Mücahit Gültekin'in Kaleminden
Mücahit Gültekin
7 Ekim sabahından beri öyle şeyler yaşadık ki, artık bir daha eskisi gibi olmamız mümkün değil. En azından benim için böyle.
İsrail’in yaptıkları zerre kadar değiştirmedi beni. Bildiğim, tanıdığım İsrail’di. 75 yıl önce neydiyse şimdi de o. Teknolojiyle artırılmış bir barbarlığı var fark olarak. Ne Batı’nın ikiyüzlülüğü şaşırttı beni ne de BMGK’nın tutumu. Hepsi 1948’de durdukları yerde duruyor. İşbirlikçi Arap rejimleri de öyle.
Kendini Batı medeniyetine adamış bazı seküler kafaların iftiraları, ithamları, istihzaları kimi zaman öfkelendirse de onlar da beklenmedik şeyler değildi. Bazen “İsrail de fazla oluyor” moduna girseler de sürüp giden soykırım çoğunlukla umurlarında olmadı. Ne HAMAS’ı anlamaya çalıştılar, ne Filistin’i; ne Hizbullah’ı anlamaya çalıştılar ne de Yemen’i…
“İslamcı” ve “Ümmetçi” geçinenlerin İran ve Hizbullah düşmanlığını da biliyordum. Bu, zaten bizim ülkemizde hiç değişmedi. 1979’dan beri böyle. Kenan Evren zamanında da böyleydi, 28 Şubat zamanında da, AK Parti zamanında da… Erbakan Hocayı da onun için sevmediler. D-8’i kurmamış olsaydı, ABD’yi dinleyip İran’la arasına mesafe koysaydı 28 Şubat olmayabilirdi.
Sincan’da tankların yürüdüğü günü çoğu genç hatırlamaz. Sebep, Kudüs Günü için basit bir salon toplantısıydı. Aşağıdaki gördüğünüz adamın posteri asılmıştı salona: Abbas Musavi. Hizbullah’ın lideriydi. Birkaç yıl önce İsrail tarafından karısı ve çocuğuyla birlikte şehid edilmişti. Sincan’daki gece günlerce konuşuldu, belgeseller yapıldı. M. Ali Birand’ın “gerilim” müziğini andıran vurgulu anlatımıyla insanların içi ürperiyordu. Tankları yürüten işte bu toplantıydı.
Ne var ki, şu bir yıllık süre içinde herkes açık bir şekilde görüyordu: İsrail’i vuran, Gazze’ye canı pahasına sahip çıkan İran ve onun desteklediği gruplardan başkası olmadı. Bunu gördüler. Ama bazıları görmezlikten geldi. Mesela gece gündüz Filistin paylaşan bazı hesaplar Yemen’in Tel-Aviv’i vurmasını es geçtiler. Hizbullah’ın verdiği yüzlerce şehidden bir kez olsun bahsetmediler. Ebu Ubeyde’nin Hizbullah’a ve Yemen’e gönderdiği selamlardan dolayı meyus oldular. Bunu da bazıları açıkça söylediler.
Çok ilginç değil mi? “Yaşasın Filistin!” diyerek, “Kahrolsun İsrail!” diyerek Filistin için İsrail’le savaşanlara düşman olunabiliyor.
“Dine Karşı Din” demişti Ali Şeriati. Bu denklemin ilk temsilcilerinden biri Amr Bin As idi. Sıffin’de öyle bir şey yaptı ki, tarihin yönünü değiştirdi. Hz. Ali’nin karşısına Kur’an’ı koydu. Bu yöntem öyle etkili oldu ki hem onları yenilmekten kurtardı hem de Hz. Ali’nin ordusunu böldü. Sanırım hakikatle savaşmanın daha etkili bir yolu olamazdı. Olmadı da zaten, o gün bugündür işlemeye devam ediyor.
Şimdi görüyoruz ki Filistin’in karşısına Filistin konuluyor. “Yapmayın!” demek istiyorum ama desem ne olacak?
Düşünüyorum da ilimde, ahlakta kim Hz. Ali gibi olabilir ki? Kim Peygamberin düşmanlarına Ali gibi kılıç savurabilir ki? Ama sonuçta Hz. Ali’yle savaşmış bir tarihimiz var bizim. Bunu artık hiç aklımdan çıkarmıyorum.
Fakat başka bir ümit var sanki. Bu çağrıya cevap veren birileri mutlaka çıkacaktır, çıkıyor da zaten. Kendini Filistin için yakan bilmediğimiz, tanımadığımız insanlar var. Bize yabancı bir coğrafyadan geliyorlar… Ne giyimleri bize benziyor, ne de dilleri. Ama yönlerini çevresi mübarek kılınan bu topraklara çevirmişler. Umudu yeniden diriltiyorlar.
Değil mi ki Allah bütün hesapları boşa çıkarandır? Değil mi ki Allah kimsenin bilmediği hesapları yapandır. Değil mi ki O kayadan deve, çölden su çıkarandır? Bu sefer de belki öyle olacaktır.
Beklendiğini zannedenler değil, hiç umulmayanlar Filistin’in özgürlüğüne kavuşturacaktır.