Oruç | İsmail DOĞU

Misafir Kalem

Sâlih olan seçilir
Gök kapısı açılır.
Oruçlunun üstüne
Ne rahmetler saçılır.

İsmail DOĞU 
Farsçadaki “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan Oruç’un Arapçası “savm” dır. Arapça’da savm kelimesi, “susmak, bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamında kullanılır. Terim olarak ise, “tan yerinin ağarmasından güneşin batma vaktine kadar, bir gaye uğruna bilinçli bir şekilde yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durup nefsi dizginlemek” demektir.  Pek çok hüküm gibi oruç da, Medine’ye hicretten sonraki ilk dönemde farz kılınmıştır. Orucun farz kılınması tarih olarak hicretin ikinci yılının Şâban ayına rastlamıştır.

Sözlük olarak ‘susmak’ ve ‘engellemek’ anlamlarında kullanılan oruç kelimesinin, ıstılahî olarak da yeme-içme ve cinsel arzulardan uzaklaşma hükmünü taşımasının yanında, tüm kötülerden ve kötülüklerden kaçma şeklinde bizi bir erdemli duruşa da zorlamaktadır. Yoksa dünyevi isteklerden uzak durup, diyelim çirkin söz ve davranışlar içinde bulunmak, Resûlullâh’ın da uyarısı ve öğüdüyle sadece aç kalmaktır. Ramazan kelimesinin sıcaklık manasına gelmesi, günahların yakıcılığına işaretti. Oruç ise işte bu yakıcılıktan uzaklaşmak, güneşin kavurucu sıcaklığına karşı bir gölgeliktir. Eğer Allah rızasını gözeterek o’nun verdiği ve gerçekte helal kıldığı nimetlerden 30 gün içinde ve sadece gündüzleri uzak kalmanın yanında, Allah’tan korkma ve o’nun yolundan gitme istek ve kararlılığıyla hareket edilirse de, bu yakıcılık oruç vesilesiyle yağmur gibi rahmete dönüşecektir. Oruç ayı olan ramazanın bitiminden sonra bayramın gelmesi boşuna değil…

Kur’ân-ı Kerîm’in de belirttiğine göre esasen namaz gibi oruç ibadeti de, önceki ümmetlerde de farz olarak uygulanan ameli bir hükümdür. Farklı şekillerde de olsa yapılan bu ibadet şekli, halen Ehl-i Kitab için geçerlidir ve uygulanagelmektedir. Kur’an’ın indirildiği ramazan ayı, ibadet ve taat konusunda çok hassas olunan bir ay olduğu için, mağfiret ve bereket ayıdır aslında. Gündüzün bizi günahlara karşı dikkat, amellere karşı da rikkat hissi uyandıran oruç vakti, iftar sonrası akşamlarında namazlarla ve dualarla, tilavetlerle ve zikirlerle bu hissiyatın devamı ve tamamlayıcısı olarak karşımıza an be an çıkmaktadır.

Ramazan'da insan, oruç vasıtasıyla dünyadan, dünyevî olandan kendine, kendi benine, bedenine ve ruhuna açılıyor; orada ilâhî güçle buluşuyor; diriliyor; kendine geliyor: insan oluyor; nefsine teslim olmak yerine nefsini teslim almayı başarıyor. Yani biz, oruç tutmakla sadece oruç tutmuş olmuyoruz; orucun bizi tutmasına, tutup kaldırmasına, başka bir düzleme taşımasına da tanıklık etmiş oluyoruz. Böylelikle varlığa, topluma, tabiata ve hakikate dâir bütün bir anlam haritasını ve anlamlandırma pratiklerini de aynı ânda hayata ve hareke geçirmiş oluyoruz.

