Umudun Yeşerdiği Topraklar

Mustafa ALTINSOY

Umudun Yeşerdiği Topraklar
Bir Erzurumlu olarak gittiğim her yerde dedelerimizin bırakmış olduğu güzel sermayeden yediğimizin farkındayım. Ülkemizin her tarafında kime Erzurumlu olduğumu söylesem avantajlı olarak konuşmaya başlıyorum. İnsanımızın Erzurumlulara karşı bir hürmeti, saygısı var. Bu saygının temel sebebi; atalarımızın geçmişte bırakmış olduğu mertlik, cesurluk, yiğitlik, diğerkâmlık ve dadaşlık gibi güzel hasletler. Bu durum doğal olarak biz Erzurumlulara ayrıca bir sorumluluk yüklüyor. Selçuklu beyleri ve Osmanlı paşalarının gözbebeği, Anadolu’nun kapısı, uğruna nice canlar verilen Erzurum şehrinin tatlı tatlı tüketilen bu sermayesinin bitmemesi için bizim de örnek olmamız, bu heybeye yeni sermayeler eklememiz gerekiyor.

Zorlu kışı ve dadaşları ile tanınan Erzurum’un en önemli özelliği, şüphesiz, millî refleksin ve millî heyecanın en yoğun hissedildiği şehir olmasıdır. Anadolu’nun kilidi konumunda olan Erzurum, stratejik önemi dolayısıyla defalarca istilaya uğramıştır. Dünyadan silinmek istenen bir milletin, var olma mücadelesindeki en kararlı başkaldırışının, Erzurum’dan yükselmesi elbette Erzurum insanının kanında dolaşan bağımsızlık ruhuyla ilgilidir. Yaşadığı çile ve ıstıraplar neticesinde, devletin, vatanın, bayrağın, bağımsızlığın ve hürriyetin önemini genetik kodlarına yazmıştır. Bu kadim şehre devletimiz tarafından ülkemizin diğer bölgeleri kadar yatırım yapılmamış ve değeri yeterince takdir edilmemiş olsa da Erzurum, ülkemizin doğusunda herkesin güvendiği misyon şehri olarak muhkem bir kale vazifesi görüyor.

Yazıya bu girizgâhla başlama sebebim; milletin güvendiği bir şehir olan Erzurum’un isminin anıldığı yerde güzel hasletler sermayesine yeni sermayeler katılmasını konu edinen bir roman çalışması. Her zaman yeni umutlara ev sahipliği ve öncülük yapan Erzurum şehrinin destansı yaşanmışlıklarının konu edildiği Muzaffer Taşyürek’in on beş yıl süren titiz bir çalışmayla yazdığı “Umudun Yeşerdiği Topraklar” kitabı.

Erzurum’un yakın tarihini çok iyi bilen ve bunu romanında nakış nakış işleyen yazar; vergi nedeniyle II. Abdülhamid Han’a karşı çıkan Erzurum isyanından Birinci Dünya Savaşı atmosferine, Sarıkamış muharebelerinin hüzünlü sayfalarından muhacirlik dramına, Rus işgalinden Ermeni Mezalimine, Medine müdafaasından Erzurum Kongresine usta bir örgü ile eserini kaleme almış. Böylece acıların yaşandığı, dertlilerin derdine deva aradığı, umudun tükendiği günlerde umudun yeşerdiği Erzurum’u gözyaşları içinde okuyorsunuz.

İnsanlık tarihinde ne ebedi devlet, ne de hanedan vardır. Ebedi olan millettir. İnsanlar gibi devletler de doğar, büyür, güçlenir ve sonra tarih sahnesinden çekilirler. Milletler sağlam karakterli olursa daha güçlü devletler kurarlar. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’yle Erzurum ve Anadolu’nun bir bölümünün Ermenilere verilmesi gündeme gelince, Erzurum ayağa kalkarak “Millî Mücadele’de, önemli başarıların kazanılmasına öncülük etmiştir. İşte bu dönemde Erzurum’un şirin ilçesi Oltu’da da buna benzer bir millî direnç oluşmuş, kurulan “Oltu İslam Komitesi” bağımsızlık yolunda atılan ilk adımlardan olmuş ve bu fikir on üç ay yaşayacak olan ‘Oltu Şura Hükümeti’ne dönüşmüştür. (1)

93 Harbi’nin yaraları henüz iyileşmeden koskoca İmparatorluğun dağıldığı 1905’li yıllara gelindi. Ne yazık ki Birinci Cihan Harbine girerken Osmanlı Devleti büyük bir maceraya atılmıştı. Savaşın sonunda milyonlarca kilometrekare topraktan elde avuçta kala kala Anadolu kalmıştı. Bu da neredeyse elimizden çıkmak üzereydi. Yorgun ve yılgın Anadolu halkını ve Erzurum’u seferberlik yiyip bitirmişti. Ahalinin elindeki develer, öküzler, katırlar, atlar, eşekler, bütün koşum hayvanları alınırken, seferberlikte herkes savaşa katılmak için gittiğinden horozu, tavuğu kesecek kimse kalmamıştı koca kentte.

