AYTUĞ ATICI İLE KAYBOLMAK…
AYTUĞ ATICI İLE KAYBOLMAK…CHP’li olmak parti üyeliği değil, yaşam biçimidir.”
Kaybolmak ne muhteşem bir duygu… Sevenin gözlerinde… Hayalinde kaybolmak… Anne’nin şefkati, babanın güveninde kaybolmak… Hayatımda ilk kez 6 yaşımdayken kaybolmuştum. Bir helikopterin peşinde… Sonra kayboluşların sürdü gitti…
Kaybola buluna bu hayatı bu güne kadar tükettim. Hayat dediğimiz şey kayboluşlar ve bulunuşlar arasında geçen süreden başka nedir ki?
Kaybolmak muhteşem; kötü olan kayıptır…
Son yıllarda kendi ideallerimin peşinde sık sık kayboluyorum. Özellikle, çatısını kurduğum romanı kelimelerle etlendirmek… Ya da Adana’nın yakın tarihinde gezinmek... Her kayboluşta kendimi yeniden buluyorum…
TÜYAP Kitap Fuarı… Ziyaretçi dostlar arasında kayboldum.
ÇINAR AĞACININ DALLARI
Pazar günü (Fuarın 2. Günüydü) kalbin bunca sevince dayanamamış olacak ki, rahatsız oldum ve öğleden sonra kendimi eve attım.
Ertesi gün kendime gelince, Atatürk Araştırma Merkezi’nden edindiğim kitaplar vasıtasıyla Adana’nın yakın tarihinde kayboldum.
İlk Meclis Kuruluşuna İstanbul’da Yaşayan Adanalıların seçtiklerinin gelmesi, Türkocağı Emlakinin satışı, Adana’ya suyun nasıl geldiği, Almanya’ya ilk patlıcan’ın Adana’dan ihraç edilmesi vs… Arasında dolaşıp dururken değerli kardeşim Aytuğ Atıcı aradı. Böylelikle kayboluşum sona erdi. Fuarda isem ziyaret edecekti. Rahatsız olduğumu duyunca sağ olsun ziyaretime geldi. Kayboluştan sonra bir bulunuş daha…
Aykut Atıcı ile iki türlü akrabalığım vardır… Birincisi kan hısımlığı, ikincisi de fikir hısımlığı…
Burada sohbetimizin konusu, fikir akrabalığımız ağırlıklı olacaktır.
Rahmetli babası hayatımın ahlak meşalesi olan insanlardan biridir. Kısa adı ASDA olan Akdeniz Sosyal Dayanışma Vakfı’nda babası Şahap Atıcı ve Mehmet Tevfik Özezen ile birlikte hizmet etme onuruna ulaşmışımdır.
Belki de aynı koşullarda yetiştiğimizden ortak birçok yanımız vardır.
Aynı çınar ağacının, farklı yönlere yükselen dalları gibiydik… Ama aynı bulutlar ve aynı gökyüzünü güzelleştirmekti hedefimiz; hala da öyle.
KARDEŞ SOHBETİ
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Profesörü olarak hizmet veriyordu. Biraz Mersin soluduk.
Sohbetimiz bir abi / kardeş havasındaydı
“Neden ve nasıl siyasete girdiniz?” diye soruverdim.
Siyasete girme kararı bana göre görev değil sorumluluktur. Görev olan siyasi çalışmadır.
Toplumsal ihtiyaçlara bakınca, bir sorumluluk hissidir siyasete girme kararı. Siyasi bir sorumluluk üstlenince yaptıklarınız artık göreviniz gereğidir. Bu sorumluluğu hissedince doğal tercihim CHP’dir. Bana tavandan değil, tabandan baskı geldi. Bu baskının oluşturduğu sorumluluk ile başvurumu yaptım. Ve gıyabımda yapılan birçok araştırmada halkın ortak tercihi olmuşum. Ve halkın ortak seçimi ile ilk sıradan aday gösterildim. İkinci milletvekilliği dönemim de öyle oldu. Eskilerin “Müntehib-i Sani” olarak ifade ettikleri biçimde yine seçildim ve listenin üst sıralarından aday gösterildim. Her iki dönemdeki seçimde de Genel Merkez, halkın taleplerine kulak verdi ve milletvekili oldum.
İşte “Görev” dediğiniz eylem Milletvekili olmamla birlikte başladı…”
“Parti seçimi için için CHP doğal tercihim dediniz. Neden doğal?”
