Taş Köprü'nün Deli Dumrul'u!
Sedat Memili
TAŞ KÖPRÜ’NÜN DELİ DUMRUL’U
Adana Sadece bağımsızlık ruhuna değil, Köprü geçiş ücretlerine de ilham kaynağı olmuştur…
Köprüyü geçenden beş geçmeyenden on akçe (*) almanın mucidi, ölümsüz Türk Destan Kahramanı Deli Dumrul’dur.
Köprüyü akılsız zenginlere satmanın atası ile “Sülün Osman”dır. Bilinen en dürüst, asil, haktanır dolandırıcıdır. 1950’li yıllarda efsane olmuştur. Eskimeyenler bilir.
Bir de köprüyü satıp, parasını kaynak yapanların atası ise merhum Turgut Özal’dır. Böylelikle köprüden geçenin n para ödeme devri başlamıştır.
AK Parti, bu uygulama üzerine köprüden geçmeyenlerde para alarak,devrim niteliğinde bir uygulamanın mimarı olmuştur.
Bütün bunların hepsi bir kenara, Adana’da “Peygamber Horozu Yemiş Halil” namıyla maruf bir medar-ı iftiharımızın, köprü hakkındaki uygulamasını anlatalım.
Bu uygulamanın bir eşinin, Avrupa ve Asya’da olmadığı, dünya’da ve hatta Satürn ve Neptün’de bile olmadığını zannediyorum.
NASIL MI?
Anlatalım efendim. Adanalı girişimci, “Peygamber Horozu Yemiş Halil’in ta bu günkü iktidarlara kadar ilham olmuş uygulaması tarihin tozlu sayfalarında kalmasın.
Olay 1930 yılında cereyan ediyor. Bir sabah uyananlar Taş Köprü’nün Karşıyaka tarafında bir kulübe olduğunu görüyorlar. Deme çatma kulübe gece yapılmış. Kulübe, sonradan adı (BOSSA) olacak olan Bosnalı Salih Efendi Fabrikası ile köprü giriş / çıkışı arasındaki yolda.
Kulübenin önünde bir adam “… Misis şosasından, Kara Hacılı ve Kozan Yolu’ndan gelen bilumum odun ve kömürden Oktruva ismi altında para almaya başlıyorlar…”
Bilmeyenler için “Oktruva”, Duhuliye Vergisi’nin Frenkçesidir. Ticaret amacıyla şehre gelen mallardan alınan vergidir.
Millet, şehre girerken elinde makbuz adında kağıt olan bu adama vergi ödemeye başlıyor.
Şehre girerken Olur ya vatandaşın o an parası olmayabilir: bu Halil denilen adam o kadar insaflı ki, heybe, çanta gibi bazı eşyaları rehin alıyor ve vatandaşın sırtını sıvazlayarak:
“Kendin, üzme ağa, çıkışta verirsin…”
İş çok güzel gidiyor…
O kadar güzel ki, bu sefer şehirden çıkışlar için de köprünün Abidin Paşa caddesinin çıkışına “Tarsus Kapısı” oraya da bir kulübe dikiyor ve bu sefer, şehirden çıkan mallar için, artık, “ayakbastı”, “duhuliye”, “harç” o an aklına ne gelirse para almaya başlıyor.
İşin garip tarafı hiç kimse; “Yahu arkadaş sen kimsin? Bu parayı neden topluyorsun?” demiyor.
Gerçi bunun için garip dedim ama çok da garip değil. Yaklaşık yüz yıl sonra bizden de alıyorlar. Biz soruyor muyuz?
Arkadaş, sen niye üstünden geçmediğimiz köprünün parasını bizden alıyorsun?
Benim arabam yok sen neden benden otoyol geçiş ücreti alıyorsun?
Ben hastalanmadım neden tedavi ücreti alıyorsun? Diye sormuyoruz. Çünkü biz nede olsa sadece Yunus Emre’nin değil, biraz da Peygamber Horozu Yemiş Halil’in ahfadıyız.
Köprünün her iki tarafından her türlü nam altında para toplama işi devam etmiş. Ne kadar süre? Yedi ay!
BOSNALI SALİH EFENDİ’NİN DİKKATİ
Bir gün köprü üzerinden Bosnalı Salih Efendi geçerken durdurulur. Tesadüf olacak ya, mal getirenlerle birlikte geçiyor köprüden. Bir kişi bağırır:
“Durun!”
Kafile durur. Ama Merhum Bosnalı Salih Efendi, göz ucuyla şöyle bir memur ucubesine bakar bir şeye benzetemez. Memur(!), malları gözden geçirir. Göz ucuyla ölçer biçer, tartar… Onlarda öyle bir göz var ki ne teraziye ihtiyaç duyarlar ne de metreye…
“Aha şu kadar duhuliye ödeyeceksiniz!”
Bosnalı Salih Efendi şaşırır. Ulan bu nedir? Her gün Jandarma komutanı, belediye reisi, zaptiyelerle beraber, köprü üzerinden vergi alındığını hiç duymamış.
