Leyla'dan geçme faslındayım,Mevla'yı bulma yollarında!

Turgay BAŞBOĞA

Leyla’dan geçme faslındayım,Mevla’yı bulma yollarında!
 (Şair Mecnun ile Leyla’ya dair!..)

Zamanın birinde Şair Mecnun Leyla’yı gördü su kenarında!
Aşık oldu, düşünemez oldu hiçbir şeyi O’ndan başka.
Güzel olan ne varsa O, nereye baksa O!
Çiçek O,Kelebek O,Deniz O,Masmavi gökyüzü O!
Güneş O,Ay O,Yıldız O,Bulut O,Yağmur O!...

Her kes ve her şey Leyla kesilmişti.
Herkes O’na benziyor, her münadi O’nun ismini söylüyordu.
Zihnini adı Leyla olan bir sarmaşık kaplamış,
Gönlünü ısırgan otu gibi acıtmaktaydı…

Dividi mürekkebi bir tarafa bırakmış,
Yemeden içmeden, dost muhabbetlerinden kesilmişti,
Bir şey düşünmek istemediği zaman böyle yapardı.
Deniz kenarına gider saatlerce denizi seyrederdi,
Sürekli konuştuğu halde sıkmayan yegâne şey denizdi…

Nice sonra öğrendi ki Leyla;
Şiire, edebiyata, felsefeye ve tarihe meraklıymış.
Gözleri sevinç ve hayretle parıldadı.
Şimdi; Meleklerin kulağına fısıldadığı,
Gönlünden damıtarak divitine mürekkep yapacağı,
Sihirli aşk kelimelerini ruhuna işleyecekti Maşuk’unun.
Hasret ve arzularının coşkusuyla bir çağlayan gibi döküldü kâğıda dizeler.
Yazdı da yazdı…
Dünyanın en güzel esanslarını sürdüğü yaldızlı defterini, yolladı sevdiceğine…

Bir zaman sonra bir notla beraber geri geldi defteri,
Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi,
Ellerinin titremesine engel olmaya çalışarak,
Aceleyle okumaya başladı notu…

Hiç bir güzel şey;
Sen çok istediğin ve hemen olsun diye acele ettiğin için olmaz Ey şair!
Kelimelerin hasret, istek ve arzunun acelesi,
Sabrettiğin, emek verdiğin, fedakârlık gösterdiğin,
Ve yeterince cesur olduğun yani gerçekten hazır olduğunda olur.
Eğer gerçekten hazır değilsen o şeyin olmaması olmasından daha hayırlıdır senin için…

Evet, şiirlerin hayat kadar tatlı, tesirli, saf ve iyilikle dolu.
Lakin; Hangi şey bana bilmediklerimi bildirdi.
Sakız gibi çiğnenen güzelliklerden ve dua kadar tekrarlanmış arzulardan başka,
Bulamadım bir şey yazdıklarında…

Azlıkta kalanlar, çok olanlara tepeden bakardı nedense?
Gururu incindi. O bir sanatkârdı ama umudu kırılmış bir sanatkâr.
Aslında Leyla’dan gelen bu cevap O’nu daha bir hırslandırdı.
Aldı eline dividi başladı yazmaya…
Öyle şeyler yazdı ki okudukça kendisi de inanamadı.
Aşk mürekkebiyle yazılmış bu beyitler adeta raks ediyor,
Coşkun bir nehir misali akıyordu kâğıdın üstüne.
Yolladı sevdiceğine ve bekledi, bekledi…

Nihayet bir zaman sonra defteri ile beraber bir not ulaştı kendisine.

Güzel yazıyorsun ey şair!
Fakat Fuzuli senden daha derin, Göthe daha azametli.
Söyle; İhtiras ve çılgınlıkta Şekspir’i, alay ve ıstırapta Dante’yi geçebilir misin?
Gerçi gördüğün ve yazdığın şeyler fevkaladedir.
Lakin Herkes aynı şeyi görebilir…

Şair Mecnun sanki düşmanı tarafından darmadağın edilmiş bir komutan gibi hissetti.
Topladı bohçasını düştü yollara.
Dünyayı gezecek en akıllı felsefecilerden, en belagatli tarihçilerden, en gezgin seyyahlardan feyz alacaktı…
Aldı gümüş diviti ve defterini eline yazdı da yazdı…
İki yıl kadar sürdü bu yolculuk. Tüm birikimlerini yolladı sevdiceğine…

Birkaç ay sonra gümüş defter ile beraber uzunca bir mektup geldi Leyla’dan.

