Ben Bu Çağdan Nefret Ettim, Etimle Kemiğimle Nefret Ettim…"CAHİT ZARİFOĞLU"

Turgay BAŞBOĞA

Üstadım mirim,pirim,efendim neylersiniz?
Ağır başlı yar sen ne dersin?
Bü iş nedir?Ağır söyler yüreğim,
O yiğit öleli beri…
Gazze’deki hastanenin  Katil İsrail Rejimi tarafından vahşice bombalandığı  gece bir çok insan ve Müslüman gibi ben de kıyametin bir an önce kopması ya da ölümün bir an önce beni bulması için dua ettim. Elbette hiç birimiz ve hiç kimse Allah’tan daha merhametli değil ama Katil,İşgalci israil’in tüm uluslararası kuralları, teamülleri, antlaşma ve anlaşmaları hiçe sayarak elini kolunu sallaya sallaya hastane bombalaması; haydutlukta ve zulümde sınır tanımayan bir örgüt gibi davranması ve buna karşı konulamayacağı düşüncesinin hâkim olması ‘âmin’ seslerinin şiddetini daha da yükseltiyor.
Hastanedeki çocukların görüntüleri gözümüzün önünden gitmiyor; yüreğimiz, göğsümüz daralıyor,nefes alamıyoruz, daralan göğsümüzü ‘’İnşirah’’larla ferahlatamıyoruz. Ağır ağır yanıyor içimiz, söndüremiyoruz. 
Kaç gün oldu ki kendimize gelmekte zorlanıyoruz.Uyku uyuyamıyor, yemek yiyemiyor ve sağlıklı düşünemiyoruz. İçimizde bir yerlerde saklanmış şiddete ve nefrete meyilli yanımız “kimse yapmıyorsa çık ve kendi elinle cezasını ver bir çocuğa musallat olanların” diyecek kadar nefret ediyoruz katillerden,zalimlerden. Diğer bir yanımız hep hüzünlü ve mahcup elinden bir şey gelemediğinin ve aciz kaldığının farkında... 

Bu kadar kötü ve bu kadar kötülük bu yalan ve bu çirkin dünyaya bile fazla değil mi?

Ben utanıyorum, çok utanıyorum… Dünyanın bu vaktinde yaşıyor olmaktan ya da bütün bunca olanın içinde halen dahi gülüyor olmaktan çok utanıyorum. Aslında her defasında bu ve benzeri cümleler yazmaktan da yazdığımı tekrar etmekten de tekrar ettiğimi yeniden hissetmekten de unutmasam da hatırlamaktan da ve en sonunda yine değişen bir şey olmamasından da çok çok çok fazla utanıyorum.

Her türlü laneti, hakareti, küfrü hak eden pislikler yüzünden herhangi bir yerde gördüğüm bir çocuğun ve dahi kendi çocuğumun başını okşamaktan ve hatta yüzlerine bakmaktan bile utanıyorum.

Ve  Merhum üstadım Cahit Zarifoğlu’nun haklı serzenişi geldi aklıma. 
“Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim…”


