Bekir Fevzi Yıldırım

Sezgin Duyar


30 Küsür yıldır tanıdığım, bariz insani vasıflı, gördüğü her hayrı işlemeye çalışan, hiçbir güzel hareketi atlamadan tuğla koymaya gayret eden, yaptığı ticareti hayra ve dini değerlerin yüceltilmesine sarf eden, her an dünyaya veda edecek biri edasında hayır ve iyiliklerde acele eden, hayatını menkıbe kitaplarından modellemiş, onlardan rol çalmış, yaşadığı zaman dilimi içerisinde hayatını onların rengi ile boyayan, Allah’ın kuluna vurduğu boyayı muhafaza etmeye çalışan, çalışkan bir Anadolu evladı. Şahidim; Adana da tüm hayır ve dini faaliyetlere katkı vermiş, şahsında tüm teşekküllerin gıdasıyla beslenen, çok yönlü, samimi, dost canlısı müstesna, emin bir adamdı. Ahirette lütfedip sorulsa, bundan daha azını söylemem. Günün birinde yerel televizyonlarda gördüm, arkasına bir yığın hayırseveri takmış, fakir fukaraları tespit edip, onların hayatını kolaylaştıracak ne varsa soruyor, beraberinde gelen hayırsevere onların ihtiyaçlarını gördürüyordu. Kimisi poşet poşet erzak, kimisi başka ihtiyaç maddeleriyle evler ziyaret edilip gönülleri ve en içten duaları alınıyor. Esasen Bekir, ortaya o tarihe kadar yapılmamış bir hayır programının temellerini atıyordu. Nasıl oluyor bunlar? Elini paraya sürmüyorsun değil mi? bak bu işler tehlikeli, üzerine üç kuruş için çamur yapışmasını istemem uyarım karşısında, “hayır parayla işim yok, hayır sahibi ile ihtiyaç sahibini bir araya getiriyorum, yaptığım iş bu. Aynı zaman da bu iş planlı programlı başlamadı, gelen bir yardım mesajına, o sırada televizyondayken spontane yaptığım canlı yayında yardım davetine bir sürü insan arabasıyla, parasıyla icabet etti, böyle başladı” dedi.
Dernek kurduğunu derneğin kuruluşuna ilham veren hikâyeyi anlattı. Hikâye küs kardeşler arasında geçen olaylara dayanıyor. Hikâyeyi aşağıda okuyabilirsiniz.

Bekir Fevzi Yıldırım’ı benim için başka arkadaşlarımdan farklı kılan tarafı, Bekir, hayatını “istikrarlı, iyi insan” olmaya adamıştı. Samimiyeti tanıyan herkesi sarıveriyordu. Öyle ki –kulaklarımla duydum- bir insan bu kadar iyi olamaz, kendine rağmen bu kadar çok hassas yaşayamaz, rol yapıyor! Diyenleri gördüm. Talihsiz adam, Bekir kardeşin yaşadığı hayal edecek müktesebata sahip olmayınca, öyle düşünmesi de normal diyebiliyorsun ancak! Kendi bedeninde kiloların da verdiği rahatsızlıklar ve rahatsızlıklarına rağmen, sıcak soğuk demeden, kapı kapı dolaşıp ne ihtiyacınız var diye sorması, onlara bizzat elleriyle ihtiyaç malzemelerini kesintisiz götürmesi, fedakârlığı mecalinin sonuna kadar yaşaması elbette aklın alacağı şey değildi. Yakınında duranlar bilir, hayatının merkezinde hayır vardı, günü haftası ona göre programlı, çift telefonla gezmesi, hiçbir çağrıyı kaçırmak istememesi, O’nu benim yanımda “Marka İnsan Bekir Fevzi YILDIRIM” yapmış, telefonumda da bu şekilde kaydetmiştim.
Şimdi ondan kalan hoş bir sâdâ; “Güzel İnsan”
Mekanın Cennet Olsun Azizim
Köprü Yardımlaşma Derneğine temel teşkil eden hikaye
Bir zamanlar birbirilerini çok seven iki kardeş varmış. Hemen hemen her şeyleri ortaktı. Çok samimi ve muhabbet içindeydiler. Fakat evlenip çoluk çocuk sahibi olduklarında ve dünya onlara gülmeye başladığında birbirinden hasetlenmeye başladılar. Büyük kardeş, küçük kardeşin hareketlerinden ve başarılarından kıskanmaya ve onu azarlamaya başlamıştı. Küçük kardeş de, önceleri bu anlamsız kıskançlığa bir anlam verememişti. Ama ağabeyinin olumsuz ve saldırgan hareketleri onu da küstürmüştü. Birisinin evi nehrin bir tarafında diğerinin evi öbür tarafındaydı.