Felsefelerini ey şair;
En ele avuca sığmaz düşüncelerle dolu olan felsefelerini,
Senden önce Eflatun ve daha niceleri,
Aldatıcı bir belagatle tekrar etmediler mi?
Kahramanlık ve savaş destanlarını o kadar coşkulu ki;
Çinin hiç durmadan uyuyan esrarkeşleriyle,
Hindin yıllardan beri kımıldamayan fakirlerini,
Piryanus’un kahraman milleti ve Müslümanların kahramanlıklarıyla kıyaslayabilir misin?
Fakat bu yolda Homerus’un daha coşkun Firdevsi’nin daha usta olduğunu inkar edebilir misin?
Gezdiğin ya da dinlediğin yabancı yerlerin güzelliğini ve büyüleyici kokusunu,
Ruhlarımıza benzersiz bir şekilde üflüyorsun,
Fakat evliya Çelebi de , Byren’da ustalıkta senden daha yukarı…

Dinle ey Şair! Sen beni hiç anlamamışsın.
Lakin; Gönlümü kazanmak için verdiğin bu mücadele beni çok etkiledi.
Şu tavsiyelerime uy!
Denizlerin kıtaları aşan genişliğine sığmayacak kadar engin,
 Ve ancak necip kalplere mahsus olan kibarlığı,
Ve esaslı kıymetlerin bir tek elbisesi olan tevazuyu öğren.
Ama dikkat et!
Fazilet diye baktığın şeylerin merasim ve gösterişten ibaret olduğunu,
Ve asıl iyiliğe ancak ahlak münakaşalarında ve akıllı nasihatlerde rastlanabildiğini ,
Namuslu olabilmek için başkalarının namusuna dil uzatmak gerektiğini,
Kirlenmeden yükselebilmek için temiz alınlara basmanın yeter olduğunu,
Bunları iyi anlamalısın.                
Böylece ahmaklık ve acizliği, ve bunların çocukları küstahlık ve riya adlı iki zavallıyı tanıyabilirsin.
Ancak bu şekilde takva libasını giyebilirsin…
Bir sevinci bağırmak bir zulme karşı olmak ve ya güzel fikirlere ulaşmak,
İşte durmadan coşan satırlara ancak böyle ulaşabilirsin.
Ve  ancak böylece kelimelerin;
Bir sabah yıldızının ışığı gibi ince,
Felaketin gözleri kadar keskin,
Yalanın dudakları kadar zehirli,
Ve bir çocuk gülüşü kadar tatlı olacak mısraların…

Git Ey Şair! Kendine git,kalbine git,evine git…
Dön Ey Şair! Kendine dön,kalbine dön,evine dön…

Çöllere düşmeyen aşığa Mecnun denilir mi?
Vurdu şairimizde kendini çöllere.
O sordu çöl anlattı,çöl anlattı o sordu.
En güzel eş örneği için Hatice’yi anlattı ‘’fedakarlık ve güven’’ nedir öğrendi,
Çöl aslanı Hamza’yı anlattı ‘’kahramanlık’’ nedir belledi,
İlmin kapısı Ali’yi anlattı ‘’İlim’’ nedir anladı,
 Dostun dostu Ebubekir’i anlattı ‘’sadakat’’nedir bildi,
Yalnız yaşayıp yalnız ölen Ebu Zer’i anlattı ‘’yanlızlığı’’hissetti,
Adalet mülkün temelidir diyen Ömer’i anlattı ‘’adalet’’nedir gördü,
Peygamberin haya ettiği Osman’ı anlattı ‘’tevazu’’nedir anladı,
‘’Görmeden Sevmenin’’ ne olduğunu Veysel Karani’yi dinleyince bildi,
Gördüğü tüm işkencelere sabreden Bilal’i,Yasir ailesini ve ashabı anlattı ‘’İman’’nedir bildi,
Kerbala’da Hüseyin olmayı anlattı’’susuzluk nedir yaşadı,
Ebabilleri anlattı ‘’Allah’ın yardımı’’ nedir anladı,
Ve en çok ta güzeller güzeli Hz Muhammed’i anlattı,
Sevgili nasıl olur gördü…

