Çağın Farkında ve Yanında Olmak
21.’nci yüzyılda, bilgi ve endüstri devriminin, dijital devrime evrildiği süreçte, gelişmiş ülkelerin daha şiddetli depremlerde, bir tek vatandaşını dahi kaybetmediği dünyada, biz maalesef bu ilkel, vahşi ölümleri yaşadık!
Hem cahil ve muhteris vatandaşlarımızın bir kısmı, hem mühendislerimiz, hem yerel yönetimlerimiz, hem ulusal yönetimlerimiz, en önemlisi de son kertedeki denetleyiciler, ellerinden geleni ardlarına koymadılar bu yaşadıklarımızda!
Paçalarımıza kadar döküldük, dünyanın acıdığı halleri yaşadık.
Ramazan'a bu acıyla, bu yoksunlukla, çamurla, çadırla, seçimle, mitingle, hamasetle, gözyaşlarıyla, helalleşmelerle giriyoruz.
Deprem bölgesinde resmi rakamlarda ölü sayısı 50,000. ancak depremden sonra, 300,000 GSM abonesinin cep telefonlarını kullanmadığı, 183,000 kredi kartının da, hiç kullanılmadığı bilgisi geldi.
Yaklaşık 750,000 konutun da kullanılamaz hale geldiğini, hesaba kattığımızda, kafanızdaki sorular artmıyor mu?
Japonya, 2003 ve 2006 yıllarında yaşadığı her biri 8,0’ in üzerindeki iki depremde bir tek vatandaşlarını bile kaybetmedilerse, bu bilimin ve önlemlerin ne kadar ciddiye alındığını gösterir.
6 Şubat Kahramanmaraş merkezli 11 il ve onlarca ilçeyi yıkan, resmi rakamla 50,000 vatandaşımızı kaybettiğimiz, 1.000.000’a yakın ev ve işyerini kaybettiğimiz deprem, aklımızı başımıza alma zamanının gelip geçmekte olduğunu açıkça göstermiştir.
Deprem sonrasında oluşan sel felaketleri, büyükbaş hayvanlarda görülen ŞAP hastalığı ve sıkıntıya giren kırmızı et tedariği, Ege'de ortaya çıkan kuş gribi vakası ve sonrasındaki beyaz et ve yumurta krizi zaten ekonomik sıkıntının doruğunu yasayan milletimize, fahiş fiyatlar olarak hayatımıza darbesini indirmiştir. Yaşanan bu ihmaller, önlem zayıflığı, koordinasyonsuzluk, ortaya çıkan fiyat fırsatçıları, ev taşıma ve kiralardaki ölçüsüz artışlar vatandaşımızı canından bezdirdi!
Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip olan ülkemiz çok kötü bir sınav veriyor maalesef!
Bir tarafta depremin ilk saatlerinden itibaren bölgeye koşan gönüllü ekipler ve yardım konvoyları öte yanda beceriksiz, fırsatçı, kapitalizmi din ötesi içselleştirmiş kurumlar ve son olarak ta koordinasyonda zayıf kalmış kurumlar.
NE YAPMALI?
Devletler için en önemli iki vazgeçilmez öge: Bağımsızlık ve güçlü ekonomidir. Bunun da yolu insan haklarına, adalete, liyakate, iyi bir eğitim sistemine ve üretime bağlı güçlü bir ekonomi ile olur.
Unutulmamalıdır ki; milli bağımsızlık yoksa ekonomi de yoktur.
Adalet gelişirse, ekonomi de gelişir.
Yönetimlerin ve uygulamaların her kademede denetlenmesi ekonomiye olumlu katkı yapar.
Eğitim kalitesi artarsa, eğitim müfredatları, reel sektörlerle birlikte hazırlanması halinde, ekonomi de gelişir.
Liyakat önemsenerek yapılan görevlendirmeler, ekonomiye ve yaşamımıza ciddi olumlu katkılar sağlar.
Özgürlükler artarsa, ekonomi gelişir.
Üniversiteler bağımsız ve özgür olursa, ekonomi gelişir.
Üniversiteler ile sanayi ve yönetimler yakın ilişki içinde olmalı. Üniversiteler, yapacakları ARGE ve inovasyon çalışmaları ile üreticilere, işletmelerimize ve yönetimlerimize rehberlik etmelidir.
Devlet gelirleri adil bölüşülebilirse, ekonomi gelişir, halk mutlu olur.
STK’ların gelişmesi, güçlenmesi devletimizin ve milletimizin imajını oluşturur.
Ekonomi gelişirse halkımız daha mutlu ve geleceğe güvenle bakar.
Ekonomi iyi olursa nesiller daha sağlıklı yetiştirilir.
Ekonomi iyiyse, yolsuzluk, hırsızlık tarihe gömülür.
Ekonomi iyiyse İslam dini daha iyi yaşanır. Kitap okuma yüzdeleri artar, sorgulayan, araştıran bilinç daha özgür ve kaliteli dindarlığı yaşar.
Türkiye, demokrasi tarihinin en önemli seçimlerinden birine yine gidiyor. Bu seçimler, kişilerin değişmesi, partilerin öne çıkmasından ziyade yukarıdaki özelliklerin vatanımıza hakim olmasını sağlayabilirse hem milletimiz hem de devletimiz güçlenecek ve dünyada bir çok konuda olumsuzluklarla, yüksek borçlarla, felaketlerle anılmak yerine layık olduğu gelişme ve mutlu olma endekslerinde yükseliş trendlerinde olacaktır.