"Hayır"cılık- "Evetçilik"in tarihsel sosyolojisi üzerine | Hüseyin Acarlar
Hüseyin ACARLAR
“Hayır”cılık- “Evetçilik”in tarihsel sosyolojisi üzerineGeçmişin ihyasından geleceğin inşasına/ İslam düşünce yapısı üzerine kısa notlar- كشف قد يم وعظ جديد (keşf-i kadim va'zı Cedid)-15-
Sanayileşmeyle birlikte Modern zamanlarda iktidara talip olanlar, Mustafa Reşit Paşa'nın 3 Kasım 1839'da Gülhane Parkı'nda okuduğu Tanzimat Fermanı'nda (Hatt-ı Hümayun) ifade ettiklerinden farklı şeyler söylemiyor. Ne demişti Mustafa Reşit Paşa:
"Memleketimizin coğrafi durumuna, mümbit topraklarına ve halkın kabiliyet ve istidadına göre lüzumlu şeylere teşebbüs olunduğu takdirde, beş on yıl içinde Allah’ın yardımıyla istenilen şeylerin hâsıl olacağı..." O gün bugündür aynı notalardan kurulu şarkı ısıtılıp ısıtılıp belleklerde terennüm ediliyor. O gün bugündür İhtiyaç listesindeki birinci madde nedense hiç değişmiyor. Ne demişti Mustafa Reşit Paşa: "bazı yeni kanunların konulması lüzumlu ve önemli görülmüştür...” “Gavura” gavur demenin yasaklandığı bir dönemde yasalar, 1856 Islahat Fermanıyla da ete kemiğe büründü. Osmanlı ticari hayatının emniyet sibobu “narh” sistemi kaldırılıyor, Liberal ekonomiye geçiş düğmesine basılıyordu. Toprağa bağımlı Müslüman ahali sanat erbabı gayrı Müslimlerle acımasız rekabete sokuluyor, bu yeni ticaret anlayışına yabancı olan Müslimler başarısız kalıp, Yahudi tefecilerin kucağına düşüyordu. Asırlarca bir arada yaşama kültürüne sayısıyız güzel örnekler bırakan Müslim ve Gayrımüslim ahali kanlı bıçaklı hale geliyordu. Millet-i sadıka zanaatkâr esnaf Ermeniler ile Müslimler arasında kin ve nefretin nedeni o yılların uygulama sonuçlarından başka bir şey değil. Thomas Hobbes ’ın “Homo homini lupus( insan insanın kurdudur)” ve Darwin’in doğal seleksiyon dediği “büyük balık küçük balığı yutar” ahlakının reel politik piyasaya derci ile o gün bugündür bu coğrafyada kan, acı, dram, gözyaşı öykülerimiz eksik olmadı.
Öncesinde, Defterdar Sarı Mehmet Paşa 17. yüzyıl Osmanlı toplumuna yönelik gözlemlerinde, İstanbul’un dışına çıkmamışlar için, şefaat ve rica ile sırf ulufe alma uğruna asker zümresine dâhil edildiklerini söyler.
Söz konusu dönemlerde kalemiyye de yükselme, ya da bir Paşa’nın patronajı, liyakatten daha fazla rol oynamaya başlar. 1856 Tanzimat’ın ilanında bu durumun düzeltilmesi üzerine söylemler gelişirken, durumun pratikte farklı olduğunu Cevdet Paşa’nın “Tezakir”inden öğreniyoruz. Tezakir eserinde Ahmet Cevdet Paşa:
“Bu devrin ricali güzel ömür geçirdiler, hoş geçindiler ve pek çok irad ve akar edindiler. Haklarını inkâr etmeyelim. Dulab-ı Devleti güzelce idare ettiler. Muvazene-i maliyeyi dahi gözettiler. Fakat haricen şan ve i’tibar kazanmayıp, umur-u politikanın hüsn-ı tesviyesinde racil kaldılar ve dâhilen dahi beyne’n nas irtikab-u irtişa ile müttehim oldular…” diyerek arzu edilenin pek de gerçekleştirilemediğine işaret eder. Olanda tam olarak buydu. Neticede Fransızların artık bir deyimi haline gelen “aussi riche que le pacha- Paşa gibi zengin” ifadesi ile halen kullandığımız “sanki Paşa çocuğu” ifadesi, o günlerin mirası.
Memuriyetten elde edilen bu tür kazançlar Osmanlı’da Müslüman ahalinin memuriyeti tercihinde rol oynamış mıdır? Bilinmez. Fakat sonraki yıllarda zenginliğin kaynaklarının başka alanlara kaymasından mütevellit, A. Mithat Efendi yazılarıyla, ahalinin memuriyete meftunluğunu değiştirmeye çalışır. Rum bakkalın akılcı yatırımlarla bir kuşak içinde nasıl zenginleştiğinden bahisle, Müslüman ahalinin memurluğu hedefleyip nasıl da fakir kaldığını, Müslümanları ticarete, rasyonaliteye teşvik eder. Fakat Ahmet Mithat Efendi’nin bu arzusu da gerçekleşmedi.
Siyaset ve Devlet sonraki yıllarda da zengin/liğ/in mayasında önemli rol oynamaya devam etti. Öyle ki Fransız devriminin” Liberte(Özgürlük), “egalite( Eşitlik), “fraternite( Kardeşlik)" teslis sloganlarından mülhem “hürriyet(özgürlük)”, “müsavat(eşitlik)”, “adalet” çığırtkanlığıyla iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Parti geleneğinde baskın unsur sermaye oldu. Bugünkü siyasetin arka bahçesi, bu ittihatçı günlerin sermaye -siyaset mudarabasının (commenda) günümüze tevarüs etmiş hali.
Türkiye’nin önde gelen zenginleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin sunduğu ucuz kredi ve sanayi girdisi imkânları, devlet ihaleleri ve korumacı politikalar ile servetlerini kazanmışlardır. Devlet eliyle zenginleşenlerin boynu, zenginliği bahşeden Devlet karşısında bu yüzden kıldan ince olmuştur hep. Türkiye’de burjuvazi bundan sebep etliye sütlüye de pek karışmamış, bazı liberallerin ve solcuların kendilerinden bekledikleri sınıfsal rollerini oynayamamıştır. Eski Türkiye alışkanlıklarının devamını isteyenlerin sistem değişimine “hayır” demelerini anlamlandırmak bu meyanda zor değil. “Evet”çilerin homojen düşündüğünü ifade etmek te oldukça indirgemeci olacaktır.
20 /OCAK 2017
Hüseyin Acarlar