“CHP Türkiye’yi kuran ve halkı kucaklayan bir partidir. Cinsiyet, mezhep, milliyet ayırımı gözetmeyen bir anlayışın partisidir. Dedem ve babamı bilirsiniz. Aynı sizin dedeniz babanız gibi… Biz işçi çiftçi çocuğuyuz. Bu noktadan TBMM’de milletvekilliği yaptıktan sonra CHP gibi bir partinin genel başkanlığına talip olduk. Bu Cumhuriyetin olanağıdır. Üstelik hala demokrasinin beşiği zannedilen ABD’de hala siyahiler dışlanırken. CHP’li olmak parti üyeliği değil, yaşam biçimidir.”
“Kamuoyu sizi sevdi. Sık sık basında yer aldınız, özellikle Sakal eyleminden sonra?”
“Bir olgunun varlık nedeni neyse yokluk nedeni de odur. Siyasete girmenin sorumluluk duygusundan kaynaklandığını söyledim. Sorumluluk; sorana hesap verme duygusudur… Yani beni var eden halka hesap verme sorumluluğudur. Vicdanı da öyle anlıyorum. Vicdanın özgür. Şu an iktidar partisinin milletvekilleri Genel Başkanlarının gözlerine bakarak konuşuyor, ya da konuşamıyor. Kendilerine kim görev vermişse kendilerini de ona karşı sorumlu hissediyorlar. İktidar partisinin en büyük çıkmazı burada...
Bizler, sorumluluğu halkımıza karşı duyarak siyasete girdik ve halkın ihtiyaçlarını gidermeyi görev bildik. Halk bu anlayışı hisseder. Bu yüzden bana yoğun ilgi duymuş olabilirler.
Sakal eylemi, ülkemin tarihine geçen en renkli ve en etkili eylemlerden biri olmuştur. Bir kere, kırma, dökme yok… Herkesin yapabileceği doğal bir eylemdi. Derler ya “dehanın sırrı sadeliktir.” Öyle bir eylem… Kitabını da yazdım biliyorsunuz.
Sakallı halimle halkın beni benzettikleri kişileri, medyada ve sosyal medyada sakalımla ilgili olarak çıkan haberleri, karikatürleri ve beni tiye alanları yazdıkça bıyık altından gülüyordum. OHAL döneminde yaşananları unutmayacağız, unutturmayacağız…”
“Neden gerek duydunuz?”
“15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün darbe teşebbüsünden sonra, Olağanüstü Hal uygulaması başlatıldı. Dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbe girişimi için: “… Bu çıkış, bu hareket Allah’ın bize büyük bir lütufu” demesinin ne anlama geldiğini aydınlatmak amacıyla yapıldı…”
“Bir de Adalet İçin 700 Bin Adım Kitabınız?”
Adalet yürüyüşü, Türkiye tarihinin önemli dönemeçlerinden biridir. İktidar bu yürüyüşün amaçlarını basın ve yayın organlarınca çarpıtmaya gayret gösterdi. Ben de yürüyüşü geniş açıdan ele alarak, ayrıntıları ve bilinmeyen yönlerini kitaplaştırdım. Bakın bunu da sorumluluk duygusuyla yaptım. Bu kitaplar, tarihin tanıklarıdır. Sürecin doğrudan mutfağında yer aldığımdan, tuttuğum günlüklerden yola çıkılarak tarihsel bir tanıklığı kitaplaştırdım…”
“Ne güzel, bu girişimleri, Türkiye’nin aydınlanması yönünden çok gerekli görmekteyim. Hatıratlar tarihin hazineleridir. Önemli olayların belgelere dayandırılarak yazılması da öyle… “Hatırat yazmayı düşünür müsünüz?”
“Yoksa, hatırat yazmamı gerektirecek kadar yaşlandığımı mı düşündünüz?”
“Hayır! Hayır! Daha gençsiniz. O zaman sorayım, siyaset yolculuğunuz hangi durakta?”
“Siyasetin, bir meslek olarak algılanmasına karşıyım. Hele ömür boyu sürdürülmesine tamamen karşıyım. Ömür boyu sürdürülecek olan, halka duyduğunuz sorumluluk hissiyle görev yapmaktır. Halkınıza ya da partiye hizmetin tek yolu milletvekilliği değildir.
İki dönem milletvekilliği yaptım, yeter. Yoldan çekileceğiz ki, alttan gelecek gençlerin yolu ve önü açılsın…”
“Bitti mi yani hizmet sona mı erdi?”
“Hayır. Biter mi? Ben zaten hem hekim hem akademisyenim. Mersin Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim. Partiye gelince, CHP Parti İçi Eğitim Sorumlusu olarak görev üstlendim. Bu gün CHP parti Okulu 14 ayrı birimde eğitim vermektedir. Bu birimlere Fakülte diyorum. Çünkü her birimin akademik kadrosu ayrı... Bugün CHP parti Okulu 14 Fakülteden oluşan bir akademi gibi hizmet vermektedir.