Göçmenleri Ne Yapalım?
İnsanlık tarihi yüzyıllar boyunca göç hareketlerine sahne oldu. Soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaşlar, mübadeleler, doğal afetler, ekonomik kaygılar. Sebepleri farklıydı belki ama insanlar yeni bir yaşam umuduyla her seferinde yollara düştü. Yakın tarihimizdeki büyük kitlesel göçler Balkan savaşları ile başladı. Şimdi de Dünya, İkinci Dünya Savaşından bu yana en büyük mülteci krizine sahne oluyor.
Çağımızda dünyadaki mülteciler sorununun üç temel sebebi savaş, işgal ve ayrımcılıktır. Ayrımcılık yerine göre dinî, yerine göre etnik, yerine göre de siyasi olmaktadır. Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği korkusuyla ülkesinden ayrılan mülteci, sığınmacı veya göçmen (kısaca hepsine göçmen diyelim) durumuna düşen milyonlarca insan var. Mülteci durumuna düşürülen veya göçle gelenlerin istatistiklerine bakıldığında birinci sırada Müslümanların olduğu görülmektedir. Ülkemizde Yürütülen algı sonucu Göçmen deyince Afgan, Suriyeli, Tacik, Özbek, Azeri, Ermeni ve Gürcüler anlaşılırken Akdeniz bölgesindeki “Almanlar ve Rusların” akla ” gelmemesi diğer bir başka ironi konusu.
Şu anda da tarihi bir dönemeç yaşıyoruz. İç ve dış göçlerin yarattığı sorunlar ve onlara yönelik çözüm arayışları dünyanın en önemli küresel sorunlarından birisi…Türkiye de bir imparatorluğun bakiyesi, Asya, Avrupa ve Afrika’daki mazlum ve mağdurlarının umudu olması nedeniyle sığınılacak yurt ve mesken kabul edilerek en fazla dış göç alan ülkelerin başında geliyor.
Göçmenler, büyük risk altında ve kaybedecek fazla bir şeyleri olmadığından cesaretli insanlardır. Tarihteki önemli gelişmeler genelde göçler ve göçmenler eliyle olmuştur. Göçmenler getirdikleri farklı kültür deneyim bakış açısı, tecrübe ve yeni çalışma teknikleri ile birçok kültürel değişimlere ve teknolojik gelişmelere yol açmışlardır. Balkanlar ve Kafkasya’dan gelen göçmenler, ülkemizde birçok gelişmenin öncüsü olmuşlardır. Bizler konforumuzdan taviz vermeye yanaşmazken onlar her türlü zorluklara göğüs gererler. Bütün büyük olaylar, değişiklikler, gelişmeler, romanlar şehre bir yabancının gelmesiyle ya da ayrılması ile başlamıştır.
Göçmenler, kimilerine göre bir kambur gibi algılansa da iyi değerlendirildiğinde kalkınmanın lokomotifi haline gelebilir. Çünkü her gelen fertler, gruplar, kavimler, ümmetler, milletler siyasî, kültürel, biyolojik, farklı kültürel sanatsal tecrübelerini beraberinde getirdiklerinden farklı gelişmelere de kapı aralıyorlar. Şu anda Azerbaycan gelenler genelde sağlık hizmetleri açısından Türkiye’ye farklılık kazandırmışlardır. Özbek ve Tacikler evlerdeki bakım ve yaşlı hizmetleri konusunda Türkiye’de önemli görevler yapmaktadırlar. Afganlılar Türkiye’nin bulunamayan çoban problemini çözmektedirler. Suriye’den gelenler ise daha çok tekstil sanayisinde ve araba tamir işlerinde (zorunlu eğitim sistemindeki mecburiyetinden dolayı çırak yetişmediği için) bir nebze de olsa eksiğimizi gidermişlerdir.
Gelir dengesizliği, sosyolojik veya siyasal nedenlerle dünyada göç dalgalarının daha da artacağı tahmin ediliyor. Göçler doğal olarak ekonominin, tarım ve sanayinin ileri olduğu ülkelere doğru olacaktır. Bu nedenle göçmenlerden korkmak yerine onları akıllı bir planlama ile eğiterek kendi ülkelerine kültür elçimiz olarak da gönderebiliriz. Göçlerin yarattığı nüfus hareketliliği ve sosyoekonomik sorunların çözümü ile yeni artı değerler yaratabiliriz. Gelenler vasıflı ise kaliteli beyin göçü olarak değerlendirirken, vasıfsız olanları da bilek gücü ve el emeğine yönelik toplumun diğer hizmet alanlarında değerlendirilebilir.
Üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve bu konuya ilgi duyan diğer araştırmacılar hem göç edenlerin hem de ülkemizin huzurunu ve refahını sağlayacak projeler geliştirebilirler. Ülke kalkınmasında ihtiyaç duyulan alanlara yönlendirilebilirler. Göçerler kentlere değil de kırsala yönlendirilse ve köylerimizin yeniden hayat bulması konusunda onları da içine alan projeler geliştirilebilir. Gelenleri eğitip, mesleği olmayanları çeşitli kurslarla kalifiye eleman haline getirebiliriz. Bu nedenle göçmenleri memleketlerine göndermek yerine gelenleri eğitip kültür elçimiz yaparak onlar aracılığıyla biz oralara gidebiliriz.
Nitekim Amerika ve Almanya gibi ülkeler göçlerden korkmak yerine gelen göçmenlerden seçerek, nitelikli onların farklı bakışlarını ve çalışmalarını ülkelerinin hizmetleri için değerlendirmişlerdir. Geçtiğimiz yıl Almanya’da vatandaşlık kazananların sayısı yüzde 28’lik bir artış gösterirken, vatandaşlığa kabul edilenlerin dörtte birinden fazlası Suriyeli mültecilerden oluşmaktadır.
Osmanlı’nın göç politikasından birisi de güçlü olduğu zamanlarda misyonunu ve davasını anlatmak için, alperenlerini özel görevle fetih için gönderip başka coğrafyalara yerleştirmiştir. Sosyal sorumluluk çerçevesinde bazen kendi içindeki temiz, ahlaklı kavimleri alıp ıslaha ihtiyacı olan başka bir yere göndererek oralarda kendi kültürünü ve değerlerini yayarmış. Bazen de farklı ülkelerden temiz fıtratlı insanları kendi ülkemize getirip istihdam ettiği bile olurmuş. Devletin zayıfladığı zamanda bir kale olarak insanlar Anadolu’ya çekilmişlerdir. Aslında hepimiz çeşitli sebep ve yollardan değişik tarih ve vesilelerle bir yerlerden gelmiş göçmenleriz. Bu manada biz de Ahıska’dan 19. Yüzyılda gelen ailelerden biriyiz.
Göç olayına insani ve evrensel açıdan bakarsak; “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır.” (Hucurât Suresi, 13. Ayet)
Hz. Peygamber de Veda Hutbesinde bütün insanlığa şöyle seslendi: “Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın başka ırka, başka ırkın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza, dindarlık ve ahlâk üstünlüğü dışında bir üstünlüğü yoktur.” Bütün insanlar bir erkek (Âdem) ile bir kadından (Havva) yaratılmıştır.
Rabbimiz, âdemoğlunu farklı iklimlerde ve coğrafyalarda, farklı renk, dil konuşan, farklı kültürler ve medeniyetler üreten ayrı ayrı kavimler halinde yaratıyor ki birbirlerini merak ederek birbirleriyle iletişim kursunlar. Birbirleriyle tanışsınlar ve bu tanışma sayesinde her biri kendi mizacıyla kültüre, medeniyete, dair ürettikleri metaları diğerleriyle paylaşsınlar. Her bir toplum diğeri ile yarışsın, ileri olduğu noktada diğer toplumlara örnek olsun, birbirinden istifade edip kendi üretemediklerini diğerlerinden alsınlar. Mesela; Türkler savaş yöntemleri, Rumlar tarımda, Ermeniler sanatta ileri giden toplumlar olarak birbirinden istifade ederek birbirleriyle yarışabilirler.
Sözün özü, ister birey olarak, isterse kavim ya da millet olarak diğerlerinden farklı mizaç, renk, kültür ve farklı kabiliyetlerde yaratılışımız, bizi diğerlerinden üstün yapmaz. İlk göç Hz. Âdem’in cennetten dünyaya sürgün olarak gönderilmesiyle başladı. Aslında hepimiz dünyada göçmeniz, cennetten buraya imtihan için geldik.
Velhasılıkelam; Sahabenin yaşadığı Hicret hadisesi günümüzde “mülteciler sorunu” olarak karşımıza çıkarak bizlere Ensar olma şerefini ve sevabını kazandırma konusunda bir fırsat olabilir.