Tevriye Devriye
TEVRİYE DEVRİYE
Başlığı okumanızla birlikte “acaba yine nelerle karşılaşacağız” diyenlerinizin seslerini işitir gibiyim. Ama gerçekten bu yazımız, daha doğrusu bu konumuz çok ama çok önemli. Sonuna kadar okuyunca ne demek istediğimi, neye dikkat çekmeye çalıştığımı ve oluşan enkazı görünce de yazımızın altına imzanızı atacaksınız ve bana “seninle aynı duygu ve düşünceleri paylaşıyorum” diyeceksiniz.
Konu toplumsal bir mesele olup meslektaşlarımla istişare yaptıktan sonra kaleme alıyorum. Çok çetrefilli ve suistimale açık bir konudur. Öyle bir açıklık ki bu; adeta yuvalar dağılabilir, arkadaş birliktelikleri yok olabilir, gönüllü faaliyet gösteren kuruluşların fabrika ayarları bozulabilir ve nihayetinde “el elde baş başta” olarak kaldırım taşında oturmak kalır. Oturulur, oturulur da bakalım nasıl olur bu?
Tevriye, diğer bir ifadeyle iki anlamlılıktır. Birden çok gerçek anlamı olan bir sözü herkesçe bilinen (yakın) anlamında değil de uzak anlamını kastederek kullanmaya denir. Tevriyeli kullanılan sözlerin iki anlamı da gerçek anlamdır. Tevriyede mecaz yoktur; tevriye bu yönüyle kinayeden ayrılır. Bir örnek verecek olursak:
“Bu kadar letafet çünkü sende var.
Beyaz gerdanında bir de BEN gerek.”
Beyitteki “ben” kelimesi hem birey olarak anlaşılabilir hem de insan bedenindeki bir parça/parçacık/leke olabilir. Sonuçta ucu açık bir söylem olduğu için karşındakini çok kolay manipüle edebilirsin. Fakat bazı “tevriye uzmanları” (!) var ki muhataplarını Allâh muhafaza eylesin. Çünkü bunlar, özellikle bir “statü işgal ediyorlarsa” ve biraz da “din ilmi alt yapısı” varsa, “aha da gol yedik” demektir. Neden? Çünkü öyle bir kelime oyunu yaparlar ki aklınız durur. Hatta konuyla ilgili yüzde yüz siz haklıysanız bile kendinizi, kendiniz suçlu ilan edebilirsiniz. Öyle ki inandırıcı yani!
Din ilmi çok önemlidir. Peygamberimiz din ilminin tüm Müslümanların öğrenmelerinin farz olduğunu bildirmiştir. Bu ilmi öğrenip hakkıyla uygulamak gerekir. Hiç kimsenin ne din ilminde ne de edebiyat ve sanatta yer alan bir kavramı ayaklar altına almaya hakkı yoktur. Bu “aklen de böyledir dinen de böyledir”. Öğretici sıfatındaki sözde “bilgili-akîl” kimse yıllarca anlatır; yalan söylemeyin, haramdır, caiz değildir, ayet ve hadislerle sabittir der durur. Bazen “kısaltmanın/kestirmenin ya da kurtarmanın/çıkış yollarının haritasını” gösterir. Yalnız bu gösterme pek de hayra alamet olmaz. Neden? Çünkü nefsi bir varlık olan insanoğlunun bu zamanki kahir ekserisi kendine yontmayı bir hakmış gibi algılamaktadır. Ne acıdır ki ve maalesef ne acıdır ki “tevriyeyi öğreten bilgeler/geniş düşünen akîller (!)” artık tüm işlerini böyle yürütmeye kalkar ve aynı zamanda da herkesi “tevriye yapıyor” hezeyanlarıyla suçlayarak ilmin bereketinden mahrum kalırlar. Daha da beteri saygınlığı yerle bir olur.
Kul olma bilincini, kelimeleri ve cümleleri kendi namı hesabına göre kullanma ölçüsü belirleyen ve herkesi kendisi gibi gören kimselerin ne insanlığı ne dostluğu ne arkadaşlığı ne liderliği ne de başka bir güvenli tarafı/yanı kalmamıştır. Bu noktada zamanımızın en büyük sorunlarından birisi de işte “ilmi alma/anlama ve tatbik etme” sorunu olarak karşımızda. Yapılan araştırmalarda okuduğumuz, müşahede ettiğimiz ve yine maalesef katıldığımız en büyük sorun “para ve koltuk” sorunudur. Bu; “tevriyenin” ayaklar altına alınmasının, hayatları karartmasının, yuvaları dağıtmasının, birliktelikleri alt üst etmesinin ve kalplere hüzün/mutsuzluk yerleştirmesinin sebeplerindendir. Dediğimiz gibi “para ve koltuktur” adam gibi görünenlerin “çakallıklarını” ortaya döküveriyor. Vay sizin koltuğunuz başınıza çalınsın. Biliyorum! Bu konu hakkında çok soru alacağım. Sizden ricam sadece objektif olun ve sadece hakkaniyetin sesi olun.
Evet, dini ve edebi bir terim olan “tevriye” konusunda mahir (!) olduğunu düşünenlere bir hatırlatma yapalım müsaade ederseniz:
Bakın tevriyeciler! Bakın ilmi hesabına geldiği gibi kullananlar ve etrafındaki herkese zehir sunan “yalancı” kimseler! Gerçeklerin er geç ortaya çıkma özelliği vardır. Bu gerçek öyle bir gerçektir ki, gün gelir “tası tarağı bile toplattırır”. Çünkü mağdur edilen insanların ahı, yalanlarla kandırılanların (tevriyelerle) ahı yakıcı özelliktedir. İnan herkes görüyor ve herkes farkındadır yaptıklarının. Dini motifle işlenen şeylerin, insanları “harama” düşürdüğü pozisyonlar aşikâr olarak karşımızda. Aklı olan, uyanık olan, az buçuk insanı tanıyabilen kimseler bu durumları yani “tevriye” adı altında yapılan sahtekarlıkları görür. Ama hiç endişe etmeyin dostlarım. Çünkü “devriyeler” ne var ne yok hepsini görüyor. Kalpleri bilen Allâh’tır. Sen belki kendini bile kandırırsın ama Rabbimi kandıramazsın. Hani sohbetlerde duymuştuk, bize acayip tembihlerle anlatılan “Rakîb ve Âtîd” adlı iki melek var sağımızda ve solumuzda. Onlar yazıyor. Ahirette vereceğimiz hesap bir lokantada hesap ödeyeceğimiz zamanki “adisyon” istemeye benzemez. Herkesin ne bir fazla ne de bir eksik yanı kalmayacak. Çünkü “devriye birlikleri” 7/24 esasına göre kayıt alıyor. Varsın ben bilmeyeyim. Varsın sen bilme. Varsın hep “tevriyeciler” bilsin!
Öyle değil mi Hafız!
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog