Kebapçının Oğlu

Yusuf KOÇAK

Merhaba, bu köşede daha çok eğitimle ilgili konulara ağırlık vereceğim. Elbette söz söylemek icap eden konulara değindiğim de olacak. Ama en çok eğitim… Uzun yıllar hayatı öğrenme gayretlerim oldu. Hayatı öğrenmek… Evet hayatı öğrenmek… Bir fabrikada çalışırken, bir fabrikayı yönetirken, bir gün kendi işimi kurarken, alışveriş yaparken, borç öderken, sahnelerde insanlara hitap ederken… Hepsinde ve daha fazlasında hep aynı sorunun peşine takıldım. Hayat… Çocukken babamla tezgahtarlardan alışveriş yapardık. Tezgahın önündeydik hep, babam memurdu. Ben de bir memur çocuğu… Hep tezgahın önündeki kişilerdik. Ve merak ederdim tezgahın arkasında olmak nasıl bir şey diye… Bir gün geldi bir tezgah açtım ve arkasına geçtim. Üniversitede öğrenciydim ve harçlığımı çıkarmak istedim. Babam para gönderiyordu ama bendeki o merak beni harekete geçiriyordu. Ve tezgahın arkasına geçtiğimde önce utandım. Sonra etraftakilere baktım ve açılmaya başladım. Belli bir zaman sonra utanma duygusu tamamen gitti. Hayatı öğrenmeye başlıyordum işte…Sahi, “hayatı öğrenmek” nedir? Neyi kastediyoruz? Bu öyle birkaç hatırayla anlatılabilecek bir şey değil. Ama anlayan hemen anlar, anında anlar. Benim hayatı anlatmak gibi bir iddiam yok ama şuna dikkatleri çekebilirsem bahtiyar olurum: Hayatı öğrenmek…

Sonraki yıllarda savrulduğum pek çok iş oldu. O işlerin bir tanesi tam da hedefimi on ikiden vurmamı sağladı. Ortaklarım oldu ve onlardan/onlarla birlikte pek çok şey öğrendim. Bir alacaklıyla nasıl konuşulur? Bir borçluyla nasıl konuşulur? İş görenlerle nasıl konuşulur? Tedarikçilerle nasıl konuşulur? İşler nasıl yürür? Tıkanıklıklar nasıl açılır? Kriz nasıl yönetilir? İyi bir lider nasıl asiste edilir? Dahası pek çok detay… Son derece büyük kayıplar içinde hayatta kalma mücadelesi… Defalarca suladığımız halde uzamayan ağaçlar… Kaybedilen sağlık… Her birinde beni ben yapan öğrenmeler… İşte yarım yarım anlattığım “hayatı öğrenmek” buydu. 
Bir duam vardı. 40 yaşından sonra memur olayım diye… Öyle oldu. Yıllarca girişimcilik, imalat, sanayi, medya vs. derken yaşım kırkı geçince Allah bana memuriyeti nasip etti. Hep şöyle bir klişe laf vardır “memurun çocuğu memur olur” diye. Öyleymiş. Geç de olsa öyleymiş. Ama ben neden bunu istiyordum? Çünkü “hayatı öğrenmek” istiyordum. Tezgahın arkasındaki adamlar alışveriş yaparken -sanki- bizi her defasında “yeniyordu”. Bunun nasıl yapıldığını öğrenmek için bu yolculuğa çıktım. 

Şimdi sözü nereye bağlayacağım. Bizim eğitim sistemimiz ne yazık ki “Hayatı Öğrenmek”ten alıkoyuyor. Kebapçının oğlu, ona kebap işini öğreten bir okula gitse güzel olmaz mıydı? Bu çocuk sadece okula gönderilince hayatı öğrenemiyor. Yapmayın beyler. Mermercinin oğlu okula gidiyor. Ama babasına atölyede yardım edemiyor. Hadi lütfen şapkalarımızı önümüze koyalım ve düşünelim. Bir arkadaşımın dediği gibi: Biz çocukları okulda bekletiyoruz. Dört duvar arasına girin orada bekleyin. Halbuki enerjisi var o çocuğun. O enerji sanayide, üretimde, ticarette kullanılamıyor. Fabrikalar, atölyeler kan ağlıyor. Gençlere ihtiyaç var. Pek çok yerde en kıymetli şey “çırak” değil mi? Çünkü yok! 
Yapmayın  beyler. Zaman kaybediyoruz. Hayatı öğretemiyoruz….