Acıları seyretmek ya da onlara alışmak ne acınası bir durum değil mi? Veya acıları kader bilmek ne hazin bir hâl…
Evet Hamas bir tarih yazdı... 
Katil İşgalci İsrail’in imajı fena halde çizildi… Karizması bozuldu, Prestiji yerle yeksan oldu biiti… 
O yüzden kudurmuş köpek gibi hiçbir kural tanımaksızın saldırıyor, tam bir cinnet haliyle cinayetler işliyor...
Onlar tarih yazarken biz ne yapıyoruz? Tepkilerimiz yetersiz, eylemlerimiz sönük, irademiz zayıf, cümlelerimiz düşük, seslerimiz kısık… Hatta tepkisiz, ilgisiz, duyarsız, uyuşuk hallere düşmek anlaşılır değil…
Acziyet mi? Korkaklık mı? Sinmişlik mi? Duyarsızlık mı? Gaflet mi? Zillet mi?
Bu durumu nasıl değerlendirmek lazım? Ne demek gerekir?
Bizim payımıza sadece acıları seyretmek mi düştü? Bu nasıl bir savrulmuşluk? Sadece üzülmek, sızlanmak, söylenmek, yıkılmak; bu mudur kardeşlik?
Acıları kanıksamak ve gereken tepkiyi vermemek daha da acı verici değil mi?
Kitlesel ölümlere alışıyoruz, insanlık trajedisini izliyoruz, soykırımı sükutla geçiştiriyoruz… Gazze’ye düşen ateş, yüreğimize düşmüyorsa, bir daha düşünelim ne hallere düştük? Sonumuzdan korkuyorum…
Bir refleksimiz olmalı... Çünkü biz insanız... Bu zulme bir itirazımız olmalı... Çünkü biz Müslümanız…
“Bu da geçer ya Hu” deme kolaylığı ile mi yetineceğiz? (Geçmesine geçer de biz tarihe nasıl geçeceğiz? Zelil ve sefil, aciz ve çaresiz hallerimizle gelecek kuşaklara nasıl bir örneklik bırakacağız?) Ya da
Acılar içimize mi gömeceğiz Bol bol ağlayıp, ağıtlar mı yakacağız…
Acıları hissediyoruz, hüzünleniyoruz ancak içimize gömüyoruz; bir türlü beklenen düzeyde harekete geçemiyoruz, harlanmıyoruz…
Acılarımız bizi ne zaman ayağa kaldıracak, harekete geçirecek?
Vicdan sahipleri varoluşlarını nasıl ispatlayacaklar?
Hâlâ susacak mıyız? Gazze’nin kayıp ve hasar envanterini çıkarmakla mı meşgul olacağız?
Gıyabi cenaze namazları kılmakla mı yetineceğiz? Basın bildirileri ile mi teselli bulacağız?
Ümmet olarak acılara alışmanın çözüm olmadığını da biliyoruz.... Buna rağmen güçlü bir çığlığımız ya da güçlü bir çağrımız yok…
Acılara alışmak değil aşmak lazım… Acılarla yoğrulan yüreklerimizle yürüyebilmeliyiz… Nasır tutan ellerimizle bir taş da biz atabilmeliyiz… Yeter ki taşı atan biz olalım, isabet ettirecek olan Allah’tır…Acılarla yoğrulan aksiyon, çilelerle bilenen azim gerek…
Kendi sivil yapılarımız, örgütlü oluşumlarımız, cemaat ve cemiyetlerimiz ne alemde?
İslamcı elitler, enteller, âlimler, akiller, abiler bu gidişata ne derler?
Bir ‘’leş’’miş Milletler’den mi medet umacağız, Arap Ligi’nin harekete geçmesini bekleyeceğiz, İslam İşbirliği Teşkilatına mı atacağız topu?
Bütün bunların mümkün olmadığını ve bunun  havanda su dövmek olduğunu yeterince tecrübe etmedik mi?...
Gözü dönmüş, kural tanımaz aşağılık ve adice bir tarafın karşısında haktan hukuktan bahsetmek oyunu kurallarına göre oynamak imkânsız görünüyor. Çaresizlik insanı öyle bir duruma getiriyor ki şu an bizi ‘öteki’ olarak tanımlayanların sahibi oldukları sosyal medya uygulamaları üzerinden Filistinlilerin sesini ‘dünya’ya duyurmaya çalışıyoruz. Dahası bu katliamı, ‘dünya’yı yönetenlerin yaptığını ve bir kısmın doğrudan destek şeklinde bir kısmının da sessiz kalarak zulme ortak olduğunu unutarak duyurmaya çalışıyoruz. 
Müslümanlara dünyayı dar edenlerden, Müslümanlara dâr (yurt) ve hak talep ediyoruz! Filistin’in burnunun dibinde hazır mühimmatla bekleyen uçak gemileri ve kraliyet donanmasının esasen bütün Müslümanları tehdit ettiğini idrak edemiyoruz.
Bir tarafta ellerinde taşlarla intifada çocukları, Hamas’ın iptidai sayılabilecek füze ve silahları; diğer tarafta dünyanın en gelişmiş teknolojik silahları, son teknoloji uçak gemileri ve hava savunma sistemleri…
Bir tarafta ‘inancımız gereği esirleri koruyacağız’ diyen Filistin tarafı, diğer tarafta çocukları, kadınları, yaşlıları fosfor bombaları ile yok eden, hastaneyi dahi bombalayan aşağılık, sözde devlet israil ve onun tasmasını boynunda taşıyan yerli-yabancı kuklalar…
Bir tarafta ağzından insan hakları, çocuk hakları naralarını düşürmeyen Batı ve onun iki yüzlü kurum/kuruluşları, diğer tarafta tek birlikteliği Allah’la olan Filistinliler…
Bir yandan ABD Başkanının ve Avrupalı liderlerin konu hakkında her gün bir siyonist gibi verdiği boş ve insan suçlusu demeçler, diğer yanda parçalara ayrılmış çocuğunun bedenini poşette taşımak zorunda kalan babanın Allah-u Ekber nidaları…
Bir tarafta ‘dünya gücü’ denilebilecek Ülkelerin afili cümlelerle yaptığı diplomatik görüşmeler, diğer tarafta üzüntülerini ifade ettiğinin bildirildiği prensler, krallar ve sözde İslam ülkeleri/örgütleri…
Bir yandan dünyanın tüm medya kuruluşlarını, sosyal medyayı ele geçirmiş siyonist yahudiler, diğer yandan küçük bir medya grubu içerisinde yer bulmaya ve dünyaya sesini duyurmaya çalışan Filistinliler…
Bir yanda hastanede üzerlerine bomba yağdırılmış bine yakın çocuk ve kadın şehit, diğer yanda Gazze sınırında barbekü partisi yapan siyonist israil askerleri…
Bir yanda israil’e hemen taziye ve destek ziyaretine giden ülke başkanları; diğer yanda kendi evine dahi gidemeyen/giremeyen Filistinliler…
 Fakat inancımız, ümitvar olmayı emrediyor. Bugüne kadar Cemal sıfatlarına sığındığımız Rabbimize bu sefer tüm mazlumlar adına Celal sıfatları ile yalvarıyor, Allah’tan başka sığınağımızın olmadığını bir kez daha anlıyoruz
“(Yahudiler) tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur.” (Âl-i İmrân Suresi 54. Ayet)
''Lâ Galibe İllâllah” (Yusuf Suresi 21. Ayet.