Seferberlik ilanından sonra da Erzurum savaş bölgesi olmuştu. Ermenilerin önemli bir kısmı silahlarıyla Rus ordusuna katılmıştı. Çünkü Erzurum bölgesi, Ermeniler için çok önemliydi. Rus Hükümeti, silahlarla donatarak özel çeteler oluşturduğu Ermenileri Müslüman halkın üstüne göndermiş ve kendi ordularına yardımcı olarak kullanmıştı.1917 Bolşevik devrimiyle Urus geri çekilirken Ermeniler tarafından köyler ve şehirler yakılıp yıkılmış, büyük katliamlar yapılmış, çocuklar öksüz kalmıştı. Erzurum, savaşta kolu bacağı kopmuş gazilere benziyordu.

12 Mart 1918’de işgalden kurtulan Erzurum yine yangınlar içindeydi. Yedi düvel Osmanlı’nın ölmesini bekliyordu. Eski şen günlerden eser kalmamıştı Erzurum’da. Dağda kurtlar, dallarda kuşlar susmuştu. Ne ekmek yapacak un, ne de ekmek pişirecek fırını vardı. Elde avuçta tohum bile kalmamıştı. Halk açlıkla imtihan olmuştu. Arpası, buğdayı, çavdarı, yulafı ya cepheye götürülürken yollarda telef olmuştu ya da depolarda çürümüştü. Tarım ve hayvancılık ölmüştü.

Karamsarlık çökmüş şehirde 1919 baharı ile birlikte yeni umutlar yeşermeye başlamıştı. Toprak uyanıyordu. Mustafa Kemal’den önce Erzurum’daki Kolordu Kumandanlığına tayin edilmiş olan Kazım Karabekir’in Erzurum’a gelmesi ve İngilizlerin yakın takipte oldukları Deli Halit Paşa’nın Oltu-Narman vadilerinde kaçak yaşayarak mücadeleye hazırlanması şehirde yeni umutlar oluşturmuştu. Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal ile diyalogları ve Mustafa Kemal’in askerlikten istifa etmesi, İstanbul Hükümetiyle telgraf başında görüşmeleri… İstanbul hükümetinin tutuklama emri… Buna karşılık Kazım Karabekir ve bir manga süvari askerle Mustafa Kemal’e gidip “Kolordum ve ben emrinizdeyim Paşam!” demesi belki de tarihin dönüm noktasını oluşturuyor. İşte böyle ortamda 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi toplanmış, Cumhuriyet’e giden yolun ve umudun yeni temelleri bu şehirde atılmıştır.

Roman’ın satırları arasında tarihsel olaylar ve kahramanlar anlatılırken kendinizi Erzurum sokaklarında, Müftü Solakzâde’nin vaazlarında, Culfacı Hamdi Efendi gibi eşrafın uyarıcı sohbetlerinde bulup, güngörmüş edepli insanlarını tanıyacaksınız. Kitabı okurken bilmediğiniz, duymadığınız, tarih kitaplarına girmemiş birçok gerçekle karşılaşacak, tarih sayfalarından silinmek istenen bir milletin, kıyasıya mücadelelerle doğru atılmış adımlarına, Kadı Raif Efendi, Albayrak Gazetesi sahibi ve yazarı Süleyman Necati, Cevat ve Sıtkı Dursunoğlu, Kâzım Karabekir, Belediye Başkanı Zakir Bey, Hüseyin Avni, Kadı Raif gibi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinin gecelerini gündüzlerine katıp Erzurum halkını yeniden uyandırarak yeni bir mücadele içine sokmak için teşkilatlanmasına tanık olacaksınız.