Soğuk kış gecelerinde aya ve yıldızlara baktı,
Kavurucu çöl sıcağında güneşe baktı,
Hz İbrahim’in sesini işitti.’’Ben batanları sevmem.’’
Kuşlarla konuşan hükümdar peygamberden ‘’siyasetin inceliklerini’’ ve ‘’bereketin’’ ne olduğunu belledi,
Kudüs’ e uğradı Meryem’den ‘’İffet’i, İsa(As) ‘’İhanet’’i, Zekeriyya (AS)’’Emaneti’’
Calut’u yıkan Davut’tan cesareti öğrendi.
Sina dağına çıktı Musa’dan ‘’teslimiyeti’’,İsrail Oğullarından ‘’yalanı,hileyi ve kaypaklığı’’ öğrendi
Yunus’tan ‘’mücadeleyi terk etmenin sonuçlarını’’ belledi.
Suları tükenmiş kuyularda Yusuf’u aradı ve fakat bulduğu sultandı.Rüya nedir ondan öğrendi
Mekke’de İsmail’in ‘’Babacım Allah sana neyi emrettiyse yap’’deyişini,kurban olmayı
Yavrusuna su bulmak için çabalayan Hacer’in ‘’mücadelesini’’,Fatıma’nın şefkatini gördü.
Medine’de muhabbeti,Kahire’de kibri,Urfa’da serinlik olan ateşi belledi.
Daha nice şeyler işitti,gördü,anladı,belledi…

Leyla’nın Mecnun’nun dönüşüne dair ümidi tükenmekte idi ki;
Mecnun’nun dönüş haberi ulaştı.
Bu sefer yanına gitmedi Leyla’nın Mecnun.
Bir pusula gönderdi.
Şayet kitabı okumak isterse şehrin dışındaki tepede ateş yakacağını ve oraya gelmesini istedi.
Leyla bu talebe içerlese de kitabı çok merak ediyordu.
Leyla geldiğinde zayıflıktan kemikleri sayılan birinin ateşin başında oturmuş olduğunu gördü.
Yakına gelince elindeki altın yaldızlı kitabı okuyan Mecnun’u tanıdı.
Mecnun Leyla’yı görmüyordu sanki.Yanına kadar sokuldu ve seslendi.
Ey şair!Buldun mu aradığını diye sordu? Ve heyecanla kitabı almak istedi.
Mecnun’sa Leyla’ya boş boş bakıyor sanki hiç tanımıyormuş gibi davranıyordu.
Leyla kitabı sıkı sıkı tutan Mecnun’un elinden adeta zorla aldı.
Okudu ve ağladı,okudu ve coştu,okudu ve tebessüm etti,okudu ve kızdı
Ne okuduysa yüzüne o yansıdı…

Kitabı bitirince ;  Hayret Ey şair!
Öyle güzel  şeyleri öyle muhteşem dökmüşsün ki kağıda,
Sanki yüreğin damla damla erimiş bir çağlayan olup coşmuş şiirlerinde,
Yüzyıllardan beri sahipsiz sanat tacı senin başını süslemek için sabırsızlanıyor...

Bana gelince ben artık seninim Ey Şair!

Mecnun hiç tepki vermedi.Ne övgülere ne de Leyla’ya.
Leyla hayret ve hayranlık  içinde ‘’kıskançlık’’ denen illete düşmüştü.
Madem ki, Mecnun’a kendisini unutturan bu kitaptı.O zaman yok olmalıydı.
Hırs ve öfkeyle yanan ateşin içine attı kitabı.
Ateşe her ne kadar kitap atıldıysa da Mecnun yanıyordu alev alev…
Hiç tereddüt etmeden Mecnun ateşe atladı arkasından.
Sevgisinden olmasa da tutkusundan dolayı belki de Mecnun’un kitabı yanmadan alabileceği korkusuyla Leyla’da atladı peşinden.
Şair Mecnun,Sevdiği Leyla ve ‘’Aşk Kitabı’’ hepsi yandı ve kül oldu.Bir rüzgar esti ve dağıttı külleri dünyaya…
Nice sonra bir çoban taşların arasına yazılmış bir kağıt parçası buldu.
Üzerinde şu dizeler yazıyordu.
Aşık niçin ah çekersin,
Aşk yanmaktır bilmez misin?
Aşk oduna yanan gelsin,
Yakar aşkın gözyaşları...
Derler ki ;Gerçek aşk için her ne yazılmış sa kaynağı budur….