Özetle aç kalmak gibi olağan ve sıradan bir işle; tabiatla, kâinatla, diğer varlıklarla ve bizzat eşyanın kendisiyle Allah adıyla, Allah adına topyekûn olağanüstü, fevkalade bir ilişki kuruyoruz. Ramazanda insan, insan olarak kendisini, dolayısıyla kâinatı ve yaratıcısını keşfediyor. Bütün bunlarla bütünleşerek kendisini aşabilmenin yollarını da fethediyor bizzat. Melekût âlemine katılarak, meleklerle katışıyor, kaynaşıyor…

Oruç insanı tutar ama özgürleştirir insanı. Bir ibadet, yani varoluş şartı olarak oruç, mü’minin rabbine yönelmesidir. Namaz bir yükselişse, oruç bir yöneliştir. Oruç kelimesinin yüceliş, yükseliş manasına gelen Arapçadaki “urûc” kelimesine benzerliği ilginçtir. “Urûc” yani uçuş, orucun da namaz gibi göğe yükselişine ve böylece mü’min kişinin yücelişine işaret eder. Oruç da namaz gibi, mü’minin miracına yol yordam olur. İki kanatla uçuş gerçekleşir zaten, tek kanatla uçulmaz. İki kanatla mi’râc tamamlanır: biri namaz, diğer oruç… Kur’ân ise, bu mi’râcın, bu seferin rotasını oluşturur. Ne büyük bir asalet, ne büyük bir imtiyaz ve izzet bu böyle!

Her ibadet gibi oruç da bir kulluktur ubûdiyettir; insanın kul olduğunu hatırlaması. Kulluk, özgürleşmektir. Kul olmayan, kulluğunun şuuruna varamayan insanlar, özgürlüklerini yitirirler. Hakk'a kul olmayan insan, hakîkati göremez.

İşte oruç, insana her şeyden önce kulluğunu hatırlatır. Hakka kul olmadığı takdirde kolaylıkla her şeyin kulu olacağını… Aslında bütün bunlar birer kaçıştır; insanın iradesinin boşalması ve özgürlükten kaçış biçimleri... İnsanın kendisinden kaçması... Sorumluluklarından kaçması...
Kulluğundan kaçması... Sonuçta, rabbine kul olacağına, rabbinin kullarının kullarına kul olması... Ruhu yok olan insan, her şeyin kulu-kölesi olmaya başlar, bundan kendini kurtaramaz. Ancak insan, kulluğunu / ruhunu yitirdiği zaman iradesini de, kendisine yüklenen emaneti de, hilâfet mükellefiyetini de yitirir.

Oruç, insanın egosunu, arzularını, iştihalarını, dürtülerini başkalarının zor kullanmasıyla değil, sadece kendisine kontrol ettiren ve böylelikle insanı özgürleştirendir. İnsanî özelliklerini, imkânlarını ve zaaflarını keşfettiren; oruçlu olduğu her ân kendisiyle, arzularıyla hesaplaşmasını sağlayan ve sonunda insanı her bakımdan arındıran, olgunlaştırandır. Dünyaya, insanlara ve tüm varlıklara bambaşka bir gözle bakmasını mümkün kılan eşsiz bir anlam, aşk, coşku ve kardeşlik mevsimi sunar. İşte asıl senfoni bu: ramazan medeniyeti senfonisi.

Bütün diğer ibadet biçimleri gibi oruç da, insanın ruhunu özgürleştirir. İnsanın ruhu özgürleşince nefsi de özgürleşir; ruh özgürlüğüne kavuşunca, nefsi kurucu bir iradeyle donatır ve hem bir "şems", güneş olacak, hem de şemsini bulacak. Hem hilal olacak, yeni doğan ay gibi; hem de yıldız olacak, göğü donatan meşaleler gibi…

İşte oruç, iradesini hatırlatır insana: iradesiyle, hayat buldurduğu emanet yükümlülüğünü; hayat oldurduğu ubudiyet mükellefiyetini ve başkalarına hayat sunduğu, hayat bahşettiği hilâfet vazifesini hatırlatır ona… İnsanı aç tutarak, susuz tutarak, her türlü kötülükten, çirkinlikten, pislikten uzak tutarak hatırlatır bütün bu varoluş şartlarını… İnsanı, alelâdelerden kurtarır ve fevkalâdeye ulaştırır.

Tüm bu nokta-i nazarlardan oruç nefsi arıtan ve bizi varlığın mânâsına yaklaştıran en saf riyazet, ruhu iyiliğe ve selâmete davet eden murakabe, miskine ve fakire doğru yaklaştıran en hâlis tevazu biçimidir.Aldanma sağa sola
Gel gidelim hak yola
Güzel oruç tutanın

Âkıbeti hayrola.