İşte bunu sormuş karşıdaki kılıksıza. Memur kılıklı;
“Sus! Cahil-i Cühela. Hem bilmez, hem konuşur!” Koca fabrikatör bir de fırça yemiş. Neyse, dayak yemeden parayı ödemiş, makbuzunu da cebine koyup soluğu, belediyede almış.
Belediye reisi hop oturup hop kalkmış. Öyle bir şey yok. Sonra aklına takılmış.
“Böyle bir şey var da benim mi haberim yok?”
Jandarma, mal müdürlüğü, memurlar, zabitler derken, mesele anlaşılmış:
Herifin biri bir sabah uyanmış, kulübeyi koyup, gelenden geçenden vergi toplamaya başlamış. “Yedi ay vergi toplamış ve bir Allah’ın kulu sen ne yapıyorsun?”dememiş.
Sakın ha o zamanki insanlar için: “Vay akılsızlar! Demek ki ne cahil nesiller varmış!” demeyin.
Evinizin önündeki yol, bir senede üç beş kere kazılıp yeniden yapıldığında sen hesap soruyor musun?
Adana ova memleketi. Dümdüz zemin üzerinde kaldırım diye ayrılan yerlerin, inişli çıkışlı olmasının hesabını soruyor musun?
Düz zemin üzerindeki bir caddenin, bu denli inişli çıkışlı olmasına itiraz ediyor musun?
Yaya kaldırımları tamamen otopark olarak kullanılıyor? Ne yaptın bu konuda?
Onun için sakın ola ki o insanlar için “Ne kadar cahillermiş!” demeyin.
POLİS VE ZABİTLER DE VERGİ ÖDEMİŞ
Tabi bu olay araştırılmaya başlanmış. Önce adamlar gözaltına alınıp sorgulanmaya başlamış.
Olayın ilginç yanlarından biri: Oradan geçen, zabitler ve polisler de para ödemiş. Çünkü onların aklında şu var: “Bu memlekette, devletin görevi olan vergi toplama işini kim yapmaya cesaret edebilir?”
Savcılık olaya el koyar. İfadeler alınır.
Allah’ım bu nasıl denge ki öz değişmiyor, sadece şekil değiştiriyor.
Savcılık olayın üzerine yürüyünce, olay içinde bulunanların hepsi birbirine “dolandırıcılık davası” açıyorlar.
DOLANDIRICININ FERYADI: “ADALET YOK MU?”
Mesela, daha sonra elebaşı olduğu anlaşılan “Peygamber Horozu Yemiş Halil”, savcılığa bir dilekçe veriyor.
“Bana Belediye Rüsum Mültezimi Ahmet Efendi bir iş teklif etti. Halil gel burada memurluk yap. Sana şu kadar aylık vereceğim dedi. Ben çalıştım. Esasen sadece makbuz dolduruyor ve para almıyordum. Yaptığım işin dolandırıcılığa benzer tarafı yoktur. Karşıyaka’da para alırken bizi poliste, belediye memurları da görüyor ve icap ederse gelip yardım da ediyorlardı. Allah için söyleyin, böyle bir iş dolandırıcılık olur mu? Bu işin dolandırıcılık olduğunu nereden bileyim. Benim çalıştığım günlerin maaşını bile vermedi. Ahmet Efendi beni dolandırdı. Davacıyım…”
Belediye Rüsum Mültezimi Ahmet Efendi ile Peygamber Horozu Yemiş Halil arasında sürtüşme ve tartışma devam etmiş. Halil ısrar ediyor:
“Ben Ahmet Efendi’nin Memuruyum.” Ahmet Efendi:
Yok öyle bir şey. Sen memurum değilsin…” O zaman Halil cebinden mühürlü makbuzlar çıkarıp:
“Ben senin memurun değilsem, mühürlediğin bu kağıtların bende ne işi var?”
Bu tahkikat aşamasında Belediye Memuru Ahmet Efendi yerinde duruyor ama Halil kaçmış. Sonradan mesele anlaşılmış. Esasında Halil, daha önce belediyede çalışıyor ve bu işleri iyi biliyor. Fazla sarhoş gezdiği için belediyeden işten atılıyor. Daha sonra araya girenler oluyor ve adamı tekrar işe alıyorlar. O esnada belediyeden birkaç tane makbuz çalıyor ve bu işi gizlice yapmaya başlıyor. Esasında para alınca belediyenin mühürlü makbuzlarını vermiyor, alelade bir kağıt veriyor. Mühürler işin cila yanı…
Peygamber Horozu Yemiş Halil (**) ermiş muradına bir çıkalım kerevetine…
(*) Para birimi ve miktarı simgesel olarak yazılmıştır.
(**) Niçin böyle denmiş, öğrenemedim.
(***) Fotoğraflar “Adana’nın Eski Fotoğrafları” grubundan alınmıştır. Orhan Kapılı ve Sabri Gül’ün şahsında teşekkür ederim.