Çocukluğum…
Çocukluğum…
Çok küçüktüm! evet çok küçük.. Okul yıllarımın başlamasına 2 yıl kala belki de…
Sevinçle çocukluğumun geçtiği sokaklarda top koşturur, bilye oynardım arkadaşlarımla ve her akşam üstü 5 sularında rahmetli babamın, canımın içi babamın okuldan gelmesini beklerdim mahallemizin aşağısında bulunan dere kenarında…
Unutamadığım günlerden biriydi o gün, beynime kalbime kazınan o acıyı, ömrümce unutamayacağım günün ta kendisiydi o gün. Dere kenarına inmiştim yine sevinçle. Babam gelecekti, sevgili babam, kalbim babam. Birden derenin karşısında iki çocuk belirdi, ellerinde taşlar sopalar önlerinde ters çevirdikleri bir kaplumbağa. Öylesine korkunç vuruyorlardı ki o kabuğu sert lakin dünyanın en masum sessiz kulundan birine. Gözyaşlarıma hakim olamıyor ve haykırarak ağlıyordum. Yapmayın! Bırakın! O suçsuz! Bırakın! Bırakın!.. Sanki farklı bir atmosferde yaşıyorcasına beni duymuyorlardı, haykırışlarımı umursamıyorlardı, gözyaşlarımı zaten görmüyorlardı. Birden bir el yüzüme, gözyaşıma dokunarak "kuzum neden ağlıyorsun" dedi ve sarıldı bana, o babamdı! Anlattım derdimi, acımı, içimin yangınını, yüreğimdeki merhametin asıl sahibine. Karşı tarafa kükreyen bir sesle "çocuklar! bırakın o masumu, çocuklar sevmeli her canlıyı ve çocuklar gülmeli daima" dedi ve kaplumbağayı geri çevirmelerini istedi. Ve o an içimdeki acının usulca içimi terk ettiğini, yerini sadece yaşanılınca anlaşılabilecek o eşsiz huzur dolu mutluluğa bıraktığını iliklerime kadar hissetmiştim. Merhametin ne kadar yüce bir duygu olduğunun bir kez daha farkına varmıştım.
Düşündüm; o çocuklarında annesi babası vardı ve o anne babalar çocuklarına neden merhameti, iyiliği öğretmiyorlardı ki? Doğru olan göz yaşı döktürmek mi, yoksa sevindirmek, mutlu etmek miydi? Ya da siz gözyaşı döktürmeyi mi istersiniz, sevindirmek mutlu etmeyi mi?
Merhamet öyle yüce bir duygudur ki, içinde mutluluğu, sevinci, saygıyı, paylaşımı, adaleti, dostluğu, dürüstlüğü… kısaca İNSANLIĞI barındırır. İnsan olmak yaratılan her canlının yaşamına saygı duymayı gerektirir.
Özgürce yaşamak sadece insanların hakkı değildir. Kelebekler, kuşlar, karıncalar, uğurböcekleri, arılar, kediler, köpekler, atlar, eşekler… ve daha nice canlılar özgürlüğün asıl sahipleridir.
Sözlerimi Nazım Hikmetin şu mısralarıyla bitirmek içimden geldi. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine...