Terbiyeyi Dalgalanmaya Bırakmak…
TERBİYEYİ DALGALANMAYA BIRAKMAK…
Dün(11 Ekim)Dünya Kız Çocukları günüydü. Birçok anne-baba sosyal medya mecralarından kızlarıyla beraber çektirdikleri fotoğraflarını paylaştı, onları ne kadar çok sevdiklerini ilan etti… İleri de olası bazı korkularından kaynaklı bir cahiliye geleneğini ayaklarının altına alan ve son veren bir Peygamberin Ümmeti olarak ve ‘’Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman! ‘’(Tekvir 8-9 ) diye uyaran bir Rabb’in kulları olarak elbette ki çocuklarımızı(özellikle de kız çocuklarımızı) çok seviyoruz. Ama aynı Peygamber çok sevdiği kızına ‘’ Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."(Müslim,İman 89) uyarısını yapıyor…
Mutlaka denk gelmişsinizdir, gelmediyseniz de bir yolunu bulup okul sonrası uluorta konuşan kızlı-erkekli grupları bir dinleyin (özellikle liseli genç grupları). Ben dinledim, duyduklarımı buraya yazmaya terbiyem müsaade etmez ve dahi içim el vermez. Kız çocuğu oğlanlara, “Seks hariç her yola varım!” dedi, acayip “özgüven” içindeydi. ‘’O ne özgüven o’’ diyen reklamlardan ve internet dünyasından kaynaklanan sahte, amaçsız, saçma bir özgüven. (Gölgesinden bile korkan, en küçük bir olumsuzlukta intihara teşebbüs eden bu ‘’özgüvenliler taifesi maalesef öz güveni ahlaksızlık, sapkınlık, hadsizlik ve ukalalık olarak algılıyor.) Sözde reşit gibi görünüyor ve konuşuyor ama henüz çocuk sayılır; reklamı çok yapılan delikanlı kızlar zümresine çok erken katılmış belli ki…
Zamane Çocukları/Gençleri tabiri tarihin her döneminde bilinçli yada bilinçsiz kullanılagelmiş bir savsaklama/baştan savma/kendini temize çıkarma tümcesi. Ama, sanki bu defa biraz farklı, toplumun hiçbir zümresini (Sağcı-Solcu, İslamcı vs) istisna etmeyen bir şekilde yaygın. Bu kuşak İngiliz alfabesini tamamıyla tüketip Z kuşağı oluverdi. Bu kuşağa ‘’Ben Kuşağı’ ’Narsist Kuşak’’(Asrın Vebası: Narsisizm diye bir kitap dahi yazıldı) gibi isimlerde veriliyor. Bu konudaki literatür hayli geniş. Bir işi / soruyu / sorunu savsaklamanın en pratik ve kolay yolu; Kategorize etmek/etiketlemek/alt komisyona havale etmektir. Böylece sorumluluktan kurtulmuş ve bir nevi kendinizi aklamış olabilirsiniz… (Yaşları daha büyük olan kimilerinin kendi sözde kuşaklarını öven güzellemeler yapması bir örneklik çabasından çok gizli bir tatmin ve acıma seanslarından fazla bir anlam taşımamaktadır maalesef)
Bu arada Z kuşağı dedikleri çocuklar üzerine hesap yapmayan siyasetçi yoktur. Siyasetçiler bol bol gençlik dalkavukluğu yaparlar. Sayıları yirmi milyona varan bu kesim her siyasetçinin iştahını kabartacak cinstendir. Habire özgürlüklerden, çoğalttıkları kadrolardan, açtıkları üniversitelerden, okullardan ve kreşlerden bahsederler. Zaman zaman da ‘’Değerler Eğitimi’’ çerçevesinde popüler, cılız, süreli ve gayri tabi programlar yapar. Neler yaşandığını ise sahada olanlar bilir ve görür…
Ben Nesli’nin çocukları “biriciktir” ve acayip zekidir. Güzelliğine, zekâsına ve dahi yeteneklerine emsal bulunmaz. Ebeveyn sürekli dalkavukluk eder (ki bu kibarca başından savma yöntemidir.) Ebeveynin de kendine göre yoğun işi vardır. Ama çocuk bir defa gazı almıştır ve sazı alır eline. Hem çalar hem söyler. Evin hâkimi ‘’O’’dur artık. Ebeveynlerin bir şey bildiklerinden değil, zavallılara da çocuk böyle yetiştirilir düşüncesi de bir yerlerden pompalanmıştır. İnternet, akıllı telefon vs. konusunda parmakları iyice gelişmiştir. Bunu zekâ alameti sayarlar. “Amcası, bizim oğlan yahut kız…” diye başlayan cümleleri, çocuk duydukça kasım kasım kasılır. Misafirseniz, size küçümseyerek bakar, muhtemelen internette sörf yapmaktadır. Bu sörf kilo verdirmez, obeziteye imkân sağlar. Ama olsun acayip özgüvenleri vardır.
Zaman ilerler, mektepli yavru müthiş bir azametle bilim dünyasına adım atar. Öğretmenin otoritesi yeni maarif uygulamaları ve kanun hükmünde kararnameler sayesinde neredeyse sıfırlanmıştır ama diyelim ki haddini aşar ve ödev verir. Dahi çocuk, tam takım boya kalemiyle güzel bir sunum(!) hazırlar; içi tamamen boştur. Öğretmen, yol gösterse de nafile… Çocuk, annesine babasına durumu söyler ve bir dehayı takdir edemeyen öğretmen “istenmeyen kişi” olur.( Öğrenci dalkavukluğu en ileri düzeyde ve öğrencinin kim sırtını daha yumuşak okşarsa, o prim yapar.) Öylesine kulağını tutsa, anam kulağım diye feryat eden öğrenci mebzul miktardadır. Zavallı öğretmen, terbiye konusunda en ufak bir ikazda bulunamaz. Hafazanallah bir de görüntü varsa, kanun kuvvetiyle tepesine çökerler…
Erken ergenlik, geç olgunlaşma çok dikkat ve rikkat gerektiren bir husustur. Batıda rahatsız edici düzeyde yaşandı. Adamlar “Çocuk anneler” denilen facialardan(gayri meşru çocuk ve kürtaj) geçti. Ailelerine şimdi yeniden çeki düzen veriyorlar. Bizimle mukayese edilmeyecek derecede ciddi çaba içerisindeler. Sürekli ben, ben, ben diyen; dinlenmek isteyen ama dinlemek istemeyen ve narsist yetiştirilen bu nesiller terbiyeyi dalgalanmaya bırakan toplumların sözüm ona geleceğidir. Kendisine gerçek ortam bulamayınca, sanal âleme yönelir; olan aklını da orada heder eder. Çok daha büyük tehlikelerin “sanal toplum” düzenlenmesine açık, kitleleşme olacaktır. (Nelere mal olduğunu arap baharı yıkımlarında gördük.) Bu durum da aşılmıştır ve artık cep telefonları ve bilgisayarla kişilik formatlanmasına geçilmiştir…
23 Nisan, 19 Mayıs müsamereleri ile zaman geçer ve derken üniversite başlar…
Bu yüksek Bilim Okulları’nda yanında kitap taşıyan öğrenci nadirdir zira bu alay ve dalga konusu sayılır. Sanırsınız ki, kâğıt kalem, kitap, defter bu müesseseye sokulamaz. Bir elde su şişesi, bir elde akılı telefon; sırtlarında mankenlerin ancak meslek icabı giyebildikleri kıyafetler… Ailelerin çoğunun kitaplığı yoktur; kendilerinin ders kitabı bile yok. Öyle bir özgüven içinde yürürler ki, önlerinde yürümek de zor, arkalarında durmak da. Kafeler, kafeteryalar ağzına kadar akla ziyan çeşitlilikte müşterilerle dolu ve müşteri gani… (Değirmenin suyu aile, kredi, burs diyelim ve iyimser olalım)
Nihayetinde bu çocukların hepsi alfabeyi tamamladılar ve oldular Z kuşağı…
Peki, bu cendereden herkese rağmen kurtulanlar olmuyor mu? Elbette az sayıda kaliteli insan da mezun olur ve mesleğiyle, onuruyla, takvasıyla hayatını sürdürür. Onların bir kısmı da yurt dışına gider/kaçar. Toplam insan kalitesi diye bir şey var ve bu kalite, tüketim toplumu ajanları tarafından tüketecekleri kadar beslenmektedir. Bunların harcamaları da pazarın devr-i daimine lazımdır ve para tekrar sahibine dönecektir. Bu, yeni model az gelişmiş toplumlara mahsus bir kısırdöngüdür…
Bu konuda çok yazılar yazıldı, güzellemeler, eleştiriler, kınamalar vs yapıldı. Bu katara katılmak gibi bir niyetim yok. Derdim; ’’Hüzn-ü Umumi”mizi gündeme getirmekti.
Yazımıza Yüce Kitabımız, yol göstericimiz Kur’an’dan bir ayetle son verelim; ‘’ İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. (Her insanın önünde ve arkasında koruyucu ve yazıcı melekler vardır. Bunlar insanı korudukları gibi amellerini de yazarlar.) Şüphesiz ki, bir kavim/toplum kendi durumunu(özünde olanı) değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Allah bir millete başkalarına nazaran bazı üstünlükler ve bazı nimetler verdiğinde o millet, şımarır ve ahlâkını bozar da o nimete liyakatini kaybederse, Allah nimeti onların elinden alır. Millet kendi üstün meziyetlerini bozmadığı müddetçe Allah verdiği nimeti onların elinden almaz.) Allah, bir kavme/topluma kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur’’(Ra’d Suresi 11.Ayet’’)
Amenna ve Saddekna…
Selametle Kalın.
Aklı Selim, Kalbi Selim, Ruhu Selim, Zevki Selim…