Büyük kardeş, küçük kardeşini artık görmek istemiyordu. Ama sabah-akşam evden dışarıya adım attığı gibi küçük kardeşini görüyordu ve bu durum onu kahrediyordu. Kardeşini görmemek için ne yapmalıydı acaba? Bunu düşünürken bir gün adamın biri çıkageldi ve iş aradığını söyledi. Büyük kardeş, “Ne iş yaparsın?” dedi. Adam, “Yapı ustasıyım; bina yaparım ve her türlü yapı işinden anlarım” dedi. Büyük kardeş, “Nehrin öbür tarafındaki evi görüyor musun? O benim kardeşimin evidir. Bana çok büyük kötülüğü dokunmuştur ve artık ben o adamı görmek istemiyorum. Lütfen evimin önündeki bu taşlarla yüksek bir duvar yap da, bir daha onun yüzünü görmeyeyim. Duvarı yapman için bir ay seni evde yalnız bırakacağız. Böylece burada rahat çalışabilirsiniz” dedi.

Yapı ustası, “Efendim ne demek istediğinizi anladım. Sizi merak buyurmayın. Dediğinizi yapacağım” dedi. Büyük kardeş ve ailesi evden ayrılır ayrılmaz yapı ustası işe girişti. Onun dediği taşlardan nehrin bir tarafından diğer tarafına bir köprü inşa etti.  Küçük kardeş  “Neden bu köprüyü yapıyorsun?” diye sorduğunda yapı ustası, “Ağabeyin uzun zamandır sizinle konuşmuyormuş. Bunun doğru olmadığını anladı ve daha sık görüşebilmeniz için bir köprü yapmamı istedi.”  dedi.

Bir ay sonra büyük kardeş eve döndüğünde evin önünde bir duvar değil, nehrin iki yakasını bir araya getiren bir körünün yapılmış olduğunu gördü. Küçük kardeş de, ağabeyinin eve döndüğünü görünce hemen yanına gelerek, “Ağabey, sana çok teşekkür ederim. Gerçekten seninle iftihar ediyorum. Sana yaptığım bunca eziyete rağmen, daha sık görüşelim diye kalkmış bir köprü yaptırmışsın. Sen büyük insansın” dedi.

Ağabey de bu sözlerin etkisinde kalarak işi bozuntuya vermeden “Eh ne yapalım, sonuçta aynı kanı taşıyoruz. Kardeş kardeşe düşman olur mu?” demek zorunda kaldı. İki kardeş kucaklaşıp öpüşürken yapı ustasının malzemelerini topladığını gördüler. Her iki kardeş de bir ağızdan, “Usta hiçbir yere gidemezsin. Sen de burada bizimle birlikte kalacaksın. Madem bize kardeşliğimizi hatırlattın, o halde gel sen de bizim kardeşimiz ol” dediler.
Yapı ustası onların bu samimi ve içten teklifleri karşısında çok manidar bir söz söyledi:  “Doğru söylersiniz. Sizin bir kardeşiniz olarak yanınızda kalmak isterdim, lakin başka yerlerde de işlerim vardır. Daha çoook köprüler yapmak gerekiyor.”