Güniz Baykam ve Mimarlık Festivali
Güniz Baykam ve Mimarlık Festivali
Mimarların soluğu kesildiği için şehirler nefes alamıyor. İnsanlar da… Toprak da...Ne zaman ruhum çölleri özlese kendimi George Zamphir’i dinlerken bulurum.
“Silk Road” (İpek Yolu)
Tanrı’nın üfleyerek ruh verdiği çamurların insana dönüşmesi gibi, Zamphir de panflüte üfleyerek ruhumu çöllerde gezdiriyor
Sonra İtalo Calvino’nun Görünmez Kentler’i ni keşfettim.
Zamphir’in panflüt konçertosu eşliğinde İtalo Calvino’nun Görünmez Kentlerini dolaşmaya başladım.
“RUHSUZ KENTLER”
Bazı kentler gözlerden, bazıları gözyaşlarından oluşmuştur. 1999 Depreminde Düzce’de gözyaşlarıyla kurulan kentleri gördüm. Ardından, sonsuz sayıda destanların yaşandığı kentlerin birkaç kelime ile tanımlanabileceğini keşfettim.
Akçakoca, ışıklar kentidir; karanlığı bile ışıktan oluşmuştur. Ya Çanakkale, toprağına ayak basar basmaz sizi hüzün karşılar… Hüzün toprağına karışmıştır bu şehrin.
Ve Düzce, gözlerden oluşmuştur. Deprem sonrası Düzce’de gözlerden başka bir şey görmedim. Konya ovasının kentleri gölgeler kentidir. Bu kentlerde gölgeler hem insanı yönetir hem de insana hizmet eder.
Ya Adana?
Adana Mevsimlerini kaybetmiş kenttir. Baharları çalınmıştır kentimin.
Adana, kaybettikleri ile var olan ender kentlerden biridir.
İşte bu nedenle Sayın Güniz Baykam “Yaptığım yapılarla değil, yıktırmadığım binalarla hatırlanıyor olacağım” dediği zaman, zihnimden İtalo Calvino’nun görünmez kentleri geçti hem de Zamphir’in panflütü eşliğinde…
Şimdi görüyorum ki sadece mevsimler değil, bu şehir ruhunu da kaybetmiştir. Çünkü, mimarlık değersizleştikçe şehir ruhunu kaybediyor.
Geçen hafta sözünü etmiştim. Sayın Murat Ulaş’ın daveti üzerine Sabri Gül ve İsmail Görkem ile 01. “Ya sonra…” Adana Mimarlık Festivaline gitmiştim.
Kendimi kutluyorum; iyi ki de gitmişim. Zülfikar Tümer, Ozan Tüzün başta olmak üzere sevdiğim ve değer verdiğim birçok dostumu gördüm.
Sayın Güniz Baykam ile tanışmamıştım. Fakat Murat Ulaş öylesine söz etmişti ki tanıyor gibiydim.
Bir de söz aramızda bazı mesleklere saygım çok büyüktür… Örneğin doktorlara… Birkaç kez beni Azrail’in elinden kavga gürültü almaları yaşama döndürmeleri bir kenara ağrısız ve sağlıklı yaşamama neden oldular.
Ve mimarlar, hiç farkında değilim ama saygı duyduğum ve etkilendiğim birçok kimsenin mimar olduğunu öğrendim.
İtalo Calvino onlardan biridir. Stefanos Yerasimos bir başka hayranlık duyduğum yazar… Mimar Sinan… Listeyi uzatmak istemiyorum. Özellikle mimarların eserlerini inceledikten sonra şu kanıya vardım: Mühendis inşa edilmiş bina, mimar ise bu binaya üflenmiş ruhtur. Mühendis Pan flüt, mimar bu flüte üfleyen Zamphir’dir.
Belediye Başkanlığı mühendislik; insanca yaşam ruhu ise mimarlıktır.
Ve mühendis matematik; mimar felsefe ve sanattır.
Bina çamur, onu insanlaştıran ruh mimarlıktır.
VALİ İÇİN VAR, İMAR İÇİN YOK…
Sayın Güniz Baykam sunum için yerini aldı. Bu festivalde emeği geçenlere teşekkür etti. Bence de teşekkürü hak ediyorlar…
Bu şehrin midesiyle düşünenlerin lezzet festivaline değil, duygu ve yaşam biçimlerini düşünenlerin Mimarlık Festivallerine ihtiyacı var. Bu şehri kebap dumanı değil, kurulan hayaller yarına taşıyacaktır.
