olmuştur. Son yirmi beş yılın hikâyesini bu düzlemde okuduğumuzda ise demokrasinin götürüldüğü her batı dışı topluma maliyeti kan, gözyaşı, zulüm ve katliam olarak olmuştur. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri ellerinden alınmıştır. İnsanlar, hayvanlar gibi rahatlıkla öldürülmüş, kimyasal silahlar kullanılarak insanlar katledilmiştir. Demokrasi batı dışı toplumlar için bir öcü ve bir yok edilme biçimi olarak tezahür etmektedir. Bugün Gazze’de meydana gelen soykırımda bunun tipik bir örneğidir. Demokrasi adına yapılan bu soykırım ayrıca ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından desteklenmektedir.
Felsefi düzlemde ise bir ahlak inşa edemeyen demokrasi, bir felsefi yapı ve epistemik zemin olarak demokrasiyi ne kadar överse övsün, kurulduğu günden itibaren sağlıklı bir örneklik inşa etmede başarısız olmuştur. Bu yüzden demokrasiyi kendi başına sadece teknik bir yönetim tekniği olarak düşünülmesini söyleyen aydınların batı felsefesinin durduğu zemini ve hala anlama dair yetersizliğini… Anlamsızlığın bir yaşam tarzına dönüştüğü, yapay zekâ ile insan sonrasına geçişin en önemli amili olan demokrasinin hala anlam adına, adalet ve hak adına savunulmasının bir karşılığının olmadığı da bedihidir.
Dünya insanlık tarihi bakımından farklı yönetim tekniklerin sahip oldukları anlam dünyası içinde adaleti ve barışı ikame ettiği gözlenmektedir. Krallığın, sultanlığın, oligarşinin, hilafetin veya benzeri farklı yönetim tekniğinin, doğru örneklemler sunduğu açıktır. Bu yüzden demokrasiyi, halkın kendi egemenliğini sürdürmesi konusunda tek seçenek olarak düşünmek büyük bir yanlışı içinde taşımaktadır.
Bir yönetim tekniğinin anlam ve düşünceden bağımsız ele alınamayacağı bedihidir. Bu anlam ve düşüncenin sağladığı ahlaki yapının sosyal bir yapıyı inşa etmesi ile yönetim tekniği arasındaki derin bağı görmeden bir tercihte bulunmanın anlamsızlığı da bedihidir. Bu yüzden, eğer barış, adalet, ahlak, anlam, liyakat ve ehliyet gibi temel kavramların oluşturduğu bir yönetim tekniği aranıyorsa bu o ahlaki yapı için temel ilkeler olarak öne çıkan bir düşünce ve anlam dünyasında yerini bulur.
O yüzden demokrasi, tarihte kalmış putçuluğun farklı bir versiyonu olarak işlevselleşmektedir. Şirk toplumunun tipik örneği olarak öne çıkmaktadır. Cahiliye Araplarında buna benzer bir yönetim erkinin varlığı bilinmektedir. Daru’n-Nedve ile çağdaş yönetim erki arasındaki fark bize birçok şeyi anlatacaktır. Gücün egemen olduğu bir dünyadır demokrasi dünyası…
Mesele demokrasi düşmanlığı değildir. Ama uygulamaya başlandığı tarihten bu tarafa kabule şayan bir örnekliği inşa edemediği gibi kendi dışındaki ülkelerdeki yıkımdan da sorumlu olması yeniden meseleyi düşünmeye sevk etmelidir aydınları, entelektüelleri ve sorumluluk sahibi her insanı…
‘Çözüm nedir’ sorusunun yankılandığını biliyorum, ama çözüm o kadar kolay değil! Meseleyi doğru anlamak, yeni bir inşa için doğru bir düşünce zeminine sahip olmak ve üzerine uzlaşılmış bir yöntemin, bilginin ve akidenin varlığını zorunlu kılar. Ama bize bir şey vermeyen bir şeyi de sonuna kadar savunmanın bir anlamının kalmadığını ilan etmekte yarar var. Ahlak işin başı ve sonudur. Ahlaki yapıyı inşa eden dinin kendi dinamikleri istenilen şeyleri sunmaya yeterli olacaktır
YORUMLAR