Umudun Yeşerdiği Topraklar kitabı, Allahuekber Dağlarında, Köprüköy Muharebelerindeki dramı, acıyı, felaketi, açlığı, soğuğu ve düşman mermilerini görmüş Mehmet ve Cemil adlı iki dadaş gazinin Erzurum Kalesi’nin doğu tarafında kale duvarlarının dibinde yüreklerini ve dertlerini birbirlerine açmasıyla başlar. Yazar, konuşturduğu her kahraman üzerinden hem Erzurum hem de Osmanlı’nın yakın tarihini çok iyi anlattığı gibi Erzurum’un kültürünü tahlil edilerek okuyucuya roman tadında ama bilgilendirme tarzında veriyor. Ermeni mezalimi, Muhacirlik günleri, Millî Mücadele için baş koymuş ulemâsı, eşrafı, esnafı ve memuruyla bir şehir halkının başlattığı diriliş hikâyesine, roman kahramanlarının ağzından aktarılmış hâtıra ve mütalaalarla, efradını cami ağyarını mani bir şekilde çok uzun tasvirlerle şahit olacaksınız.

“Unuttuğumuz birçok kelime ve yeni kelimelerle örülmüş güçlü tasvirlerle Erzurum’u çarşı pazar tanıtmış. Romanı okurken mahalle mahalle, sokak sokak gezmenin zevkine varıyorsunuz. Dil, anlatım, tasvirler, tarihsel olaylara hâkimiyet, Erzurum temalı romanın en büyük özelliklerinden. Yazar hem mahalli dili ve kelimeleri yerli yerinde kullanarak okuyucuya mahalli bir atmosfer çiziyor.” (2)

Kitapta okurken ilgimi çeken önemli konulardan bazılarına dikkat çekmek istiyorum.

Birincisi; o dönemde (şimdikinin aksine belki de ülkenin yaşadığı şartlar gereği) valilerden daha çok paşaların yani askerlerin her konuda ön planda olduğu hissedilmektedir. Sanki paşalar valilere bağlı değil, valilerin paşalara bağlı bir pozisyonda olduğu görülmektedir.

İkincisi; Mustafa Kemal’in Erzurum’dan ayrılma sırasındaki konuşmaları çok etkileyici;

“(…) Şunu da özellikle belirtmek istiyorum: Erzurum’da ve Kongrede gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirmiştir. Memleketimizi kurtarmak yolundaki cesaretimi arttırmıştır. Ben burada rütbemi, resmi mevkiimi, üniformamı çıkardığımda sizi yanımda buldum. Verdiğiniz desteği unutmayacağım. Arkadaşlarım da öyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Erzurum ve siz, bizi bağrınıza bastınız. Hepinize minnettarım. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız. Hakkınızı helal ediniz!”

“(…) Ayrılık günü gelmişti. 29 Ağustos 1919 sabahı Mustafa Kemal Paşa, beraberlerindekilerle vedalaşmak üzere Kazım Karabekir’in evine uğradılar. Kazım Karabekir ile vedalaşırken duygusal anlar yaşandı. Karşılıklı veda sözlerinin ardından Kazım Karabekir tebessümle: “Kolordum ve ben emrinizdeyim Paşa’m! Hayırlı yolculuklar ve hayırlı Kongreler!” deyince, Mustafa Kemal son derece memnun bir eda ile: “Kazım, Allah bizimle beraberdir. Son nefesime kadar mücadeleye devam edeceğim. Ölürsem sen devam et. Bu millet esarete layık değildir.” (s. 620)

Erzurum’dan ayrıldığında durum böyleyken Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında yaşanan süreci farklı kaynaklardan okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca yazar Muzaffer Taşyürek ile konuştuğumda Sivas Kongresi ve TBMM açılış sürecinin çok renkli mücadelelere sahne olduğunu bu süreci yazmak için hazırlık yaptığını, konunun arka planını ayrı bir romanda detaylarıyla ele alacağını ifade etmiştir.

Sonuç olarak; Türkiye tarihinin en ümitsiz ve zayıf günlerinde “Vatan bir bütündür, parçalanamaz.” “Manda ve himaye kabul edilemez!” şuuruyla haykıran, umudun doğduğu şehrin hikâyesini anlatan bu kitap, tarihçi Muzaffer Taşyürek’in “Ustalık Eseri” bir roman olarak tarihe geçecektir. 621 sayfadan oluşan romanda Osmanlı’nın yıkılışını, yaşanan acıları, kahraman Erzurum halkının fedakârlıklarını ve Cumhuriyet’e giden yolda taşların nasıl döşendiğini okumak mümkün. Bu güzel romanı öncelikle yöneticilerimizin okuyarak okul kütüphanelerine alınmasını, öğrencilerimize bu vatanın kolay kazanılmadığını öğretmelerini arzu ediyorum.