Şehri midesiyle düşünenler değil, bilim, akıl, sanat ile düşünenlerin festivaline ihtiyacı var.
Nitekim Sayın Baykam: “Bu şehrin 1 valisi ve 4 kaymakamı için kurumlar var ama imarı ile ilgili bir belgeseli yok… “ dedi. Ardından yıkılan binalar ve Adana’nın imarı hakkında aydınlatıcı bilgiler verdi.
İNSANA SAYGISIZ BETON YIĞINLARI
Yanımda kayıt cihazı yoktu. Aklımda kaldığı kadarıyla yazmaya çalışıyorum. Söylenenlerin aktarılması sırasında bir hata varsa şahsıma aittir.
“Mimar olmak başka şeyler olmamı da gerektiriyor.”
Kesinlikle katılıyorum, doktor sadece doktorluktan anlıyorsa gerçekte doktor da değildir. Bir mimar, sadece mimarlıktan anlıyorsa gerçekte mimar da değildir. Politikacılarımız sadece politikadan anladıkları için hiçbir şeydirler…
ŞEHRİN YAŞAM HAKKI
Adana’da yapılar insana değer vermeyen, yaşama saygısız beton yığınlarıdır. Şehirde gördüğüm yapıların çoğu, otomobillere daha çok değer verildiğinin belgesi olarak duruyor. Otopark için ağaçlar kesiliyor, çimler ve çiçeklerin üzeri beton ile kaplanarak bahçeler yok ediliyor.
Binalar öyle… Kendini betonun egemenliğine teslim eden bu insanlarımız, çiçeğe, ağaca ne kadar değer verdiğini göstermek için kestiği ağacın fotoğrafını evinin salonuna asıyor.
Şehrin imarında söz sahibi olanlara sesleniyorum: bu şehrin marketlerinde, plastikten yapılmış çitler ve bu çitlere sarılmış plasik sarmaşıklar satılıyor. Bu şehrin marketlerinde lüks poşetlerde toprak satılıyor…
Utanç verici…
Mimarların soluğu kesildiği için şehir de nefes alamıyor… İnsanlar da…Toprak da…
HUZUR ADACIKLARI
Bu lanetli ve huzursuz beton cehenneminin arasında adacığı andıran yapılarımızda var… Yani zahmet edip mimara danışılmış yapılar. Sayın Baykam bunlardan bir örnek verdi. Aklımda kaldığı kadarı ile:
ESER MİMARI
Çukurova kalkınma Ajansı (ÇKA) Hakan Kısacık
Pakyürek İş hanı Yusuf Serin
Fotoğrafya Demirtaş Ceyhun
Beyaz Evler Ali Özkan – Ali Özler
(Görüntüde çok güzel bir apT.) Ozan Tüzün
Cem evi ve Taziyehane Güniz Baykam
Okul ve birkaç yapı Eren Tümer
Konuşmayı baştan sona kayıt edemediğim için çok üzüldüm. Ders niteliğinde bir konuşmaydı. Hatta “Türk Mimarisinin tarihi bile Türkçe değil” deyince bu sefer hem hüzünlendim hem de öfkelendim.
Bazı insanlar mutfak ile tuvalet arasına döşenmiş bir borudur. Öyle yaşarlar. Hayat boştur, her şey yalandır diyen anlayıştır bu... Bu anlayış bu memlekette Mimarlık festivaline değil lezzet festivaline değer verir…
Peki lezzet festivali olmasın mı?
Eğer 156 yıllık tarihi olan belediyemizde Mimarlık festivali yoksa, lezzet festivali de olmasın kardeşim…
Evde yangın varsa bir sanatçının görevi yangına kovayla su taşımaktır, piyano çalmak değil.
Umarım bu festival, şehirde kaliteli yaşamın çoban ateşi olur…
Güniz Baykam ve Murat Ulaş başta olmak üzere emeği geçenlere çok ama çok teşekkür ederim…
Şehrin benden çaldığı huzuru Zamphir’in panflütü eşliğinde çöllerde buluyorum.
Hiç olmazsa o çöllerde sanata, yapının mimarisine değer vermeyen beceriksiz politikacılar yok.
Hele o çölde Peter Gabriel ile karşılaşırsanız oh’ Gel keyfim gel!